01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 ŞUBAT 2006 / SAYI 1038 9 KLASİK MÜZİK ALBÜMÜ Piyanonun en iyi yüzü Y üzyıllardır müziğin simgesi haline gelen piyano özellikle efsaneleşmiş müzisyenlerin kendilerini ifade etmelerinde en iyi araç. Çünkü duygu aktarımını en akıcı o yansıtıyor. Şimdi klasik müzik severler için kaçırılmaması gereken bir arşiv çalışması müzik marketlerde yerini aldı. “EMI” etiketiyle yayımlanan “Best Piano Classics 100”, müzik tarihinin unutulmaz 100 baş yapıtını bir araya getirmiş. Altı CD’den oluşan bu toplama albümün neredeyse tek cd fiyatına satışa sunuluyor olması da artısı. Albümde bir araya gelen eserlerin hangi kriterlere göre seçildiği belirtilmese de albümü dinleyince bu seçimin belki de olabilecekler arasında en iyisi olduğunu düşünüyorsunuz. Albümü özel yapan nedenlerden biri de bu yıl 250. yaşı tüm dünyada kutlanan müzik tarihinin en büyük dehalarından Wolfgang Amadeus Mozart. Müzik dünyasına eşsiz bir miras bırakan Mozart, bu toplama albümde de herkesin aşina olduğu yapıtları ile yer alıyor. SİTAR KRALİÇESİ Zekeriya S. Şen S HERKES İÇİN MÜZİK Klasik müzikle arası çok iyi olmayanların dahi kulaklarına tanıdık gelecek melodiler albümün şarkı seçimini kısmen ifade ediyor. Beethoven’dan “Für Elise”, Mozart’tan “Türk Marşı”, Chopin’den “Polonaise" ve "Fantaisieimpromptu" ilk dinleyişte tanıdık gelenler. Ayrıca Tchaikovsky, Brahms, List, Schubert, Bach, Ravel, Balakirev ve elbetteki üç numaralı piyano konçertosu ile Rachmaninov albümde yer alan diğer büyük isimler. Wolfgang Amadeus Mozart... Albümdeki eserleri ise farklı yorumcular icra etmiş. Bu yorumcular, Beethoven’ın yaşayan en büyük yorumcusu kabul edilen Stephen Kovacevich, JeanBernard Pommier, Marta Argerich, Aldo Cicciolini, Christian Zacharias, Sviatoslav Richter ve iki yıl önce İstanbul Müzik Festivali’nde izlediğimiz günümüzün en yetenekli piyanist ve orkestra şefi olarak gösterilen Mikhail Pletnev. Sonuçta “Best Piano Classics 100” yalnızca klasik müzikseverler için değil her türden müzikal dinleyiciye yakın bir albüm. Piyanoyu keşfedecekler için iyi de bir başlangıç. Bu çalışma, içerdiği yüz eserin en iyi olup olmadığını tartışmaktan ziyade klasik müziğin dinginliğinde rahatlatmak için birebir. Üstelik Mozart gibi bir müzik dâhisinin 250. yaşını kutlarken çok daha keyifle dinleniyor. hankar soyadı mutlaka size bir şey hatırlatıyordur. Anoushka Shankar, efsanevi sitar çalgıcısı ve dünyanın en tanınan klasik Hintli sanatçısı Ravi Shankar’ın kızı. 24 yaşındaki bu güzel ve yetenekli kadın, müzik yaşamına dokuz yaşında babasından aldığı eğitimle başlamış. Ancak, Kuzey Hindistan’ın geleneksel folk müziğini dünyaya tanıtan ve o müziğin nasıl sunulması gerektiğine dair devrim yaratan bir sanatçının kızı olması, müzik hayatında kolaylıklar sağlamamış. Çünkü, müzik piyasasında var olmak ünlü bir babanın yanı sıra yetenek gerektirdiği kadar, erkeğin dominant olduğu bir müzik enstrümanında kadın olarak ön plana çıkmanın zorlukları da anlatmakla bitmez. Anoushka Shankar bu zorlukları büyüleyici müziğinin sessizliği kesmesi gibi aştı. İlk albümü “Anoushka”yı 17 yaşında yaptı. Beş parçadan oluşan ve babasının dört eserinin yer aldığı bu albüm, tam notla değerlendirilmesine rağmen sanatçıyı küçük bir kitleye tanıttı. 2000 yılında gelen “Anourag” albümünde ise Shankar’ın müzik olarak olgunlaştığını ve sitar çalma stilinin geliştiğini gördük. 2001’de “Live At Carnegie Hall” canlı performansı ise müzik hayatındaki kilometre taşı oldu ve dünya çapında tanınmasını sağladı. Peter Gabriel'in WOMAD festivalinde yer alan sanatçı, aynı zamanda İngiltere Parlamentosu tarafından sanata ve müziğe katkısından dolayı ilk defa bir kadına verilen onur nişanı ile ödüllendirildi. Kısa, ama yoğun bir müzik macerasına sahip olan sanatçı, EMI etiketi ile önümüzdeki ay çıkacak yeni albümü “Rise” ile karşımızda olacak. TUTKUDAN DOĞAN MÜZİK “Rise” albümünde Anoushka Shankar bilinçli bir tercihle Raga melodilerine sadık kalarak müziğinin yapı kurallarını genişletmiş. Hindistan’ın en iyi müzisyenleri ile çalışan sanatçı, geçmişi ve gelecekteki farklılıkları aynı çatı altında başarıyla harmanlamış. Yeni albümün en büyük özelliği, tüm performansçıların teknik detaylardan uzak, tutku dolu renkli müzik işlemelerinin hissediliyor olması. İlk defa kendi bestelerini yapan sanatçı albümdeki dokuz parçanın bestecisi. Ayrıca, “Red Sun” ve “Beloved” parçalarında sitar kullanılmamış. Albüm zamanlama olarak da kusursuz. Ravi Shankar ve Tabla virtüözü Zakir Hussain’in dünya platformuna taşıdığı Hindistan müziğine inanılmaz bir ilgi olan dönemde piyasaya çıkacak. Bu da albümün beklenenden daha fazla bir kitleye ulaşmasını sağlayacak. Albümün açılış parçası “Prayer in Passing” keyifli ve basit bir melodi sentezine sahip. Parça Anoushka Shankar’ın sitarının öncülüğünde ilerleyen Flamenko piyanosu, mohan veena (yatay gitar), tabla, bansuri ve Ortadoğu düdüğü ile süslenen bir müzik ziyafeti. “Red Sun”, parçasında konnokol olarak bilinen meşhur Hindistan vokal perküsyon tekniği kullanılmış. İnsan vokallerinin teknolojiyi alt ettiği eşsiz bir örnek. “Mahadeva” parçası felsefeyi müziğe dönüştüren bir O, ünlü sitar ustası Ravi Shankar’ın kızı. Ancak bir efsanenin kızı olması, sırtını babasına dayamasına yol açmamış. Henüz 24 yaşındaki ANOUSHKA SHANKAR sitar çalma stili, tutku dolu müziği ve besteleriyle yoluna tek başına devam ediyor. Shankar, önümüzdeki ay çıkacak yeni albümü “Rise”la da bunu kanıtlıyor. araç. Siva’ya (Kuzey Asya mitolojisindeki Brahma tanrısının yaratıcı/yok edici görüntüsü) adanmış bir bhakti (tutku) bestesi. “Rise” albümünün bir diğer özelliği ise yoğun bilgisayar programcılığından arınmış olması. Bilgisayarlar sadece geleneksel enstrümanların melodilerini yakalayıp işlemekte kullanılmış. Bu da albüme doğal bir kişilik kazandırmış. “Solea”, parçasında Hint ve Flâmenko müzikleri birleşip iki uçta yer alan çingene ruhunu canlandırıyor. Albümün kapanış parçası “Ancient Love” teknolojik ve klasik yapıların birleştiği kusursuz bir organizma. Yaklaşık 11 dakikanın üstünde olan parça solist Tanmoy Bose’nin gazel havasında acı inlemeleri ile açılıyor ve sürekli yüce bir oluşumun varlığını sorguluyor. İnsanların git tikçe şizofrenleştiği günümüz dünyasında, bu tür müzikler ruhların kendilerini kaybetmemesi için bir ışık niteliğinde. Müzik ile tedavi, daha ne denebilir ki? “Rise” aynı tutkudan doğan müziği ve felsefeyi birleştiren bir albüm. Ravi Shankar’ın olgun çalışmalarına kıyaslandığında albümde elbette eksik noktalar var, ancak çok ilerici ve ufuk açıcı. Özellikle 24 yaşındaki bir sanatçının emeği ile ortaya çıkmış olması ise ayrı bir olay. Ana konsepti huzur ve müzik ile meditasyon olan albüm, modern yaşamın ezici yükünü biraz olsun katlanabilir hale getiriyor. Bazılarımız için güneşi doğuran, diğerlerimiz için batıran bir albüm olacağı kesin. [email protected] NEM ’den sessiz şarkılar Ali Deniz Uslu nkara’nın müzik dünyasına kazandırdığı son isim “Nem". Onlar, tarzlarını agresif olmayan pop rock olarak tanımlıyorlar. Müziklerinde ise seslerden çok sessizliği kullanmanın avantaj olduğunu söylüyorlar. Nem dinlendiren melodileri, caz tınıları ve şiirsel sözleri ile kendini şimdiden dinleyici kitlesine benimsetmiş durumda. Biz de Nem grubu elemanları Hakan Özlücan. Kıvanç Bosuter, Levent Kutlutürk, Emre Koylu ile müziklerini ve ilk albümlerini konuştuk. “Nem” nasıl bir araya geldi? Hakan: Ben Kıvanç ile stüdyo ortamında tanışmıştım, o zamanlarda tüm mesaimizi müziğe veriyorduk. Çeşitli türleri deneyip ne yapmak istediğimize karar vermeye çalışıyorduk. Bizi ifade eden müziği bulmak için kocaman bir çemberi tamamladık. Sonra İstanbul’dan Ankara’ya döndük. Yani günümüz müzik gruplarının yaptıklarının tam tersini yaptık. Çünkü tüm sosyal faaliyetlerimiz Ankara’daydı. Emre ve Levent ile tanışınca da albüm için bir yıl süren demo ve concept çalışmasına başladık. “Nem” ismi farklı anlamlar uyandırıyor. İsminizin özel bir hikâyesi var mı? KıvançHakan: Maceralı bir hikâyesi ve çok özel bir anlamı yok. Bizim için önemli olan kısa, öz ve minimalist olması. İlk zamanlar aklımıza birçok isim geliyordu, ama bir gün koyduğumuzu ertesi gün beğenmiyorduk. Nem ise içimize çok sindi, çünkü derin bir anlamı vardı. Söylendiğinde de güzel hisler uyandırıyor. Zaten şarkılarımız arttıkça grup karakteri oturdu ve ismimizi çok güzel taşımaya başladı. A Müziğinizi hangi kategoriye koyuyorsunuz? Hakan: Agresifliği olmayan pop rock diyebiliriz. Aslında bu kararı bizi dinleyenler vermeli. Chris Cornell, “Yedi şarkınız varsa artık siz bir grupsunuz” der. Biz de öyle düşündük ve sonuçta ortaya biz kokan minimalist bir müzik çıktı. Ağır temaları işlesek de onu müzik ile dengeliyoruz. Şarkılarınızda piyano ve gitar ağırlıkta. Caz ise kendini derinden hissettiriyor... Albümdeki bu sessizliği özellikle mi kurguladınız? KıvançHakan: Biz, müzikte sesten çok sessizliği kullanmanın büyük avantaj olduğunun farkına vardık. Bir filozof şöyle demiş “Çok konuşarak, çok okuyarak, çok bilmeye çalışarak Tanrı’yı bulmaya çalışmayın, çünkü Tanrı boşluktadır”. Biz de sessizliği kullanarak, sade ve sakin olarak çok daha anlaşılır olabileceğimizi düşünüyoruz. Çaldıkça kendimizi huzurlu hissediyoruz, huzurlu hissettikçe de çalmaya devam ediyoruz. MUTLU BİTEN ŞARKILAR Albümde “Güneşte Yalnız” parçanız dikkat çekici. Nasıl bir yalnızlık parçası bu? Hakan: Yalnızlık anını anlatan bir parça. Ben parçaları görüntülerle kurguluyorum. Bu şarkıdaki görüntüde ise güneşin en yakıcı saatinde durup ayakkabılarınıza bakarak kendinizi sorgular vaziyetin resmi. Biz müziğimizi görüntülerle oynarız ve ne tema işlersek işleyelim, umut taşır ve bir aydınlık havası vardır. Yani bizim filmlerimiz umutla ve iyi biter. “Yarım Kalan Hayaller Yaşındayız” içimizde ukde kalan isteklerin şarkısı, ama ona rağmen bu şarkı bir umut ve huzur veriyor, karamsarlık yok... Nem, 2006 yılının ilk rock grubu. Yeni albümleri “Güneşte Yalnız”la müzik dünyasına başarılı bir giriş yapan Nem, ilk klipleri “Yarım Kalan Hayaller Yaşındayız” ile de adından sıkça bahsettiriyor. Kıvanç: Bu yalnızlık içimizdeki yalnızlık, çaresizliğin yalnızlığı değil ve içimizdeki yalnızlık çok derin... “Melekler Düşerken” farklı bir hikâye... Hakan: Bu şarkı, bizim evrimimizin son halkası. Kötüye giden dünyanı anlatan, bu gidişattan memnun olmayan, ama bunu ideolojik olarak değil de derin bir üzüntüyle ele alan bir şarkı. Günümüz modern dünyası, Amerikan siyaseti ve Irak savaşı üstüne keşke olmasaydı diyen bir parça. Muhalif yanınız biraz da romantik öyleyse... Hakan: Biraz özeleştiri, biraz da romantizm. Biz şarkılara sevgi katmanın önemine inanıyoruz. Bu şekilde aslında çok fazla hikâye anlatıyoruz. Müziğimizde, biz yok ettik ve biz kaybettik mantığı var. Siz de son dönemin gözde grupları Manga, Çilekeş, Dejavu gibi Ankara’dan sesinizi duyurdunuz. Başkentten müzik dünyasına katılan isimlerin sayısı hızla artıyor. Bu yükselişi neye bağlıyorsunuz? Kıvanç: Ankara’da bu zenginlik hep vardı, ama geç fark edildi. Bizler liseyi bitirdiğimizde, gençlerin çoğu gibi saçlarımızı uzatıp siyah tişörtlerimizi giymiştik. Orada yapacak çok fazla şey olmadığı için de müzik çok önemliydi. Şimdi de değişen bir şey yok, on yıl önce üç bar vardı, şimdi ise beş oldu. Hakan: Ankara tek merkezli bir yerdir ve dikkatinizi dağıtmaz. Gri Ankara’yı orada yaşayanlar bilir. Sosyal renkliliği yoktur, belli bir yaştan sonra yalnızlıkla nasıl başa çıkacağınızı düşünürsünüz. Sonra da gitara sarılırsınız, zaten orada herkesin evinde bir gitar vardır. Ankara’ya bir grubun gelmesi ise çok önemlidir, ama bu “köye sirk geldi” anlamına gelmez. Dinleyici müziği ciddiye alır, seçicidir ve çok dikkatlidir. CUMHURİYET 09 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear