23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 ŞUBAT 2006 / SAYI 1038 5 Başrolde otorite var Özlem Altunok S on Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi o. Kısa bir süre önce “29 oyun yazdım. Yetmez mi?” diyerek oyun yazarlığı kariyerine son vereceğini duyurmuştu. Gerekçesi ise Bush ve benzerlerine söylediği şu cümlede saklıydı: “Dünyanın en tehlikeli silahlarının dünyanın en kötü liderlerinin elinde kalmasına izin vermeyeceğiz”. Yeni Kuşak Tiyatrosu iki Harold Pinter oyunuyla yoluna devam ediyor: “Küller Küllere” ve “Bir de Yolluk”. Yönetmeni Mehmet Ergen bu iki oyunu, otoritenin bir ilişkide, ailede ya da sokakta aynılığında birleştiriyor. İngiliz oyun yazarı Harold Pinter’dan bahsetmemizin sebebi, şu sıralar Türkiye’de iki kısa oyununun sahneleniyor olması. Mehmet Ergen’in çevirdiği ve yönettiği “Küller Küllere” ve “Bir de Yolluk” Aksanat bünyesindeki Yeni Kuşak Tiyatrosu’nun yapımı. Bir odada geçen bu iki sorgulama hikâyesinde de kadın ve erkek, aile ve otorite, güçlü ve zayıf karşı karşıya geliyor. Esra Bezen Bilgin, Cengiz Bozkurt, Evren Kardeş, Serhat Tutumluer, Ali Özkul ve Yiğit Yılmaz’ın rol aldıkları oyunları, yönetmeni Mehmet Ergen ve oyuncularıyla konuştuk. Türkiye’de pek az oyunu sahnelenmiş, Harold Pinter’ın iki oyununu seçmenizin sebebi ne? Pinter tiyatrosunu çok seviyorum. Nedense siyasi kişiliğinin öne çıkıyor olması insanları zorluyor. Oysa 80 sonrası Türkiye’ye gelmiş, hapishaneleri incelemiş, buraya dair oyun yazmış bir yazar. Hep aklımdaydı, ama Nobel kazanması oyunlarını sahnelemek için iyi bir fırsat oldu. Nedir Pinter oyunlarının zorluğu ve önemi? Öncelikle ağır oyunlar oldukları için gelir getirmeyeceği düşünülür. Bir de biz genelde severiz, ama sevdiklerimizi pek de desteklemeyiz. Pinter, ele aldığı konuları 70’lerin politik tiyatrosu çerçevesinde irdelemiyor, onun oyunlarında Brecht etkisi ya da mesaj verme kaygısı da görmüyoruz. Oyunlarını şiirsel bir dille, iyi bir kurguyla sunuyor. Dil kullanımındaki ekonomiyi, karakterlerin birbirleriyle yüzleşme hallerini, beklenmedik tepkilerini net bir şekilde sergiliyor. Yani yazdıkları her yöne çekilebilecek bir yazar değil. PİNTER OYUNU SEYREDERKEN... Öyleyse yoruma da pek açık değil oyunları. Bu, yönetmeni zorlayan ya da kısıtlayan bir özellik değil mi? Ben yorumlamak sözünü sevmiyorum. Yazarları olduğu gibi kabul edip seyirciyle buluşturmaya çalışıyorum. Pinter bir şey demek istiyor, önemli olan onu anlayıp anlayamamak. Benim görevim de burada metni işler hale getirebilmek, oyunun kendi içindeki renk ve ritimleri ortaya çıkarmak, ayrıştırmak, yeniden birleştirmek... Küller Küllere ve Bir de Yolluk’u bir araya getiren, her ikisinin de bir sorgu hikâyesi olması mı? Evet. İki oyunda da bir sorgulama yaşanıyor. “Bir de Yolluk”ta bir otorite figürü var, polis, asker, işkenceci, ne derseniz... Pinter bunu belli etmiyor, ama bu otoritenin, bir ailenin fertlerini tek tek içeri alıp sorguladığını görüyoruz. Bir güç dengesi oturtuyor kendince. İkinci oyunda da erkeğin kadını sorguladığı bir ilişki görüyoruz. Birleştikleri yer de aile içinde kocanın karısına yaptığı sorgulamayla, bir otoritenin bir şüpheliye yaptığı sorgulama arasında bir fark olmaması. Bir de hep rollerin değişebileceği, kazananın, kaybedenin belli olmadığı bir atmosfer sunuyor oyun... Zaten bir Pinter oyunu seyrederken hiçbir zaman doğru tahmin edemiyoruz. “Ne oluyor?”dan öte, “Nasıl oluyor?” sorusu daha çok öne çıkıyor. ESRA BEZEN BİLGİN Rebeca’yı canlandırmakta zorlandınız mı? Şimdiye kadar en çok zorlandığım rol oldu. Pinter, kendine has bir dili olan, zengin bir yazar ve müthiş bir dünya anlatıyor. Bir röportajında Rebecca karakteri için “Bu oyunla ilgili hiçbir şey bilmiyorum, tek bildiğim Rebecca’nın bu anlattıklarını yaşamadığı” demiş. Bu, benim işimi daha da zorlaştıran bir durum oldu. Rebecca, gizemli, yaşadığı çağın acılarıyla baş etmeye çalışan, bunları kendi yaşamış gibi içine alan ve bir türlü sindiremeyen biri. Bu gelgitli halin altında sizce ne yatıyor? Rebecca, İngiliz burjuvasından, biraz da burjuva olmanın kompleksiyle yaşıyor. Yine de Nazi soykırımına, savaşa, çekilen acılara duyarsız kalmıyor. Bir yandan o süreci yaşamadığı için mutlu, öte yandan bu gerçeğin uzağına düştüğü için acı çekiyor. Bu yüzden sürekli bu iki halin arasında gidip geliyor. Onun otoriteye yenildiğini düşünüyor musunuz? Bir yandan yenilmiş gibi, ama bir yandan da gerçeklikten uzaklaşarak başka bir yolu seçmesi ve bunda diretmesi yenilmediğini gösteriyor. Çünkü ister istemez otorite, onu gerçekliğe çekip baskısını uygulamaya devam ederken o kendi yolunda diretiyor. CENGİZ BOZKURT “Bir de Yolluk” 1984’te, büyük ihtimalle de yazarın Türkiye’ye ziyaretinin etkileriyle yazılmış bir oyun. Pinter’a ait sessizliklerle bezenmiş bu oyun, son derece baskıcı bir ortamda geçiyor. Ben oyunda bir aydını ve onun ailesini sorgulayan otoriteyi oynuyorum. Amaç da zaten sorgulamanın her yerde aynı anlama geldiğini göstermek. O kadar keskin bir dille yazılmış ki, oynarken kendinizi kaptırmamanız mümkün değil. Provalar sırasında işin fiziksel tarafına fazla meyil etmedik. Pinter da böyle bir şeyi istemiyor, daha çok dilin ve kısılmış bir mekânın içinde bulunmanın verdiği bir baskı söz konusu. Sorgucu karakterinin baskıcı sistemi temsil eden bir unsur olarak sürekli küçücük bir mekânda dönmesi zaten sorgulanan insanın korkması için yeterli bir sebep. Bu yüzden fazla müdahale etmeden, metni daha çok sessizlikleri oynayarak, dili silah olarak kullanarak yorumladık. Mahşeri Cümbüş, yani tiyatro sporu Mahşeri Cümbüş, sahneyi bir tür müsabaka alanına çevirerek tiyatro yapıyor. Nasıl mı? Doğaçlama tiyatrosunun bir türü olan “Tiyatro Sporu” ile... Ekip, başkalaşım geçiren gösteri dünyasını seyirciyle birlikte biçimlendirmekten yana. Hasibe Eren M ahşeri Cümbüş okuldan arkadaş sekiz gencin kurduğu bir tiyatro topluluğu. Yıllarca bir gün kendi tiyatro sahnelerine sahip olabilmek hayal gibi geldiğinden, Beyoğlu’nda bu sezon açtıkları salona kavuşunca adını “Hayalhane” koymuşlar. Tiyatro sporu diye tanımlanan Türkiye için hem çok tanıdık hem de hiç bilinmedik bir türde gösteri yapıyorlar. Bu gösterilerde seyirci oynanacak konuya karar veriyor, jüri görevi yapıp oyuncuların performansını değerlendiriyor, hatta bilfiil sahneye çıkıp oyuncularla birlikte oynuyor. Hiçbir gösteri diğeriyle aynı değil. Ekip hızlı düşünen, kendini iyi ifade eden, birbirleriyle sahnede iletişimleri çok iyi olan, komediye oldukça yaratıcı bir noktadan bakan, kılıktan kılığa girip yarışma temposu içinde ter döken oyunculardan oluşuyor. Mahşeri Cümbüş’ten Zeynep Özyurt, Ayhan Taş ve Yiğit Arı’yla tiyatro sporu üzerine konuştuk. Mahşeri Cümbüş ne zaman ve nasıl bir araya geldi? Zeynep Özyurt: 2001’den bu yana birlikte çalışıyoruz. Hepimiz Ankara Üniversitesi DilTarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümünden mezunuz. Grup bizlerin dışında: Koray Tarhan, Ayça Işıldar, Özlem Türay, Dilek Çelebi ve Burak Satıbol’dan oluşuyor. Grubun temelleri hocamız Kadir Çevik tarafından atıldı. Tiyatro sporu yaratıcı drama dersleri sırasında bize sunulmuş bir gösteri biçimiydi. Mezun olduğumuzda toplandık ve bugünlere geldik. “Tiyatro Sporu” nedir? Z. Özyurt: Sahne üzerinde sekiz kişinin dörder kişilik iki takıma ay rılıp seyircilerden aldığı yönlendirmeler, fikirler doğrultusunda kısa doğaçlamalar yaparak birbiriyle yarışması... Yiğit Arı: Bu bizim yaptığımız şekli. Tiyatro sporu denilen, doğaçlama tiyatrosunun bir türü sadece. Hatta en eğlenceye dayalı biçimlerinden biri. Avrupa’da ya da yapıldığı diğer ülkelerde çeşitli doğaçlama tiyatro toplulukları birbirleriyle müsabaka ediyorlar. Biz başka bir doğaçlama tiyatro topluluğu olmadığı için kendi içimizde ikiye bölünerek yarışıyoruz. Bu, yurtdışında çok bilinen bir tür, ama bizde nerdeyse ilk temsilcisi sizlersiniz öyle mi? Y. Arı: Neredeyse değil, ilk biziz. Almanya bu türün menşei olmamasına rağmen bugün 155’e yakın doğaçlama tiyatro topluluğu var. Bir de festival yapılıyor Almanya’da, bildiğim kadarıyla... Y. Arı: Evet, uluslararası bir festival yapılıyor. Şimdi üzerinde çalıştığımız yeni bir proje var, onda bir müsabaka mantığı olmayacak. Bir grup oyuncu sahneye çıkacak ve yine doğaçlamalar yaparak bir oyun oynayacaklar. BİRLİKTE ÜRETELİM! Yine konuya seyirci mi karar verecek? Y. Arı: Evet. Seyirciden çıkış noktaları alınacak. Fakat daha uzun, daha öyküye dayalı, daha uzun soluklu, long form denilen, uzun oyun biçimlerinden, parçalardan oluşan yeni bir gösteri biçimi olacak. Pek çok ekip bu işte meşhurlar. Amerika’da “The Second City”, Kanada’da Calgary Üniversitesi. Çünkü iki büyük menşei var: Biri İngiltere’den Keith Johnstone, diğeri de Kanada’dan Viola Spolin. Çok ilginçtir, ikisi de 60’lı yıllarda bu alana yoğunlaşıyorlar ve çalışma prensipleri birbirlerine çok yakın olmasına rağmen 1972’ye kadar birbirlerinin çalışmalarından haberdar olmuyorlar. Türkiye’de hiç bilinmemesine rağmen doğaçlama tiyatro da epik tiyatro, gerçekçi tiyatro gibi bir ekol aslında. Batı merkezli bir çalışma disiplini aslında bu. Geleneksel Türk tiyatrosu içinde buna karşılık gelen oyun biçemlerini inceleyip o formları kendi çalışmalarınıza katmayı düşündünüz mü? Ayhan Taş: Şu günkü halinin öncülüğünü Batı yapıyor evet. Bu tabii işin biraz biçimsel yanı, ama özünde halk tiyatrosuna yakın tarafları var. Baktığımızda meddah, ortaoyunu bunların hepsinde de ortak unsurlardan biri bu. Bu türlerde metne oynanırken tam sadık kalınmadığını, aynı zamanda izleyenlerin de zaman zaman müdahale ettiğini ve içerisine girdiğini biliyoruz. Bunu commedia dellarte de, farsta bütün halkların kentleşmeden önceki üretim ilişkilerinde ortaklaşa gerçekleştirdiği bir edim olarak görüyoruz. Ayhan Taş ve Dilek Çelebi.... Sahne ve seyir yeri ayırımını ortadan kaldırıyorsunuz. Yerleşik bir sahneye geçtiniz, ama bazen kafelerde, barlarda gösteri yapıyorsunuz. Bunun sağladığı avantajlar ne? A. Taş: Bir başkalaşım geçiriyor gösteri dünyası ve tiyatro da bundan nasibini alıyor. Geldiğimiz noktada bir çabuk tüketme durumu söz konusu. Bütün dünyada şekillenen bir şey doğaçlama tiyatro ve biz bunun geç farkına vardık. Eğlenceye dönük bir alan. Dolayısıyla oyunculuk ve konuyu ele alış biçimi olarak da komediye yatkın. Bunun eleştirel bir zemini var, uzak açısı var. Seyir yeri ve oyun yerini, yani illüzyonu ortadan kaldırdık. “Sizin dışınızda gelişen bir hayat var, sanat aracılığıyla buna şahit olun” demiyoruz. Bunu birlikte üretelim, diyoruz. Z. Özyurt: Kafe ve barlarda oynarken bu, çok daha rahat bir dokunuş oluyor. A. Taş: Tür olarak komedi içinde ironiyi, eleştiriyi, yergi ve farsı da barındırıyor. Kahkahaları duyduğumuzda yaptığımız işin karşılığını almışız gibi hissediyoruz. Yine de mümkün mertebe eleştirel olanı yansıtmaya çalışıyoruz. Gelelim “Hayalhane”ye... Bu sezon kendi sahnenizi açtınız. Z. Özyurt: Tiyatro yapmak için yola çıkmış her ekibin hayalidir bir salonunun olması. Bu nedenle sahnemizin adı “Hayalhane”... 150 kişilik sıcak bir tiyatro salonu. Taksim, İstiklal Caddesi Sadri Alışık Sokak’ta numara 24’te 5. kattayız. Perşembe ve cuma günleri 20.30’da gösterimiz var. Cuma akşamları Tiyatro Tem “Âlem Buysa Kral Übü” adlı oyunla sahne alıyor. Bilgi için: www.mahsericumbus.com. 0212 249 19 90 Yiğit Arı ve Zeynep Özyurt... CUMHURİYET 05 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear