Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 SUNAY AKIN 13 EYLÜL 2009 / SAYI 1225 Mağara Adamı / TAYYAR ÖZKAN (www.tayyarozkan.com) Tek rakibim NASA! 1960’lı yılların İstanbul’unda, Aksaray’daki bir evin salon lambaları her gece birkaç dakikalığına kapanmaktadır. Sokaktan geçenler, odanın tavanına yansıyan ve hareket eden rengârenk ışıkların bir uçan daireden çıktığını bilmeden şaşkınlık içinde yürürler!.. Odanın içinde ses ve ışık saçarak dolaşan uçan daireye hayranlıkla bakan yüzler arasında, iki elini açarak dua eden yaşlı nineler de vardır... “Tüh, tüh maşallah... Nazar değmez inşallah” sesleri arasında koltukların ve sehpanın ayaklarına ya da duvara çarpan uçan daire yön değiştirerek herkesi büyülemektedir. Birden, salonun ışıkları yanınca, oyuncak uçan daire evin çocuğu tarafından kucağa alınır. O an, gösterinin sonu demektir ve uçan daire evin oğlu tarafından salondan çıkarılırken arkasından bir alkış kopar. olduğu için, Ayşe Hanım, kılıfa özellikle mavi renkli bir kumaş seçmiş, üstüne de yıldız işlemeyi ihmal etmemiştir. Oyuncak uçan daire kılıfıyla beraber, İstanbul Oyuncak Müzesi’nin uzay odasında sergileniyor... Ve, uzaya çıkma yarışında bir tek “şehit”i bulunmayan Türkiye’de, her yıl trafik kazalarında can veren yüzlerce insan, kefene sarılarak toprağın karanlığına gömülüyor. Titanik, 1912 yılının 12 Nisan günü, Amerika’ya gitmek üzere İngiltere’den demir alır. Bilimin tüm yeniliklerini barındıran devasa gemi, bir buzdağına çarparak Okyanus’un derinliğine gömülür. Titanik’in yola koyulduğu günden tam 49 yıl sonra, 12 Nisan 1961’de, insan taşıyan ilk roket uzaya çıkarak, dünyaya kazasız belasız geri dönmeyi başarır. Sovyet kozmonot Yuri Gagarin’in başarısının ardından dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bir açıklama yapar: “Bu büyük başarıyı överek karşılıyoruz. Uzay konusunda bu ilerlemeler bütün insanlık için faydalı olmuştur. Rusları bu başarıyla insanlığa hizmet ettikleri için kalben tebrik ederim. Böyle büyük başarılar küçük milletler için korku verici bir şey değildir.” Cemal Gürsel’in son sözlerindeki büyük ve küçük kıyaslamasının Türkiye’yi içine alıp almadığı tam olarak anlaşılamasa da, ne gariptir ki, 20 Temmuz 1969’da Neil Armstrong, attığı ilk adımı kendi için küçük ama insanlık için büyük olarak tanımlayacaktır. İstanbul Erkek Lisesi İngilizce öğretmeni Orhan Yetker de, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel gibi düşünür ve Yuri Gagarin’e insanlığa yaptığı büyük hizmetten dolayı kendisini kutlayan bir mektup yazar. Yetker öğretmenin yaptığı o yıllarda büyük bir hatadır. Çünkü, Amerika’ya gönderilecek bir zarfı yalamanın ülkeyi tehdit edecek bir yanı görülmezken, üstüne Sovyetler Birliği’nde bir adresin yazıldığı zarfı postaya vermek büyük bir suçtur! Zavallı öğretmen “büyük” bir toplumu yöneten “küçük” kafalılar tarafından tutuklanarak, Örfi İdare Mahkemesi’ne gönderilir!.. Bartın’da, İtfaiye binasının hemen yanındaki bir evin teras korkuluklarına uzun uzun bakmak gerekir. Burası, kentte soğuk demir atölyesi işleten Aziz Ağartan’ın evidir... Aziz Usta, teras korkuluğuna desen olarak ucunda hilal olan roketler yapar. Oysa, 1960’lı yılların başında, insanların bir gün roketlerle Ay’a gideceğini söylediğinde herkes alay eder kendisiyle... Ama Aziz Usta inancından vazgeçmez ve düşlerini çekiciyle dövdüğü kızgın ateşe tutulan demire işler. Apollo 11’in insanı Ay’a taşıdığı haberi radyo haberleri ve gazete sayfalarında yer aldığında, Aziz Ağartan her zaman ki gibi takım elbisesini giyer, fötr şapkasını da başına takarak gururla gezinir Bartın sokaklarında. Ne mutlu bana ki, ben Aziz Usta’yı tanıdım, uygarlık tarihinin en büyük düşünü demire işleyen ellerini öptüm. Astronotlarla ya da kozmonotlarla karşılaşmadım, ama Aziz Ağartan’ı dirseklerini Ay’a giden roket desenli teras korkuluklarına dayamış, gökyüzünü seyrederken gördüm!.. G Ali Ateş’tir, oyuncak uçan dairenin sahibi. Bir Japon oyuncağı olan uçan daire o kadar ünlenir ki, mahalleli her akşam Ali Ateş’in evinde toplanmaya başlar. Çaylar içildiğinde gösteri zamanı da geldi demektir. Televizyonun olmadığı o yıllarda rengârenk ışıklar saçan, çarptığı yerden geri dönen ve garip sesler çıkaran oyuncak uçan daire, neredeyse bir sinema filmi kadar sükse yapmaktadır. Misafirliğe eli boş gidilmeyeceği için, Ali Ateş’in uçan dairesini görmek isteyenler her akşam aynı armağanı götürürler: Pil!.. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin uzaya roketler gönderdiği 1960’larda, Anadolu’nun tozlu yollarındaki otobüslere “Apollo” yazmaktaydık! Öyle ki, bir otobüse aynen şu yazılmıştır: “Tek rakibim NASA”... İki süper güç uzayı fethetmek için rekabet ederken, bizler, Anadolu’da amblemi roket olan otobüsler yarıştırmaktaydık. Bilime sanata değer verilmeyen bir ülkenin vatandaşı olan Ali Ateş, çocukluğunda oyuncak uçan dairesine bakarak, Ay’a giden ilk Türk olmanın hayalini kursa da, 2000’li yılların İstanbul’unda, bir okul servisinin direksiyonu başında sürdürür hayatını. Oysa, babaannesi Ayşe Hanım, torununun hayali kırılmasın, düşleri tozlanmasın diye oyuncak uçan daireye kılıf bile dikmiştir. Gökyüzünün derinliklerine doğru yol alan bir oyuncak PAZARIN PENCERESİNDEN Karnesi kırığın açılımları... SELÇUK EREZ geçen iki haftanın ardından Fahri Bey’in kızının kanama geçirip düşük yapmasıyla sona erdi. *** S Oğlan, kendine öyle kolay kolay gelemedi. Bir hafta sonra onun bir arkadaşına gittiğini duyan babası köpürdü: erezs@superonline.com C M Y B C MY B adettin Bey, oğlunun karnesindeki kırıkları görünce önce bağırıp çağırdı, sonra tansiyonu çıktı, kalp ilacı almak zorunda kaldı: Bu herif adam olmayacak! Bu mevsim evde yarım saat oturup ders çalıştığını görmedim... Akşam bana hesap verecek! Gülseren Hanım eşini yatıştırmaya çalıştı: Ne olur bu akşam üstüne varma. Zavallı oğlan ağır bunalımda! Yıl boyunca aklı nerdeydi? Böyle notlar alınca mı bunalıma giriyor? Bu akşam hiç bir yere gitmeyeceeek, burada olacak! Kalbine iner... Durumu bildiğin gibi değil. “Bildiğin gibi değil” ne demek? Avukat Fahri Bey’in kızı var ya? Eee? Bizimkinden hamile! Neee? Sen dersleri ser, âlemin kızını... *** Kriz, babanın kalbinin sıkışması, annenin bayılmaları, kızın ailesiyle konuşmalar, doktorlara gidip gelmeler, yeminler, billahlar, söz kesme girişimleri ile fazlasıyla yoğun Birkaç gün sonra Sadettin Bey, oğlunu sorgulama isteğini tekrarladı. Nerede o kopuk? Yukarda yatıyor... Halsiz. Neden? Dün radyoda anons duymuş... Biri için acil kan lazımmış... Koşup iki şişe vermiş... Ne olur biraz kendine gelsin! *** Buuu geceee arkadaşına filan gitmeyecek... Bu gece burada olamaz ki... Neden? Turmepa’ya yazılmış, Sütlüce sahilinde denizden çöp toplamaya gittiler... Ulan bu ne kepazeliktir? Herif, biz kırık notlarının hesabını sormayalım diye açılım üstüne açılım yapıyor: Komşu kızı gebe bırakma açılımı, kan verme açılımı, şimdi de Haliç’te çöp toplama açılımı! Artık yemezler... Ben ona açılım nasıl yapılırmış öğreteyim de gör: Şimdi gidip, arkadaşlarının önünde ensesinden tutup münasebetsize öyle bir bir hesap sorma açılımı yapacağım ki millet bunu iki yüz yıl unutmayacak! G