Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
PAZAR EKİ 6 CMYK 6 PAZARIN PENCERESİNDEN 17 EYLÜL 2006 / SAYI 1069 Tatilden dönüş... Selçuk Erez Sizi korkutacağım... Mutlu Hesapçı G O tobüs, Fethiye’den kalktı, gecenin çok geç bir saatinda bir benzinlikte durdu; yolcuların hemen hepsi inip benzinliğe bitişik aşevine yöneldiler. Muavin, arka sıralardan birinde kaykılmış duran bir gencin uyumakta olduğunu fark etti: Uyan, uyan! Bundan sonra İstanbul’a kadar mola yok! Oğlan kalktı, sersem sepelek lokantaya doğru yürüdü; yüz numaranın yeri kokusundan belliyde. “Erkeklere mahsus”a yöneldi. Soğukta kuyrukta beklerken açıldı. Aşevi mercimek çorbası kokuyordu. Genç, karnının kazındığını hissetti. Mercimek çorbasının kokusu öyle hoştu ki... Cebindeki bozuklukları saydı: İstanbul’da terminalden evine gidebilmesi için gerekeni ayırdığında bir tas çorba içebilecek kadar para kalıyordu. Tezgâha yöneldi: Bana bir tas mercimek çorbası! Çorba tasının yanında yarım limon verdiler; masalarda dilimlenmiş taze ekmek vardı. Bir yere ilişti. Kaşığı çorbaya daldırırken mercimek suyunun içinde bir at sineğinin yüzdüğünü gördü. enç bir yönetmen Biray Dalkıran. Reklam ve klip yönetiyor ve ilk filmi “Araf” ile Altın Portakal’da yarışıyor. Bu ilk ödülü değil... Öncesini ve sonrasını şöyle anlatıyor: Biray Dalkıran kimdir? Biz sizi ilk uzun metraj filminiz “Araf” ile tanımaya başladık. Eğitimimi Beykent Üniversitesi SinemaTV Bölümü’nde tamamladım. Şimdi, Marmara Üniversitesi Radyo TV Bölümü’nde doktora yapıyorum. Okurken tanıtım filmleri çekiyordum, kısa bir film de çektim ve Altın Portakal kazandım. Kısa filmlerdeki başarılar uluslararası yarışmalarda da devam etti. Araf’ı çekmeye nasıl karar verdiniz, proje nasıl oluştu? 2002 yılında elimizde üç hikâye vardı, bunların arasından Araf’ı çekmeye karar verdik. Konusu diğerlerine göre daha baskın ve daha heyecan vericiydi. Bana göre sinema yaptığın zaman biraz da konuşulması gerekiyor; ne kadar eğlendik, çok komikti, yorumlarının yerine bu filmi konuşalım, tartışalım, demek gerekiyor. Araf, kuvvetli ve izlediğiniz zaman üzerinde uzun süre konuşabileceğiniz bir film oldu. Araf, Altın Portakal’da yarışan dokuz Türk filminden biri. Türü, korkudrama. Yönetmeni, reklam filmleri ve kliplerle ismini duyuran Biray Dalkıran. Oldukça iddialı konuşuyor, türün gereklerini yerine getirdiğine, izleyiciyi hem korkutup hem ağlatacağına inanıyor! İkinci film mi? Kendini daha rahat hissedeceğini düşünüyor. Hikâyenizin gücüne inanıyorsunuz, bu inancın nedeni, daha doğrusu hikâyeniz ne? Filmde bir genç kızın hikâyesini anlatıyoruz. 24 yaşında, Eda adından bir karakterimiz var. Alımlı bir kız ve dans öğrenciliği yapıyor. Kendinden yaşça büyük bir adama âşık oluyor. Bir ilişki yaşıyorlar, hamile kalıyor, ama hamileliğini geç, 16. haftasında öğreniyor. Bu süreden sonra karakterin tek bir yolu kalıyor, yasal olmayan yollardan kürtaj olmak... Buna rağmen karakterimiz yasal olmayan yollardan kürtaj oluyor. Bizim hikâyemiz de buradan sonra başlıyor zaten. Bebeğe bir şans veriyoruz, ne cennete gidiyor ne de cehenneme, onu Araf’ta tutuyoruz. Bebeğe “al senin bir şansın var, git annenle ne yapmak istiyorsan yap” diyoruz ve hikâye doruğa ulaşıyor. NEREDEN GERİ DÖNÜLEBİLİR? Peki, neden bebeği, cennetle cehennem arasında, yani Araf’ta tuttunuz? Bu, bebek nerede kalabilir sorusuna yanıt ararken çıktı. Cennette olsa geri dönmek istemez, cehennemde olsa geri dönmesine izin verilmez. Nereden geri dönebilir? Ancak Araf’tan. Filminizin kadrosunda kimler var, oyuncuları seçerken kıstaslarınız var mıydı? Mehmet Birkiye psikolog rolünde ve onunla çalıştığım için çok şanslıyım. Genç oyunculardan Akasya Asıltürkmen ve Murat Yıldırım ana karakterlerdeler. Kıstaslarım; kesinlikle bu işin eğitimini almış ve kamera tecrübesi edinmiş olmalarıydı. Doğru seçimlerde karakterlerim ete kemiğe büründü ve güzel bir iş çıktı. Gizem karakterini seçerken zorlandık. Küçük oyuncuyu bulmak zordu, 200 kızın arasından seçtik. Biray Dalkıran. Filmin türü korku olarak geçiyor... Korku drama diyebilirim. Çünkü sırf korku filmi olsa Altın Portakal’a seçilmez. O kadar güzel bir dram öyküsü var ki içinde, özellikle bir yerde ağlayacak, film bittikten sonra çok korkacak ve duygulanacaksınız. Dramatik öyküsü sağlam olan bir film yapmaya çalıştık. Altın Portakal’da genç bir yönetmen olarak yarışmak, yer almak çok heyecan verici olmalı... Gerçekten çok mutlu ve heyecanlıyım. O kadar şanslıyım ki çok önemli filmler ve yönetmenlerle bir aradayım. Altın Portakal’da yer almak çok önemli. Araf festivaldeki en farklı ve festivale seçilen tek korku filmi. Jüri korku filminin içindeki dramı ve sanat altyapısını fark ettiği için filmi kabul etti. Dokuz önemli filmin arasında yer almak çok güzel... Bu film hayatınızda bir şeyleri değiştirdi mi, değiştirecek mi? Uzun metrajı çekmeden önce Google adımı soyadımı yazdığım da 400 tane sayfa çıkıyordu, reklam ve kısa filmlerimden dolayı; uzun metrajı çektim, hayatımda 400 sayfa değişti 800 sayfa oldu. Altın Portakal’da seçildik bu sayfalar daha da çoğaldı. Bu bir ölçüt mü, değil; fakat ben ikinci filmimi çekerken daha rahat edeceğim. Bu adam çok iyi filmler yapmak zorunda çünkü Türkiye’de uzun metraj çekme lüksüne sahip sayılı insanlardan biri. O lüksü kendim yarattım. Reklam çektim, kendimi geliştirdim ve uzun metraja yatırdım birikimlerimi. Sonunda bu film oldu. Üstelik keyif veren ve merak uyandıran bir film oldu. Bir anons: İstanbul yolcuları otobüse! Otobüsünüz kalkıyooor.. Çorbayı tezgâha götürüp yenisini isteyecek zaman yoktu... Otobüs kalkıyordu ama çocuk açtı ve mercimek çorbası da çok güzel kokuyordu.. Çorbanın içindeki at sineği kah sırtüstü, kah yüzüstü bızzzlıyordu. Çocuk, buna sevindi, “Demek ki sinek çorbaya yeni düşmüş.. Yani saatlerdir çorbada pişip özünü suya salmamış!” diye düşündü. “Belki bu da bizim otobüsle Fethiye’den gelenlerdendir!” Sineği kaşığıyla kepçeliyip masanın az ötesine fırlattı, ardından sıcak aluminyum tası tuttu, kafasına dikip içiverdi. İstanbul yolcuları, kalkıyoruuuuz! Fethiyeli at sineği, az önce boğulacağına hemen hemen yüzde yüz inandığı halde hiç beklemediği anda böyle kurtuluvermesine önce şükretti ama çocuğun bindiği otobüs hareket ettikten az sonra kanatları biraz daha kuruyunca ve aşevinin soğuk taş zemininde gezerken tirtir titremeğe başlayınca o yemyeşil ılık çorbada kulaç attığı anların özlemini çekmeğe başladı. Çocuk şimdi otobüsdeki eski yerine yerleşmiş, hava, İstanbul’a yaklaştıkça serinlemeğe başladığından sırt çantasından çıkardığı kazağına sarılmış uyuyordu: Mercimek çorbasının yol açtığı doygunlukla gevşemişti; rüyasında, Ölüdeniz’in kumlarını, birkaç gün önce içinde yüzdüğü ılık, mavi suları görüyordu. Otobüs, İstanbul’da, terminale yaklaşırken genç, bir rüya daha gördü: Renkli yamaç paraşütüyle atlıyordu; yavaş çekimle içine indiği deniz, sımsıcak bir mercimek çorbasıydı! Datça’da her yıla bir usta... “Sinema GünleriUstaya Saygı”. Bu, Datça Belediyesi’nin bir etkinliği. Datçalılar bundan sonra her yıl bir ustayı anacak. Üstelik sadece filmlerini izleyerek değil; panel, sergi ve konserlerle. Bu yıl Atıf Yılmaz’ındı ve dostları Atıf Yılmaz’ı anlattı. Esra Açıkgöz tıf Yılmaz, Datça Belediyesi’nin düzenlediği bir etkinlik kapsamında yapılan konser, panel, sergi ve sinema gösterileriyle anıldı. Üstelik de Datçalıların gösterdiği yoğun bir ilgiyle. Atıf Yılmaz ne Datçalıydı, ne de ölümünün birinci yılıydı. Bu, Datça Belediyesi’nin bundan sonra her yıl düzenleyeceği “Sinema GünleriUstaya Saygı” programının ilki. Datçalılar bundan sonra her yıl bir ustayı anacak. Sinema Günleri’ne Atıf Yılmaz’la başlanmasının nedeni ise basit: “Çünkü o, tüm zamanların, hatta ulusal sinemanın yönetmeni”. Datça Kaymakamlığı’nın desteklediği Sinema Günleri, bir imece etkinliği; sponsorluğunu Diwi Swiss ve Trojka, konaklama sponsorluğunu Türk Evi Datça, organizasyon desteğini Birikim Medya yaptı. Amaç, sekiz bin nüfuslu Datça’yı kültür kenti yapmak. Bu yüzden de 1999’dan beri klasik ve modern bale, opera, şan konserleri, tiyatro gibi çeşitli sanat faaliyetleri yapılıyor. Datça Belediye Başkanı Erol Karakullukçu, bunlara sinemayı eklemelerini ise şöyle anlattı: A Atıf Yılmaz. “Sinemayı diğer yerlerde düzenlenen etkinliklerden biraz daha farklı bir temada yapmak istedik. İnsanlarımıza eski açık hava sineması günlerini yeniden anımsatmak için etkinliği amfi tiyatroda yapmaya karar verdik. Bu şekilde, hem sinema sanatına emek vermiş bir ustamızı anmak, hem de artık unutulmaya yüz tutmuş yazlık sinema geleneğimizi yeniden yaşatmayı amaçlıyoruz”. Etkinlikte sadece Atıf Yılmaz filmleri gösterilmekle sınırlı kalınmadı, dostları Yılmaz’ı Datçalılarla paylaştı. Sinema günlerinin sanat danışmanı Berhan Şimşek ve Orhan Alkaya Yılmaz’ın hayatını anlatırken, Leyla Özalp, Erdal Özyağcılar, Güzin Özyağcılar, Müşfik Kenter, İlyas Salman, Mehmet Esen, Ulaş Ak, Mine Çayıroğlu, Ragıp Yavuz, Burçak Evren de, bir dost ve yönetmen olarak Yılmaz’ı anlattılar. Cahit Berkay ise, “Selvi Boylum Al Yazmalım” başta olmak üzere Yılmaz’ın film müziklerinden oluşan bir konser verdi. İşte dostlarının anlattığı Atıf Yılmaz... ? ? ?