01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 ŞUBAT 2006 / SAYI 1038 Geçen yüzyılın ünlü filozofu Bertrand Russell, genetik biliminin başlangıcını teşkil eden yasaları bulan Mendel’in çalışmalarını faydasız bilginin devrimine örnek gösteriyor. “Mendel’in kendisi boş zamanlarında fasulye çiçekleri ile uğraşan bir rahipti. Faydacılığa dönük tarım araştırmacıları Mendel yasalarını bir milyar yıl çalışsalar da bulamazlardı.” Faydacılık görüşü, kitle iletişim araçlarının ortalamayı göz önüne almak zorunda olan anlayışıyla birleşince kitlesel çağın yaratıcılıktan uzak insan profili tamamlanmış oluyordu. “Televizyon programlarına çağrıldığımda, bu programlarda ne zaman özgün bir fikir yakalasam, ne zaman biçimlenmemiş, yeni bir kavramla uğraşmaya başlasam, ne zaman tartışmanın ön hattını yaracak özgün bir düşüncem olsa tam bu noktada sözüm kesiliyordu... Kitle iletişimi –teknolojik bir keramet ve hayran olunup değer verilecek bir şey olsa da karşımıza ciddi bir tehlike çıkarıyor, uyumculuk tehlikesini; hepimiz aynı şeyleri, aynı anda ülkenin tüm şehirlerinde izliyoruz. Tam da bu olgu, düzenlilik ve tekbiçimcilik yanına hatırı sayılır bir ağırlık koyarken, özgürlük ve özgür yaratıcılığa karşı tavır alıyor...” Rollo May’in bu tespiti yeni çağda değişecek gibi gözüküyor. Çünkü kitlesel iletişim çağı pek çok uzmana göre artık sona yaklaşmış durumda... DİJİTAL ÇAĞIN BAŞLANGICI Bill Gates geçen ay Türkiye’de yaptığı artık neredeyse standartlaşmış gelecek öngörüsü konuşmasında bir dijital çağın başladığını söylüyordu. Şüphesiz Gates insanlardan çok makineler ve yazılımlar üzerine kafa yoruyor ve gelmekte olan dijital çağın insan beynini nasıl etkileyeceğinden çok küresel bir şirket başkanı olarak maliyet ve fayda analizleri üzerinde duruyordu. Gelecekbilimci Alvin Toffler ise bu devrimin sonuçları üzerine öngörüde bulunurken “Bugün büyük halk yığınlarının aynı mesajları alması yerine, küçük birtakım grupların kendi aralarında mesaj alışverişinde bulundukları bir dünyaya adım atıyoruz” demişti. Bugün, internetteki haber grupları, uzmanlık alanlarına hitap eden çok sayıda yayının ortaya çıkması, dijital teknolojinin yaygın Dünyanın yeni derdi: Yaratıcılığın ölümü Volkan Aran lfred Adler “Yaratıcılığa başvurmanın nedeni bir eksikliği telafi etme ihtiyacıdır” derken üstün müzik yeteneğine sahip Beethoven’ın sağırlığını örnek gösteriyordu. Adler, uygarlığı da, insanın hayvanlar dünyasının yırtıcılığı karşısında fiziken yetersizliğini ortadan kaldırmaya yönelik bir yaratıcı girişimin sonucu olarak görüyordu. Geçen ay Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu bu sene yaratıcılığa başvurma zamanının geldiğine karar verdi. İnsanlığın sorunları üzerine söylenegelen çözüm önerilerini tekrara düşmemek için, yaratıcı çözümlerin ve yaratıcılığın ön plana çıkarılmasını ana tema olarak belirledi. Katılımcılar, önceden farklı ülkelerdeki 60 bin kişinin oylarıyla belirlenmiş gündem maddeleri üzerinde düzenlenen forumlarda yaratıcılığın dünyaya nasıl bir yeniDünya Ekonomik lik getirebileceğini tartıştılar. Ne var ki kastedilen yaratıcılık, faydaya dönüştürüForumu insanlığın lebilen teknolojik yaratıcılıktı. İnsanın özsorunlarının çözümü gün, ama pratik faydadan yoksun yaratıcılığı ise dünyanın geleceği tartışmalarıniçin yaratıcılığın ön da kendisine pek yer bulamamıştı. plana çıkarılmasını Belki bunun bir nedeni forumun dünyayı değil, daha çok ekonomik gücü elinönerdi. Ekonomik de bulunduranları temsil ediyor olmasıygücü elinde tutanların dı. Bu sene 1500 katılımcının 735’i şirket yöneticilerinden oluşuyor ve Davos geçyaratıcılıktan kastı mişte hiç olmadığı kadar iş dünyası ağırlıklı bir katılımcı grubuyla ve gündemle ne? Yaratıcılık toplanıyordu. Forumun küresel gündem eşitsizliği giderir mi? direktörü Jonathan Schmidt bunun doğal olduğunu, dünya gündemini belirleme ve Televizyonla cep hükümetlere, sivil topluma değişikliklere telefonu arasına uyum sağlamak için gerekli araç ve yeterlilikleri temin etme konusunda iş dünyasıkışıp kalan bireyin sının vazgeçilmez bir yeri olduğunu söyhazin halleri... lüyor. A Ancak şirket üst düzey yöneticilerinin çoğunlukta olduğu oturumlar tüm yaratıcılık çağrılarına karşın sönük bulundu. Katılımcılardan “Management Consulting Group” Başkanı Kevin Parry “Bu, Davos’a altıncı katılışım ama bu kez forum donuktu. Oturumların birçoğunda yeni olan pek bir şey öğrenmedim... Forumda eksik olan şey orijinal düşünce ve kışkırtıcılıktı” dedi. Yorumlar, Alfred Adler’in yaratıcılık girişimiyle eksikliği ilişkilendirmesini akla getiriyordu. “Dünya bugün yaratıcılığın eksikliğini çekiyor. İnsanların eşitsizlik sorunlarına artık yaratıcı çözümler bulunması gerekiyor. Geleceğin işleri de yaratıcı insanlara ihtiyaç duyuyor.” Davos’un açılış bildirisinde bu sözler yer bulurken dünya, biraz da kendi elleriyle yok etmiş ya da en azından dışlamış olduğu yaratıcılık için günah çıkarıyor gibiydi. KİTLESEL ÜRETİM Bugün endüstriyelleşme sonrasında yer alan ülkelerde yaşam standardının eski kırsal yaşamdakinin üzerinde olduğunu herkes kabul ediyor. XVIII ve XIX. yüzyıla dair tarihsel araştırmalar o dönemin ortalama işçi sınıfının kırsal yaşamında besinsizlik, hastalık ve yoksulluğun hâkim olduğunu ve feodal düzen içinde büyük baskı yuvalarının bulunduğunu anlatıyor. Ancak teknolojik gelişim insanın, insana özgü becerilerini ve yaratıcılığını geliştirmeye yaradı mı? Amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi Rollo May buna şöyle yanıt veriyor: “Batı uygarlığı Rönesans’tan bu yana teknik ve düzeneklerde önemle yoğunlaştı. Bu yüzden ta Rönesans’tan beri gerek atalarımızın ve gerekse bizim, yaratıcı dürtüleri, teknik şeyler yapmaya yönlendirilmiş olmamız anlaşılır bir şey. Yaratıcılık, bilimin uygulama ve ilerlemesine doğru yöneldi.” May, bu yönelimin, teknolojiyi kendi geçerli alanının çok ötesine taşırmamıza ve teknolojinin biz ve doğa arasında bir tampon, kendi yaşantımızın daha derin boyutları ve kendimiz arasında bir engel olma tehlikesinin var olduğunu da söylüyordu. Bugün derinleşmek üzere olan sohbetleri kesiveren bir cep telefonu sesi ve insanın kendi sesini duymasını engelleyen amaçsız televizyon izleyiciliği bu tehlikenin gerçekleştiğini gösteriyor. Yine de ilk evreleri 300 yıl önce başlayan endüstri çağının Batı dünyasının ortaya koyduğu romanlar, şiirler, tablolar eski çağların ya da başka ülkelerinkinden daha az mı derin? Ya da kitle üretimi prensipleri insan Engellilerin de atletizm yapmasına izin veren bir “icad”... yaratıcılığına yeni ufuklar açmış değil mi? Gelecek bilimci Alvin Toffler “Üçüncü Dalga” adlı kitabında bu soruları sor laşması ve elektronik yayımcılık sayesinde en azından duktan sonra, büyümenin ve kitlesel üretimin müziğe dünyanın bir kısmı için artık kitlesel iletişim sona eriyor ve kişiselleştirilmiş iletişim çağı başlıyor. Bunun sonucukatkısından örnek veriyor: “XVII. yüzyılda, aristokratik kültürden demokratik nun ne olacağı konusunda Toffler’ın düşüncesi şöyle: kültüre geçilince, küçük konser salonlarının yerini bü “Haberleşme araçları kitlelere hitap etmeyi kesince, kayükleri aldı. Bu da sesin volümünün daha yüksek olma famız da kitle kafası olma niteliğini yitirir.” Kitlesel bir sını gerektirdi. O zamanlar ortada bunu sağlayacak bir bombardımandan kurtulan insan, teknolojiyi kendine teknoloji olmadığından, gerekli volümü elde edebilmek araç edinip, özgürlüğünü seçebilecek mi? Bilim buna yaiçin gittikçe daha çok müzik aleti ve bu aletleri çalacak nıt vermiyor. Genetik Araştırma Enstitüsü Direktörü Francis S. Colmüzisyenler eklendi. Sonuç çağdaş senfoni orkestrasıydı. İşte Beethoven, Mendelssohn, Schubert ve Brahms o lins geçen yılki Dünya Ekonomik Forumu’nda “Bizi insan yapan nedir” oturumunda forumun genel beklentigüzel senfonileri bu sanayi kurumu için yazdılar.” Ne var ki yaratıcılığını ortaya koyanların pek çoğu ken sinden ayrı bir düşünceyi seslendirmişti: “Bizi neyin indini ekonomik sistem dışına atan, açlığı ve sefaleti göze san yaptığı bilim tarafından yanıtlanamaz. İnsan olmamıalan sanatçılardan oluşuyordu. Fayda sağlama amacı ol zın ayırt ediciliği doğru ve yanlış hakkındaki bilgimizdir.” maksızın gerçekleşen sanatsal yaratıcılık, teknolojik ya Dijital çağ belki de insanın doğrularını yeniden değiştiratıcılığın yanında küçük görülüyordu. Tek başına bilgi recek, kendisini kitle üretimi ve tüketimi içinde bir araç ye olan merak bile endüstri çağı sonrasında tuhaf karşı olmaktan kurtaran yığınlar ekonomiyi bir de insancıl gözle yorumlamayı deneyecek! lanmaya başlamıştı. PAZARIN PENCERESİNDEN Mizaha bozulmak Selçuk Erez Y unanlılarla Türkleri yakınlaştırmak amacıyla düzenlenen toplantılardan birindeydik. Bir Atina meyhanesinde akşam yemeği yiyorduk. Birinin aklına geldi, “Hadi biz size Türklerle gırgır geçen fıkralar anlatalım; siz de bize Yunanlılarla alay eden fıkraları anlatın!” En görkemlisi bizim anlattıklarımızdan biriydi: Anadolu’nun uzak bir köşesinden trenle ilk kez İstanbul’a gelmiş bir yurttaşımız, Haydarpaşa Garı’nda sırtında dengi, elinde çantası, sepetleri basamaklardan inmektedir. Aniden bir gümbürtü duyar; korkar, tökezler, düşer, dengi bir yana gider, çantası öte yana. Elinden tutar kaldırırlar. Ne oldu? Yunanistan’ın Cumhurbaşkanı geldi. Onun için top atıyorlar! Kalkar, toparlanır, yoluna devam eder. Bir gümbürtü daha Yine korkar: Şimdi ne oldu? Dedik ya Yunanistanın Cumhurbaşkanı! “Ha,” der, “Anladım: Birincisini tutturamadılar!” Birbirimize karşı üretilmiş fıkralara beraberce güldüydük. Mizaha hoşgörüyle bakmak uygarlık, gelişmişlik belirtisidir; tersi ise ilkelliktir. Sonu, dua eden papazı öldürmeye kadar götürür insanı! Mizahın belli koşulları vardır. Bakın bu konuda kafa yormuş felsefecilerden Hugh LaFolette ile Niall Shanks ne demişler: Bir olgu konusunda şaka yapabilmek, söyleneni mizah olarak algılayabilmek için o olgudan belli bir miktar uzaklaşabilmek gerekir. Herhangi bir olguya (mesela dine, politik akıma) aşırı bağlanmış bir kimse, böyle bağlı olduğu nesne ile ilgili mizahı hakaret kabul eder. (*) Mizaha hoşgörüyle yaklaşmak uygarlıktır ama insanlar bu çizgiye, hakaret olarak algılayacakları şakalarla, karikatürlerle davet edilemezler! Peki ülkemizde ve doğal olarak yeryüzünün her köşesinde bu düzeye yaklaşılması nasıl sağlanır? Bu konuda düşünmemiz gerekir; çünkü, her konuda gelişme ancak sorunlardan ve olgulardan belli bir mesafe uzaklaşabilmeyi, bunlara zaman zaman kuşbakışı bakabilmeyi gerektirir. Konu dinle ilgiliyse yobaz olmamayı gerektirir! Çarelerden biri mizaha hoşgörüyle bakabilme örnekleri sergilemek ve bu konuda yine mizahtan yararlanmak, fıkralar anlatmaktır. Kültürümüzde bu açıdan yararlanılacak kaynaklar eksik değildir: “Aksak Timur, saraylarının birinin köşesinde eski bir sandıkta kırık bir ayna parçası bulmuş. Bakar bakmaz ağlamaya başlamış. Nasreddin Hoca yanındaymış, neden ağladığını sormuş. Astığı astık, kestiği kestik hünkâr yanıtlamış: Bu kadar çirkin olduğumu bilmezdim! Hoca, “Siz,” demiş, “Bir kez gördünüz de böyle ağlamaya başladınız... Öyleyse onu her gün görmek zorunda olan biz kullarınız ne yapalım?” *American Philosophical Quarterly 1993, 32939 CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear