Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
PAZAR EKİ 16 CMYK 16 17 EYLÜL 2006 / SAYI 1069 Ben mutluyum, hüzün sesimde var “Ayrılık Şarkıları” bir ilk albüm. Sonat on yıl beklemeye değer bir albüm olduğuna inanıyor. Sesindeki ve yüzündeki hüznün nedenini Arap köklerinde arıyor. “Ezilmişliğin verdiği acı sesinizin rengine de yansıyor” diyor. Albüm pop, ama o en çok türkü söylemeyi seviyor. Berat Günçıkan ahnede heyecandan öleceğini düşündü. Bu ilk değildi, yıllardır sayısız sahneyi güvenli adımlarla kullanmıştı, ama bu kez başkaydı. Milenyum gecesiydi, her dilden, her ülkeden müzisyen oradaydı, izleyici sayısının ise üç milyonu bulduğu söyleniyordu... O gece sahneye bir de Türkçe söyleyen şarkıcının çıkması gerektiğini düşünen organizatör, Berlin’de kısa süreli çalıştığı o küçük barda bulmuştu Sonat’ı. “Evet” demişti, ama şimdi korkuyordu işte... Sırası geldiğinde çıktığı dev sahnede kaybolup gitti önce. “Huma Kuşu” diye türküye başladığında, o büyüdü, sahne küçüldü. İzleyenler şaşkındı... 1999’da Berlin Filarmoni’de her yıl düzenlenen Jazztreff’te üç türkü söylediğinde sorular birbirini izlemişti, “Kimsin”, “Albümün var mı”? Yine aynı sorularla karşılaştı, hayır, albümü yoktu. Aradan altı yıl geçti, ilk albümünü geçen ay çıkardı: “Ayrılık Şarkıları”. Bu albümle onca yılın hıncını çıkaran Sonat’la, şarkı söyleme halini ve albümünü konuştuk: Fotoğraf: VEDAT ARIK S Albüm için geç kaldığınızı düşünüyor musunuz? Düşünmüyorum, hiç düşünmedim de. Ben beş yaşında şarkı söylerken de çok mutluydum, şimdi de çok mutluyum. Eşim, arkadaşlarım beni hep hırssız, isteksiz gördüler, ama ben hep zamanı geldiğinde olacağına inandım, demek ki zamanı bugünmüş. Hiç hırsınız yok mu, gerçekten? Var, ama hırsım da, yarışım da kendimle. Hep kendimi geçmeye çalıştım, bir şarkıyı beğendiysem, onu niye söyleyemiyorum, diye hırslandım. “Ayrılık Şarkıları” albümün sonbaharda çıkmasıyla mı, yoksa sizinle mi ilgili? Benimle. Sesim, böyle acıklı şarkılara çok gidiyor. Yaşadıklarınız sesinize vuruyor, isteseniz de istemeseniz de. Doğulu, Arap kökenli olmanın da bir payı var bunda. Ne kadar geriye giderseniz gidin, acılar karşılıyor sizi ve galiba bu da genetik. O ezilmişliğin verdiği acı, ses renginize de, bakışınıza da yansıyor. Sonunda acıları anlatan şarkıları daha çok seviyorsunuz. Ben kendi adıma öyleyim, hiçbir zaman müzikle neşelenemedim. O zaman albümde, daha çok hüzün var diyebiliriz, adı da kedere uygun... Repertuvarı belirledikten sonra bir baktım, hakikaten şarkıların hepsi acıyı, hüznü anlatıyor, ama bir istek hali de var. Medcezir gibi, git derken gitmemesini istemek... Bence “Ayrılık Şarkıları” ismi de bu gitgitme haline uydu. Genetik olduğunu varsaydığınız acı, günlük hayatınızı da puslu hale getirmiyor mu? Aslında, çok mutlu bir kadınım, ama sesimde ve bakışlarımda hep bir hüzün var galiba... Albüm, sizin bir bestenizle başlıyor, sözleri Ayşenur Yazıcı’ya ait... Beste denemesi dersek daha doğru olur. Beste yapmak çok uzun yıllar ve emek, ayrıca da eğitim isteyen, teknik yönleri de olan bir iş. Bir kızgınlık anımda denemiştim ve bu beste ortaya çıkmıştı, Ayşenur Yazıcı da bir şiirini müziğe uyumlu hale getirdi. Sonuç; herkes bu şarkının beni çok iyi anlattığını söylüyor... Mersin’de doğmuş, orada büyümüş, sonra seramik teknikeri olmuşsunuz. Telekom’da pul desinatörlüğü yaparken, sahneye çıkmışsınız... Müzik ve sahne, siz gecikmişlik duygusu yaşamasanız da hayatınıza geç girmiş... Lise yıllarımda, Halk Eğitim’de, Türk sanat müziği ve halkoyunlarıyla ilgilendim. Zevk içindi, öyle düşünüyordum, ama TRT sınavlarına girmekten de kaçınmadım. Antalya Radyosu’na girmeye hak kazandım, ama ailem engelledi. Beni sahneye yönlendiren ise Telekom’daki müdürüm oldu, “Neden şarkı söylemiyorsun” diye sordu, “müzik vücudundan çıkıyor”. O arada eşim Orhan Sancak’la tanıştım, o da müzik yapıyordu, albümün aranjörü de o birlikte sahneye çıktık... öyle çıkmak istiyor içimden. Belki de bilinçaltımdan, sesim yetmeyecek, vücudumla destekleyeyim diye bir şey geçiyor, o sırada... Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Eşle sahneye çıkmak, hep bir diken üstü hali olma durumu yaratmıyor mu? Birbirinizi desteklemek, diğerinin arkada kalmasını engellemek... Ben çok şanslı olduğumu düşünüyorum, mesleğimiz, onun çok iyi bir müzisyen olması, bizi birbirimize daha çok bağladı. O prensiplerinden ödün vermeyen biri, benim memurluktan gelen, verileni çabuk, sorgusuz sualsiz kabullenme alışkanlığımı değiştirdi. Orhan dikkatimi görünenin arkasında olup bitene çekti. Galiba, biz aynı sahnede olmasaydık, ben müzik yapamazdım. Arap asıllısınız, neden Arapça şarkı söylemediniz? Galiba bunda azınlık psikolojisinin etkisi var. Ailem, Suriye’den gelme, ama kendilerini kabul ettirme çabasıyla olmalı, evde Arapça konuşmak yasaktı. Annem ve babam, ancak bizden gizlemeleri gereken bir konu olduğunda Arapça konuşurlardı. Bu yasak yüzünden de Arapçayı tu kaka sandık. Arapça bilmiyorsunuz, yani... Bizim lehçeyi anlıyorum, ama Suriye Arapçasını anlayamıyorum. Kırık bir Arapçam var, galiba. Arapça söylemeyi çok istiyorum aslında, ama şovenist olarak adlandırılmak ya da dışlanmak istemiyorum. Dile hakaret etmek, o dilin kendine ait estetiğini de bozmak istemiyorum. Önce dili öğrenmeliyim. Türkülerle aranız nasıl? Çok seviyorum, bazen merak ediyorum, neden ben türkülerde bu kadar çok kötü oluyorum? Sadece bir tınıyı duyduğumda bile tüylerim kalkabiliyor. Ağlamaya başlıyorum, söylerken sesim birden kendini buluyor. Acıda eşitlik hissi mi duyuyorsunuz? Belki. Ben bozlakları çok seviyorum. Bin yıl sonrasını göremeyeceğim, ama 1000 yıl daha yaşasam hiç kimseden Neşet Ertaş’tan etkilendiğim gibi etkilenmeyeceğim. PİYANO SONATI ANNE... Sonat sahne isminiz olmalı? Benim adım Taciser, memur olduğum için sahneye bir başka isimle çıkmam gerekiyordu. Oğlum Melih, “Anne, böyle bir müzik terimi var. Sen piyano sonatısın” dedi ve adımı koydu: Sonat. Oğlumun beni bir piyano gibi algılaması çok hoşuma gitmişti... Sesin vücuttan çıkması... Sahnede gerçekten izleyene böyle bir his veriyorsunuz, siz o an ne yaşıyorsunuz? Benim onu yaşadığımı sadece sizler söylüyorsunuz. Ben bilmiyorum, o benim için bir şuursuzluk hali. Kendimde değilim orada. Videoda izledikten sonra kendime izleyicinin gözüyle bakmaya başladım ve özümsedim, ama bence bu durum öğrenilebilecek bir şey değil, demek ki müzik ETKİNLİK: İLETİŞİM TOPLANTILARI Ortadoğu tartışılıyor... A fganistan, Irak, Filistin, İran, Lübnan... Ortadoğu’da taşlar yeniden yerinden oynuyor. İletişim Yayınları, küresel politikanın odağında yer alan, gündemi belirleyen Ortadoğu işgalini, bölgedeki gelişmeleri, yerel ve bölgesel çatışmaları “Ortadoğu” başlığı altında “İletişim Toplantıları”nın Eylül ayı dosya konusu politikası olup olmadığını, bölgeyle ilgili temel kaygılarını, kısa ve uzun vadeli stratejilerini tartışacaklar. 21 Eylül’de yine önemli bir kitap üzerinden Ortadoğu'yu anlama çabası sürecek: “Ortadoğu’da Maduniyet: Toplumsal Hareketler ve Siyaset”. Toplantının konuşmacıları ise Koray Çalışkan, Doğan Çetinkaya ve Erhan Keleşoğlu. 26 Eylül’de “Savaşın Medya CephesiMedyanın Savaş Cephesi” başlıklı toplantıda Ömer Madra, Sefer Turan, Mustafa Alp Dağıstanlı ve Ünsal Çığ’ın katılımıyla savaşın temsil sistemlerindeki izi sürülecek. Toplantıda, “Nasıl bir savaş izledik, ekranlardaki ve sayfalardaki savaşı kim kazandı, stratejiler neydi ve istenilen sonuçlara ulaşıldı mı, dünya medyası 1982’de Beyrut’ta ne gördü, şimdi ne gösterdi, Nasrallah ve Hizbullah’ın zihinlerdeki imgesi gerçekten olumlu hale geldi mi?” sorularının yanıtları aranacak. 28 Eylül’deki “İtham Ediyoruz!” toplantısı ise ismini altında Taha Parla, Yıldırım Türker, Ayşe Gül Altınay, Koray Çalışkan ve Perihan Mağden’in imzası olan metinden alıyor. Bu orijinal ve ses getiren metni imzalayanlar, o gün İletişim Yayınevi’nde metni, Ortadoğu’yu ve Türkiye’nin tutumunu sesli olarak dile getirecekler. Adres: Binbirdirek Meydanı sok. İletişim Han Cağaloğlu (Tel: 0 212 516 22 68) yaptı. Etkinlikte bölgedeki taşların neden ve nasıl oyna(tıl)dığı çeşitli açılardan masaya yatırılıyor. 19 Eylül’deki “Türkiye İçin Ortadoğu Var mı?” başlıklı toplantının konuşmacıları Kenan Çamurcu, Gökhan Çetinsaya, Ömer Laçiner ve Güven Gürkan Özkan. Konuşmacılar, bu başlık altında Türkiye’nin izlediği belirli bir Ortadoğu