Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 12 ŞUBAT 2006 / SAYI 1038 En iyi dostum kitaplar Özgür Erbaş lknur Özdemir, yayın dünyasında on yıldır çevirmen, yayın yönetmeni ve yazar olarak yer alıyor. Bugüne kadar 50’nin üzerinde çeviri yapan Özdemir, edebiyatın “ağır” yazarlarının metinleriyle kendini sınıyor. Çevirileri arasında, Garcia Marquez, Paul Bowles, Toni Morrison, Hermann Hesse, Umberto Eco, Arundhati Roy’un metinleri var. Okumak, çevirmek ve nihayet yazmak, Özdemir’in tüm hayatını donatıyor. “Senin Öykün Hangisi” adlı öykü kitabı edebiyat eleştirmenlerince övgüyle karşılandı. Yapı Kredi Yayınları’ndaki görevinden geçen yıl ayrılan Özdemir, şimdi Merkez Kitapları’nın başında. Biz de Özdemir’le kitapla ilişkisini konuştuk: Kitapla ilişkiniz nasıl başladı? Okuma alışkanlığı edinmenizde en büyük etken ne ya da kim oldu? İlkokulun dört ya da beşinci sınıfında evde keşfettiğim kitaplarla başladı sanırım. Özellikle ilgimi çeken tarihi romanlardı; Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi gibi yazarların romanlarını üç bazen dört kez okuduğumu bilirim. Ayrıca Pardayanlar gibi serüven romanlarına da bayılırdım. Bunlar, okumayı çok seven babamın ve amcamın kitaplarıydı. İlknur Özdemir, yayın hayatında on yılı geride bıraktı. Bu süreye elliden fazla çeviri ve kendi kaleme aldığı öyküler sığdı. Özdemir, “Ben her zaman birkaç işi bir arada yaptım. Sevdiğim işler de birbirini destekledi” diyor. Şimdi yönetici olarak kendini sınıyor... Merkez Kitaplar’daki projeleriniz neler? Yayınevi Haziran 2005’te kurulduğunda yelpazesini geniş tutmayı amaçlamış. Büyük olmayı hedefleyen bir yayınevine yakışan da budur. Birtakım kitaplar alınmış, yazarlarla sözleşmeler yapılmış, ancak şimdi programda bazı değişiklikler yapıyoruz, yeni diziler ekliyoruz, önemli birkaç yabancı yazar alıyoruz, Türkiye’den de önemli yazarlar katılacak aramıza. Bunları önümüzdeki haftalarda açıklayacağız. Başlıca alanlarımız edebiyat, anıbiyografi, düşünce, polisiye, medya araştırmaları ve kolay okunan kitaplar. Bunlara gelecek aylarda ‘genç edebiyat’ dizisini de ekleyeceğiz. Ayrıca sağlık konusunda kitaplarımız da olacak. Merkez Kitaplar, Türk ve dünya edebiyatından nitelikli kitaplar yayınlamayı, genç kitleye kitabı sevdirmeyi amaçlıyor. Pek çok kitap yayınlanan ama az kitap okunan bir ülkede ilkelerinden şaşmadan çalışmayı, yayıncılığımızda kendine sağlam bir yer edinmeyi, kalıcı olmayı hedefliyor. İ ÇEVİRİ ŞEFFAF OLMALI... Çeviri yapmaya ne zaman başladınız? İlk çevirileriniz nelerdi? Çeviriye oldukça geç başladım, 15 yıldır çeviri yapıyorum. İlk çevirilerim İngilizce’den Paul Auster’in Yalnızlığın Keşfi adlı anıromanı, Almanca’dan Heinrich Mann’ın Mavi Melek’iydi. Her iki dilden de çeviriye devam ediyorum, ancak Almanca’nın bana daha lezzetli geldiğini söylemeliyim. Bugüne dek yayınlanan 50 çevirim var. Çevirinin zorlukları neler? Çevirinin zorlukları biriki cümleye sığdırılacak gibi değil. İki dil ve sözcük kullanımları her zaman örtüşmüyor, kimi zaman bir sözcük ya da ifadeye kendi dilimizde karşılık bulamıyoruz. Bazen bizim dilimiz zengin oluyor, bazen özgün dil. Özgün metne elbette sadık kalınmalı, ama bir çeviriyi okurken Türkçe yazılmış kadar rahat okumalıyız. Metne sadık kalmak saplantısıyla çeviri, çeviri kokmamalı. Çevirmen bir kitabı kendi dilinde, yazarın yazdığına sadık kalarak yeniden yaratan kişidir. Ayrıca çevirmen, çevirdiği metni sevmeli, yazarla ve kitapla arasında bir bağ kurabilmeli. Aksi durumunda çeviri başarılı olamaz. Edebiyatla içli dışlı bir hayatınız var, ama İşletme Fakültesi mezunusunuz. Bu okulu tercih etme nedeniniz neydi? Yararları ya da zararları oldu mu? Biraz da ailemin yönlendirmesiyle seçtim. Eskiden, şimdi olduğu kadar kendi seçimine bırakmazlardı gençleri. Bana kalsa resim eğitimini seçerdim, ama eğitimimin bir zararını görmedim. Aslında şu andaki çalışmama katkısı oluyor. Çeviri, yazarlık ve yöneticilik gibi üç zor alanda çalışıyorsunuz. Her birine ayrı ayrı nasıl yoğunlaşıyorsunuz? Hayatım boyunca hep bir kaç işi bir arada yaptım. Aynı anda üç kitap okurum, üç değişik çalışmayı aynı anda yürütürüm, iki kitabı aynı anda çeviririm. Zaten bunların her biri birbirini besliyor. Çeviri, yazarlığı kesinlikle besleyen bir şey. Bugüne kadar 50 kitap çevirdim. Bu da demek oluyor ki elli farklı dünyaya girip, elliye yakın yazarı yakından tanıdım. Yazmak da çevirmenlikte ustalaşmanızı, dili iyi kullanmanızı sağlıyor. Yöneticilik elbette bunlardan farklı. Sanırım bundan böyle çeviriye ve yazmaya daha az zaman ayırabileceğim. YAYINEVİ NE ZAMAN HABER OLUR? Kitap satışının bir türlü istenen noktaya gelmediği Türkiye'de yazarların ya da yayınevlerinin iç ilişkilerinin haberleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kültür alanındaki haberciliği nasıl buluyorsunuz? İç ilişkilerin gereğinden çok haberleştirilmesini doğru bulmuyorum, yayıncılığa yararı değil zararı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca birtakım internet sitelerinde ya da imzasız yazılarla yayıncılık dünyasındaki insanlara saldırıda bulunulması, gerçekdışı haberler üretilmesi de rahatsız edici. İlknur Özdemir, diller arasında köprüler kurdu... (Fotoğraf: VEDAT ARIK) Malzemesinde iğne, iplik, tazekuru soğan, ilaç, oralet, sakız, reçel ve süt kutusu var... D BU KİTAP GÖRÜLMÜŞTÜR... Alper Turgut ezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin ortaklaşa çıkardığı el yazması yayınların bazı sayıları “Tutsak Dergiler” adıyla kitaplaştırıldı. Ceza, sansür, toplatma ve imha uygulamalarına rağmen yayımlanan kitap, dünyadaki tek örnek... Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyesi ailelerin katkıda bulunduğu kitabın yayımcısı, Boran Yayınları. Tekirdağ, Kandıra, Sincan ve Edirne F tipi cezaevlerinde erkek, Gebze ve Uşak cezaevlerinde ise kadın siyasi tutuklu ve hükümlülerin çıkardığı “Masala”, “Itır”, “Feşmekân”, “Yürek Çağrısı”, “Nail İbo”, “Berdan’dan Berkan’a”, “Vız Gelir”, “Gomedi”, “Cansuyu”, “Aile Postası”, “Zeybek Ateşi”, “Genç Düşünce”, “Sevgi”, “Zafer Yolunda İleri”, “Feda”, “Nüktedan” ve C “Şafaktan Önce” adlı dergilere kitap baskıya girerken en son “Komün” katıldı. Bazıları 50. sayıya ulaşan dergiler, internet sitelerinde de yer alırken seçkilerin bir bölümü İngilizceye çevrildi. Kitapta, şiir, fıkra, öykü, karikatür, resim, anı, deneme, yorum, haberaraştırma, inceleme dallarında hemen hemen her konuda akıl yoran, kalem oynatan mahkumlar, hem dışarıdaki gelişmeleri resmediyor, hem de içerdeki yaşamı anlatıyorlar. Ayrı cezaevlerinin farklı muhalif dergileri bazen birbirleriyle röportaj yapıyor, bazen de dışarıdan gelen mektuplara sayfalarını açıyorlar. Dergilerde yok yok. Cezaevindeki yeni icatlar, burçlar, editör köşesi, künye, ilan panosu... Konular mı? Ekonomi sinema, eğitim, televizyon, müzik, politika, tarih, popüler kültür gibi geniş bir yelpazeleri var. Tam teşekküllü acar muhabir Ferit’in haberleri, gazeteci yazar Yanar Döner ile Zihni Fikrikarışık’ın yorumları, Höşmenim Abi tiplemesi, mahpushane haberlerini ulaştıran kulağı delik fare namı diğer Logar Cini Çeto, dergilerin mizah yükünü sırtlanmış görünüyor. Tam ortasında kalem bittiği için renk değiştiren yazılar, rengârenk boyalarla desteklenen fotoğraflar, ilginç kapak ve logolar da dergileri akılda tutulur hale getiriyor. BİR DERGİ NASIL HAZIRLANIR... Yazı kadroları, eylemler ya da tahliye nedeniyle sürekli değişen dergilerin hazırlanışının arkasında ise bir bir zahmet ve emek saklı. Örneğin bir derginin yeni sayısı hakkın daki görüşlerini belirtmek isteyen tutuklular, düşüncelerini küçük kâğıtlara yazıp bir kesmeşeker büyüklüğüne getirinceye dek büküyor. Bükülmüş kâğıtlar daha sonra naylonlara sarılıp, iplerle bağlanıyor ve havalandırma duvarlarını aşmak için topa dönüştürülüyor. Böylelikle düşünceler kolektif bir yayın adına çatıları aşıp, yazı kurulundaki tutuklu ve hükümlülerin hücrelerine ulaştırılıyor. Sonra kafa kafaya verilip konular belirleniyor, görev dağılımı yapılıyor ve tekrar top yağmuru başlıyor. Burada sözü bir dergi yazarına bırakalım: “Her hücredeki yazar, yazısını, işkenceye dönüşen sayımlar, talana dönüşen aramalar, keyfi baskı ve dayatmaların bitmediği koşullarda; ziyaret ve avukat görüşleriyle, her gün birkaç kez atılan protesto sloganları arasında yazdı.” ergilerin hepsi elle yazıldı, karbon kâğıdı yasak olduğu için elle çoğaltıldı. Yağmurlu havalarda çamura bulandı, aramalarda yırtıldı, el konuldu. Tüm bu aşamaların ardından bir araya getirilen 40, 50 hatta 100 sayfayı aşan yazmalar, iğne iplikle ciltlendi. Taze ve kuru soğan kabuğu ile tıbbi ilaçlar ve oraletten elde edilen boyalar sayfalara can verdi. Dergilerin basımında sakız ve reçel kullanıldı. Kapak için ise çoğu kez süt kutusundan yararlanıldı. Ardından diğer tutuklulara ulaştırıldı ve dışarıya gönderilmesi için cezaevi yönetimine teslim edildi. Dergilerin birçok sayısı “Mektup Okuma Komisyonu”nca “sakıncalı” bulundu, ancak yarısı özgür kalabildi. Dışarı ulaşabilen dergilerin hali ise bazen içler acısıydı. Nice karikatürün balonları karalanmış, paragraf, cümle ve kelimeler “sansür”lenmişti. CUMHURİYET 10 CMYK