Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
3 NÎSAN 2005 / SAYI 993 STANBUL DEYİNCE... îsmet Kür I stanbul deytnce aklıma bir martı gelırYanst gumuş yartsı kopük Bedri Rahmi Eyuboğlu, "tstanbul Destanı" adh uzun şiirine bu dizelerle başlar. Işte bizim kuşağın ve sonra birkaç tanesinin daha çocukluğundaki, gençliğindeki Istanbul... Tcpeden tırnağa gümüş parıltısında, köpük aklığında, köpük hülyasında bir şehir... tstanbul, hele de "eski Istanbul" deyince benim aklıma ilk diişen, Göztepe'de, koca bir köşkün çok, çok geniş bahçesidir ve o bahçede, küçük ama ne kadar kiiçük, ancak 3 yaşında bir kız... Yıllarla birlikte anıları da çoğalan ve berraklaşan... Köşkün ön bahçesinin güzelliklerinde köşkün buna benzer bahçesi vardı. Daha geniş ya da küçük, ama her köşkte, mutlaka. Bunlar arasında unutamadığım, "prenses"in köşkünün bahçesidir. Bu prenses kimdi, kimden ötürü prenses'ti? Ya da "prenses" miydi, bilemem. Güzel, zarif, şık bir hanımdı. Hizmetkârları bile şıktı... Hele o zamanda hiç görünmeyen "alafranga hizmetçiler"i... Beni çeken bahçenin ne genişliği, ne çiçekleriydi; o anlatılmaz güzellikteki çam ormanıydı... Çoğunluğunu hiç görmediğim türleriyle, yeşilin, tanımadığım ayrıntılarıyla masal orman... Istanbul deyince aklıma, çocukluğumun îstanbul'unun, yani, "Istanbul tara Maşlah, Kadıköy yakasındaki hanımlann genel sokak kıyafetidir. Tek parça kumaştan yapılan, kolları kendinden oluşan çok zarif bir giysidir. Hangiyaştaolurlarsa olsunlar, maşlahlı hanımlar, başlarına saçlarını şöyle bir örter, ince başörtüleri atıverirlerdi. O yıllardaki annemi, ablamı, dostlarını hep böyle giysiler ve başörtüleriyle anımsarım. (Sözünü ettiğim "O yıllar" hayal meyal 1919'dan başlar ve çoğu 1921'i geçmez) Maşlahla "Istanbul yönü"ne geçilmezdi. Istanbul hanımlarının çarşaflanndaki zarafet ve rahatlık da buradaki fotoğraflarda görülebilir. Ancak, daha içerlerdeki semtlerde örneğin Eyüp Sultan hanımlarının çarşafla Göztepe'dekl köşklerln bahçelerlnde mevsim çlçeklerl, akla gelebllecek her türlü meyve ağacı vardı... Erenköy Kız Lisesi'nln binası Rıdvan Paşa Köşkü de Irl manolya ağaçlarıyla öğrencileri büyülüyordu. Önce Rıdvan Paşa Köşkü... Doğanın cömertliğiyle, insan hünerinin, sanat aşkının sarmaş dolaş olduğu şatafattan uzak zarif bir yapı... Ve sözcüklere sığmaz güzellikteki bahçesi.. Ilk çocukluğu mun periler ülkesi o bahçeydi benim için, o köşktü. Dinlediğim en güzel masallarda anlatılanlar oralarda yaşama geçerlerdi. 4. yaşımın ilk aylarında tanışmıştım Rıdvan Paşa Köşkü'yle. Erenköy Kız Lisesi'nin Anadolu öğrencisi olarak.. Lise sınıfları ana binadaydı, asıl köşkte yani... Anaokulu, orta bahçedeki küçük köşkte. 1011 yıldan sonra yeniden döndüm o köşke, o bahçeye. Liseyi okumak için. Çocukluğunda hayran olduğu yerleri, bir süre sonra tekrar görmek, hemen daima hayal kırıklığı yaratır insanda. "YıJlar önce beni büyülemiş olan, yıllar yılı özlemini yaşadığım buraları mıymış" diye hayıflanır.. Oysa, benim, masallarla büyüyen çocuk hayranlığım, bilinçli bir hayranlığa dönüştü; sevinerek, mutlanarak... ERENKÖY KIZ LİSESİ... Bahçesi ve yapısıyla Rıdvan Paşa Köşkü, 24 saatin her birinde bir başka güzeldi. Her türünden koca çamlar, leylekler... Mevsimlerle güzelliğini yitirmeyen, iri manolya ağaçları.. Orta bahçedeki heybetli çınar.. Adlarını bilemediğim bir yığın ağaç, bir yığın bitki... Ve çiçek, çiçek, çiçek.. Elbette böyle olacaktı o bahçe.. Bahçenin mimarı, ömrünü, doğaya, taptığı sanatına vermiş olan Bahçıvan Recep Efendi, Erenköy Kız Sultanisi'ne dönüşmeden önce tanışmıştı bu bahçeyle. Yeri nasıl seçilmiş, nasıl bir hünerle inşa edilmişse; güneş doğarken de, batarken de köşkte, rengârenk alevlerle yanan bir yığın pencere alırdı gözleri.. Bahçedeki yüksek ağaçların dal uçları da.. 35 yayvan mermer basamaktan çıkıp da geniş mermer sofaya girdiğinizde, dünyanız değişirdi sanki... Ince bir huzur, buğu gibi bir haz ığtl ığıl akardı içinize.. Okulun gürültüsüne bulaşmayan, böyle şeylerden hiç etkilenmeyen onurlu bir ağırbaşklığı vardı girişteki bu salonun. Üst kata çıkan muhteşem merdivenler, altın yaldızlı, oymalı çerçevelerin görkemlerini çoğalttığı kristal boy aynaları, başka bir güzellik, derinlik, şaşaa katardı bu ağırbaşlılığa... Bu görkemli girişin ayn tavanı yoktu. Mimar, birinci kat ile aynı tavanı paylaşmalannı planlarken, bu düzenin, aşağıdaki o sofasalona kazandıracağı ferahlığı, oranm güzelliğini ve görkemini daha ne kadar çoğaltacağını hesaplamıştı elbette. Yatakhanemiz, yolun öbür yakasındaydı. Yeni yapılmış, hiçbir güzelliği, özelliği bulunmayan bir binaydı. Tek iyi yani, bazı pencerelerinden köşkün ve lsmet Kür, şairvazar Hsılide Nusret Zorlutüna'yla. bahçesinin görülmesiydi. Sabahın alacasında başka güzeldi, gecenin alacasında bir başka... Ve.. Yıllar sonra bir sabah uyandığınızda... bu eşsiz güzelin, güzelliklerin yanıp kül olduğunu öğrenivermek.. Köşkün gazctelerdeki fotoğrafları: Alev alev.. duman duman... Son fotoğraf: Harabe haline gelmiş bahçesine sırtını dönmüş.kapkara, umutsuz.. alabildiğine öfkeli, mitolojik bir iskclet.. Ama genc onurlu, gene muhteşem.. Oyle ki, gören ona değil, geride kalanlara acıyor ancak.. Erenköy Kız Lisesi, eski adıyla Erenköy Kız Sultanisi, Rıdvan Paşa Köşkü'nde eğitim veriyordu. Köşk bir yangınla kül oldu ve... I BİZ HATAMIZLA KÜL ETTİK... Rıdvan Paşa Köşkü bir kez yandı Bİ7, güzelliği, Istanbul'u, tarihi, yüreği ve kafasıyla sevenler, yıllardan beri yanmaya devam ediyoruz. Yıllar, ne yangınımızı geçirebildi ne büyük öfkemizi ne de umutsuzluğumuzu.. Faruk Nafiz, bir şiirinde: "Biz, hatamızla kül ettik, gül açan bahçeleri" der... Hatalan.hatalar.. hatalar... Durduraktanımayan... Hatalarımızla yitirdiğimiz, yitirmeye devam ettiğimiz güzellerin, güzelliklerin sayısı belli değil.. Ateşle, vıllalarla, gecekondularla, köprülerle.. Ve cn korkuncu, en bağışlanmazı da yasalarla.. Evet, yasalar... eleştiri, itiraz, mantık ve mahkeme kararları... Hatta... hatta "yasal yasaklar'ı dinlemeyen, hiçe sayan; acımasız, kimlere hizmet ettiği bilinmeyen, katı yasalar... Umutsuzluğumuz bundandır!. • öne çıkan insanoğlunun zevki ve maharetidir: çeşitli süs ağaçları, sokağa bakan tarafın alçak duvarının üstündeki parmaklığı, çiçekten bir duvara çeviren sarmaşık gülleri ve yazkış yeşil kalan, yani bahçeyi gizlemeyi sürdüren sarmaşık türünden bitkiler, mevsim çiçekleri ve güller güller, güller... Arka bahçede ormanlaşan leylek ağaçları da ön bahçeden başlardı... Asıl bahçe, arka bahçeydi zaten... Akla gelecek her çeşit meyve ağaçları... Ama en çok da incir... Çamdan, akasyadan tutun, selviye kadar ağaç türleri. Bu rüya gibi bahçeler, bizim köşke özgü bir güzellik, zenginlik değildi tabii... Kızıltoprak'tan Bostancı'ya kadar her fı" diye antlan, Fatih'in, Vefa'nm, Aksaray'm, Eyüp Sultan'ın, Sultanahmet'in, Nişantaşı'nın ve benzeri semtlerin evleri, evlerinin bahçeleri, çiçekli balkonlan gelir... Vefa'nın, Darülhadis mahallesindeki büyücek bir evin bahçesi "unutamadıklarım" arasındadır. Bu geniş bahçedeki, özellikle de gül çokluğunu, Kadıköy yakasındaki gül zengini bahçelerde bile görmemiştim. Istanbul deyince aklıma; sırma, ipek işlemeli veya sade ve rengârenk "maşlah"ları, ya da her renkten, şık çarşafları içinde zarif hanımlar, her zaman "yeni" değil, ama temiz giyimli, bakımlı, nazik erkekler gelir. rında renk ve biçim farkkhkları görülebilirdi. Ama, şu son yıüarda Istanbul'u ve içimizi karartan korkunç kara çarşaflılara hiçbir yerde rastlanamazdı. Zaten Eyüp Sultan semti her haliyle, birkaç söyleşiye konu olabilecek kadar kendine özgü bir tarafıdır Istanbul'un. RIDVAN PAŞA KÖŞKÜ... Istanbul deyince aklıma; Rıdvan Paşa Köşkü gelir... Adile Sultan Kasrı gelir... ....saçaklar tutuşmuş önce.. Benim de saçlarım tutuştu sonra, bedenlerimiz yandı birlikte... Kızgın dumanlar kavurdu gözlerimizi.. Yüreğimyandısızımsızım.. Yılların azaltamadığı sızı... OSMAN BAHADIR bahadirosman@hotmail.com &D yıl önce det yaptıkları araştırmalarını diğerleriyle konuşarak geliştirmek ve bütün ilim ve fenle uluslararası ailede Türklerin haiz olduğu yetenek ve bilgileri ortaya çıkarmaktır. Kongreyi bu gibi manevi ve esas bakış noktalarmdan övünme vesilesi görmekle kalmıyoruz, bu gibi yüksek tıbbi kongrelerden maddi ve sosyal fayda bekliyoruz. Eğer bir memlekette âlimler (fakat yetki sahibi âlimler) yetkilerini o memleketin fertlerine tanıttırmış ve teslim ettirmiş olurlarsa, eğer onlarm sözü memleketin bütün hayat alanlarında etkili ve verimli olursa, o memleket cidden tabii esaslara dayanan büyük bir bina haline gelmiş olur... Ilk cumhuriyet hükümetinden itibaren memlekette sıhhat meselesinin, sıhhi mücadelenin devlet proğramları içinde başlı başına bir yeri olduğu gözlenmiştir. ...Ilk günden itibaren olduğu gibi bugün de umumi sıhhat mücadelesinde vatandaşların sıhhi durumlarını lâyık oldukları en yüksek dereceye çıkarmak için imkânlarımız dahilinde olan araçları tahsis etmek kararındayız. Fakat diğer taraftan meslekleri sıhhat mücadelesi gibi yüksek bir insani gayeye yönelik olan vatandaşlarımızı, doğrudan doğruya halkın içine atılarak onun dertlerinin, onun dertleri şeklinde görünen tehlikelerin doğrudan doğruya gözlerinin içine bakarak mücadele etmek karar ve mesuliyetini üst lenmiş olduklarını görmek isteriz. Siz bu vaziyettesiniz. Bunu büyük bir iftiharla zikretmek is terim. Bundan sonra geçecek hayatınız karşılıklı vazife ve sorumluluklar sahasmda daha verimli neticeler verecekür. Birçok defalar söylenmiştir. Ve esasen kabul edilmiş bir hakikattir ki, medeniyet yollarında katedilecek mesafeleri çok olan muhitler bir günde, iki günde arzu ettikleri neticelere varamazlar, birçok zamanlar geçirmeye mecburdurlar. Bizim tahminimize göre behemehal en yüksek medeniyet seviyesine varmak için göstermeye mecbur olduğumuz gayret, sarfetmeye mecbur olduğumuz faaliyet en azından 25 sene devam edecektir. Muhterem arkadaşlar, 25 sene devam edecek bir gayret sarfedeceğiz. Geçecek her günümüzde yorgunluktan takatsız kalıncaya kadar çalışmak, her gün bu tarzda çalışmak suretiyle 25 sene geçecektir. Yoksa tevekkül içinde ve tembelce davranarak, bugün yapılacak bir işi yanna bırakmak, güya birçok iş yapılmış gibi az bir emekten çekinmek suretiyle sarfolunacak olursa zamanın had ve hesabı yoktur. Her günün her akşamı her vatandaş o gün ne kadar çalışmış olduğunu, o gün bir saat, bir dakika daha fazla çalışmak için imkan bulamamış olduğunu teslim etmek şartıyla en azından 25 sene çalışmak suretiyle ancak bu umumi ve medeni hayat mücadelesinde halas (kurtuluş) temin edebiliriz. Bunu açık arzetmek mecburiyetindeyim. Doktorların çalışmasında memleketin terakki ve medenileşmesinde haiz olduklan etki şimdiye kadar belki söylenmiş vc bilinmiş olan etkilerden benim gözlemlerime göre 100 kat fazladır. Elbet fennin meyvelerini riyazi (matematiksel) bir şekilde herhangi bir vatandaşın vücudu üzerinde, en aziz olan sıhhati üzerinde bazı durumlarda süratle hisscttirmek kadar fennin ve medeniyetin feyzini o dimağda toplayacak başka hiçbir vasıta yoktur. Elinizde bu kuvvetli silahı özellikle önümüzdcki 25 sene zarfında halkın içinde bulunarak en geri, en muhtaç ve en dertli mıntıkasının içine girerek her birine aya ayn yetiştirmek görevi meslektaşlarınızındır ki, o meslektaşlannızı bu yüksek kongrenin muhterem azası sevk edecek ve yönlendirecektir. Kongre müzakerelerinin hükümetçe, bütün memleket fertlerince de büyük bir ehemmiyet ve itina ile, alaka ve hürmetle takip edileceğine şüphe etmeyiniz. Kongreye ve azayı kırama muvaffakiyetler temennı ederim. Birinci Milli Türk Tıp Kongresi'nin açıldığını beyan eylerim (sürekli alkışlar). 2 Eylül 1925 Milli Tıp Kongresi'nin ilktoplantısı Birinci Milli Türk Tıp Kongresi memleketin her tarafından gelen 555 temsilcinin iştirakiyle bugün saat 11'de BMM'nin salonunda ilk toplantısını yapmıştır. Toplantıda Vekiller Heyeti erkânıyla şehrimizde bulunan mebuslar, matbuat mümessilleri ve büyük bir dinleyici kitlesi hazır bulunuyordu. Başvekil lsmet Paşa hazretleri aşağıdaki nutukla kongreyi açtılar; "Milli Tıp Kongresi'nin muhterem azası, Türkiye Reisicumhuru hazretlerinin himayelerinde bulunan Milli Tıp Kongresi'nin azayı kiramını (yüce üyelerini) selamlarım. Ilim ve fennın riyazi desatirine (matematiksel ilkelerine) ve âlimlerin telkinlerine ve delaletlerine (kılavuzluğuna) istinad edcn (dayanan) Cumhuriyet idaresi, Ankara Tıp Kongresi'nin toplanmasını idrak etmekle bahtiyardır. Birkaç ay evvel böyle yüksek bir kongrenin toplanması için teşebbüs eden gayret erbabını Ankara'da gördüğümüz zaman hissettiğimiz meserreti (sevinci) burada ifade etmeye muktedir değilim...Biz,memlekettc takriben bir asırdan beri kurulmuş olan yüksek bir mesleğin kongre halinde yeni bir hayat ve irfan sayfasını inkişaf ettirmesini (geliştirmesini) memleketimiz için başlı başına bir terakki (ilerleme) merhalesi sayıyoruz. Böyle yüksek bir kongreden beklediğimiz neticeler, memleketin en güzide evladının toprağımızın dört köşesinde uzun müd