Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 4 26/7/07 16:00 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK Isak Katedrali iç mimarisi ile büyüleyici. Petersburg’da zaman yok gibi. İstediğiniz saattesiniz, çünkü “Beyaz Geceler”in tam ortasındasınız. Neva nehri kıyısındaki Hermitaj Müzesi her gün uğramanız gereken bir mabet gibi. Puşkin’in öldüğü düello öncesi son kez uğradığı Nevski Caddesi’ndeki “Edebiyat Kafesi” hep kalabalık. “Dökülen Kan Kilisesi” ise kızıl akşamüstlerinin son durağı... Fotoğraflar: Gülcan Acar / Ali Deniz Uslu PETERSBURG’da zaman Kışlık Saray Hermitaj’ın önündeki kalabalık hiç bitmiyor. Ekim Devrimi’ni Hermitaj’a top atarak duyuran Avrora Gemisi. Beyaz Geceler’de Petersburg sokaklarını yeni evli çiftler dolduruyor. Ali Deniz Uslu 1. sayfanın devamı Her şeyi zihnime, onun yetmediği yerde fotoğraf makineme aktararak bitmeyen loş günışığının yoldaşlığında şehri tanımak için epey mesai harcadım. Şehrin parklarına ve meydanlarına yayılmış Dostoyevski, Puşkin ve Lenin heykellerinin peşinden gittim bir süre. Puşkin’in son düellosunu yapmadan önce gittiği Nevski Caddesi’ndeki “Edebiyat Kafesi” önünden geçip beyaz gecelerde bir yabancı olarak süzülmeye devam ettim. Turistik turların yapıldığı, etrafını hediye satıcılarının sardığı, devrimi Hermitage Sarayı’na kuru sıkı top atarak duyuran Avrora Gemisi’nden gittikçe koyulaşan gökyüzüne baktım. Karşımdaki otellerin üstündeki dev reklam panolarında Amerikan markalarının neonlu logolarından gözümü ve objektifimi kaçırmak için epey çaba harcadım. Gösteriş, ihtişam adına tarihin en sivri örneklerinden biri olan Hermitaj Müzesi ise büyüleyiciydi. Saint Petersburg ya da söylemeyi sevdiğim adı ile Leningrad, Çar I. Petro tarafından dört büyük ada, onlarca adacık üzerine temel kazıkları çakılarak 1703 yılında kurulmuş. Leningrad’ın coğrafyası hareketsiz, durgun bir deniz gibi... Petro bize “Deli” olarak tanıtıldı, ama Rus ve Türk tarihi üzerine araştırmalar yapan ve Leningrad’da bize bilgi veren Rus mihmandar Sergei, Petro’ya deli diyen tek milletin biz olduğumuzu biraz da kinayeli bir şekilde anlattı. Petro, Rus tarihinin miladı. Hırsları, arzuları ve düşlerinin peşinden gitmesi ile anılan tarihi bir karakter. Sıcak denizlere inme rüyası, Avrupa kültürüne olan düşkünlüğü, sanata aşkı bu kenti dünyanın en özel şehirlerinden biri yapmaya yetmiş. Petro saraylarında eğlenmek yerine gemi inşaatlarını öğrenmek için Avrupa turuna çıkmış. Tersanelerde çalışmış. Bilim adamları şiddetle karşı çıksa da bir bataklığı dünyanın en düzenli ve disiplinli denizci şehri kenti olarak inşa etmiş. Bazı Ruslar Saint Petersburg’u, rüyalarındaki gibi kuran Çar Petro için “Rusya’nın kaderi” diyorlar. Daha önceleri kendilerine özen göstermeyen Ruslara saç, sakal, kılık, kıyafet düzeni ve disiplin getiren, tütünü Avrupa’dan getirip içilmesi için teşvik eden Petro’nun tüm deliliği belki de buydu. Şehri kurarken Rusya’nın dört bir yanından taş ustaları getirtmesi, hepsinden yanlarında kendi şehirlerinden taş getirmelerini istemesi de sanırım bir başka delilik! İkinci dünya savaşında Hitler’in Leningrad hırsı bir milyondan fazla insanın canına mal olmuştu. 1941 yılında kuzeyin Venedik’i Leningrad 29 ay kuşatma altında kaldı. Hitler’in emriyle Wehrmact şehri, her gün binlerce topla dövüldü. Ölen bir milyondan fazla insanın yaklaşık 800 bini sivildi. Almanların geçtiği yerleri yakıp yıkması da cabası! Kuşatma kızıl ordunun zaferi ve bu şehrin kahramanlığı ile sona ererken Hitler'in de çöküşü başlamıştı. Ruslar ise bu yıkımı kısa sürede giderivermişler dünyaya ve Hitler’e inat… ŞEHİRDE KAYBOLAN ZAMAN Şimdi ise alabildiğine geniş Leningrad caddelerini onlarca yıllık otomobiller, yüz binlerce dolarlık lüks arabalar, 200 bin dolarlık saati nehre düştüğü için onu bulana 20 bin dolar veren görgüsüz Rus milyarderleri, eskiyi arayan sosyalizm sevdalıları ve beyaz geceleri çekiciliğinde kendine bir şeyler arayanlar dolduruyor. Bir akşam vakti, Devrim Meydanı’nda, Ekim Devrimi’nden bu yana yanan ateşi görmezden gelerek geçen turist kafileleri izliyorum, bir de limuzin kiralayıp evlenen gençleri. “Dökülen Kan Kilisesi” ya da “Yeniden Diriliş Kilisesi” olarak bilinen Çar II. Aleksandr’ın 1 Mart 1881 yılında suikasta kurban gittiği noktada inşa edilen, mermer ve taştan dokunmuş yapıya çıkıyor nedense caddelerim. Kiril alfabesiyle başım derde giriyor. Bu harfleri anlamak gerçekten emek istiyor. Yol bulmak, menüden yemek seçmek hiyerogliflerle oynamaya benziyor. Burada niye bunların İngilizcesi yok derken McDonals’ı Kiril Alfabesi ile görünce çifte ironi yaşıyorum. Sokaklarda kaybolma ve aç kalma pahasına bu harfleri çözmeye çalışıp yola devam ediyorum. Zamanı yok bu şehrin, zaman şehirde kaybolmuş… Ben de güzel kadınlardan kaçırmıyorum gözlerimi artık, o gözlerde kayboluyorum… Sonunda ayrılık vakti geliyor, Petersburg’un beyaz gecelerinin yorgunluğu yüzüme vururken Moskova’ya doğru heyecanla karışık bir merakla, karanlığa direnen gökyüzünü ardımda bırakarak yola çıkıyorum. Aklıma Dostoyevski’nin aşkı ve anlık mutluluğu anlattığı, yalnızca dört gün süren “Beyaz Geceler”inden bir cümle geliyor Nastenka’ya söylediği; “Sizi unutmak mı? Asla!” Ben de “Unutmak ihanettir!” diyorum içimden. Unutmayı iyi bilen bir ülkeden geldiğimi unutmadan... Leningrad’ı Moskova’ya bağlayan trenin penceresinden dingin, hareketsiz yeşil düzlüğe bakarken geride bıraktığım pek çok şehir ve insanın aklıma gelmesine engel olamıyorum. Hüzünlenmeyi severim, ama bu sefer sanki biraz fazla geliyor üstüme. Kızıl bir çarşaf gibi dokunmuş alacakaranlığı arkamda bırakıp, Nazım’ın şiirlerini mırıldanıyorum ona yaklaşırken. Dilime en son takılan onun da son şiiri oluyor; “Gelsene dedi bana/Kalsana dedi bana/Gülsene dedi bana/Ölsene dedi bana/Geldim/Kaldım/Güldüm/Öldüm... ALIŞMAK DA AYRILMAK DA ZOR... urat Er Petersburg’da bilgisayar mühendisliği okumuş. Farklı tekstil fabrikalarında müdürlük yaparken işadamı Nurettin Cengiz ile tanışmış. Cengiz Petersburg’da bir restoran açmak niyetindeymiş, çünkü turist bu ülkeye ilk gelişinde yemek bulamamış, aç kalmış. Cengiz adını “Antalya” koyduğu restoranı açmış, Er’i de başına getirmiş. Restoran’ın adının Antalya olmasının nedeni de oldukça ticari, çünkü Petersburg’da yaşayanların yüzde 80’i Antalya’yı çok iyi tanıyor, çoğu tatillerini Antalya’da geçiriyor. Restoranın müşterilerinin yüzde 90’ı Rus. Benim gibi Türkiye’den gelen ve Rus mutfağına pek uyum sağlayamayan turistler de burada yemek yiyorlar. Mercimek M çorbası, kuzu çevirme, Kayseri mantısı ve sac kavurması Rusların gözdeleri. Murat Er öğrencilik yıllarını çok zor geçirdiğini, bir seferinde yalnızca postanenin yerini öğrenebilmek için 100 dolar para ödediğini anlatıyor, “Ruslar bize, biz de onlara çok yabancıydık” diyor. Murat Er Dağıstan Türkü olan eşiyle de Petersburg’da tanışmış. Yani beyaz geceler onların aşkına da tanıklık etmiş. Er, Petersburg’da eğlence kültürünün 1990’larda değiştiğini söylüyor. Nedeni Rus halkının diğer ülkeleri gezmeye başlaması. “O ülkelerde gördükleri eğlence hayatını buraya taşıdılar ve eğlencenin şekli de oldukça değişti. Özellikle 1998’den sonra gece kulüpleri yayılmaya başladı. Artık her binanın altında bir eğlence mekânı bulabilirsiniz” diyor. Peki, eski düzene, sosyalizme ne oldu? “Komünizmden bir kopma var, ancak bazı konularda eski prosedürle hâlâ devam ediyor. Rusya toprağı o kadar parçalanmış ki devletin hâkimiyetinde çok az alan var. Toprakların çoğu eski komünizm döneminden kalan, KGB’den emekli generallerin veya subaylar yönetimindeki mafyavari örgütlerin elinde.” Rusya’nın bugünkü ekonomik politikasından bir şikâyeti yok Er’in, Vladimir Putin’in Rusya’nın yeraltı kaynaklarını verimli kullanmasının ekonomiyi hareketlendirdiğini, Rusya’nın az da olsa eski havasını yakaladığını, böyle giderse sırtının yere gelmeyeceğini düşünüyor. Murat Er 15 yıldır Petersburg’da yaşıyor.