22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Sözü uçlara taşıyan bir anlatıcı: Adnan Özyalçıner Yazdıkça kendine ulaşmaya çalışan bir anlatıcıdır, Adnan Özyalçıner. Bir kent-insanbilimci gibidir. Her görüntü, ses, tını onun sözlerinde anlam bulur. “Yerdeş zaman bakışı” diyorum onun anlatıcılığının magmasını oluşturan her bir şeye. O bakış / duyuşla yazması kısa öyküye yepyeni bir ses getirmiştir. Yaşamsal hakikatin bütün biçimleri, sesleri, görüntüleri onun belleğinin / gözlemevinin duyuşsal algısında yepyeni bir resme bürünür: “Sokağa çıktığımda her şey yerli yerindeydi. Evler, dükkânlar, kaldırımlar, yollar, taşıtlar. Beton yapıların elverdiğince kalan tek tük ağaçlar. Gökyüzünü 1 kapatan bütün o sarmaşık tellerle karmaşık antenler. Kuş uçurmayan.” “Avuntu”, “Döküntü Pazarı”… O kısa anlatıyla bir resim YER YER GERÇEKÜSTÜCÜ, İZLENİMCİ çizer bize, kentin “yeni hali”ni gösteren: BİR ANLATICI! “Şehrin kalabalığı kendini yetiyordu zaten. Bir de ben ek- Tikel olan bir durumdan hayatın çoğul akışına yönelir lenince büsbütün çığırından çıkmıştı. Ne demeye gelmiştim Adnan Özyalçıner. Nerede, neyin o akışkan hayatı karşıla- sanki? Daha doğrusu ne halt yemeye çağrılmıştım? Cadde- dığını sorgulayarak anlatır. Yer yer gerçeküstücü, izlenimci lerde adım atacak yer yoktu. Taşıtlar dopdoluydu. Çayevleriy- bir anlatıcı olarak karşımıza çıkar. le pastaneler tıkış tıkıştı. İçki evleri insan almıyordu. Sinema- “Semt / mahalle” anlatıcısı kavramını Sait Faik’ten alıp, lar, tiyatrolar ve öteki eğlence yerleri dolup dolup boşalıyor- sokağı da katarak, kentin ruhunu yansıtan bir öykücü kimli- 2 du. Durmak olmuyordu. Yürüyordu herkes. Herkesle, en ba- ğiyle karşımıza çıkar. Bu tutumunu ilk kitap “Panayır”dan 1 şından başlanarak, sonuna kadar yürünüyordu şehir; şehrin “Yağmurda”ya bugüne hiç değiştirmemiştir. Dilde, an- caddeleri, caddelerin yaya kaldırımları, ağaçlıklı yollar. Son- latımda, biçimde yeniliklere yönelse de “kent anlatıcısı” kimliğini hep korumuştur. ra dönülüyor, hep birlikte, yeniden, en başından başlanarak yürümeye girişiliyordu.” (“Öteden Beri Bu Böyledir”, s. 274) “Yağmurda” öyküsü şöyle başlar: “Sicim gibi bir yağ- mur yağıyordu caddeye. Aşağı yukarı gidip gelen otomobil- BİR KENT MANİFESTOSU: “SUR”! lerin parlak kaportalarının üstünden kayarak. Bir aşağı, bir Kitaba adını veren “Sur” öyküsü ise Özyalçıner anlatısı- yukarı inip kalkan sileceklerinden süzülerek. Camları buğu- nın bir “kent manifestosu”dur adeta! İtalyan yönetmen Ro- lu arabaların içinde görünmeden oturanları ıslatmadan.” berto Rossellini’nin “Roma, Açık Şehir” filmini çağrıştıran İlk kitabındaki “Panayır” öyküsünün başlangıcı ise şöy- bir bakışla okuruz bunu. Bellek taşıyıcı bir anlatıcının kent ledir: “Çarşı alanının sırtını yokuşa vermiş bir köşesi var- senfonisidir diyebiliriz buna. dır. Orasında burasında, yoksul kundura onarıcılarının ku- Kuşağının öykü anlayışını simgeleyen bir yanı olduğunu lübecikleri bulunduğu için, çiriş, bir de ağır ağır çürüyen da söylemeliyim. Sese ses, söze söz, bakışa yepyeni bir ba- kösele artıkları kokar. Tıka basa doldurmuşlardı orasını. kış getirir burada Özyalçıner: Kusturucu bir karışıklık içindeydiler. (Ama gene de şehir “Kaldırımı yıpranmış, tahta evli, arada bir de her yanı- halkına zevk üleştirmekte üstlerine yoktur.” nı yabansı otların bürüdüğü yıkık duvarlı, güneşli arsaları 1950 KUŞAĞININ ÖZGÜN ÖYKÜCÜLERİNDEN olan bir sokaktı. Güneşli boş bir sokak. Bu güneşli boş so- kak -ya da soyut olarak bir ıssızlık, bir boşluk duygusu ve- Kente ilişkin her şey Adnan Özyalçıner’in öykülerinde kendine yer bulur. İnsanileştiren bir bakışla kent soluk alır ren bu bol güneş, bu kimsesizlik- bütün aldanışlar gibi, çok VEDAT ARIK kısa sürdü, çarçabuk da tükeniverdi. Az ilerleyince, elli alt- onun anlatısında. Önü ardı, saklısı gizlisi, açık kapalı yanla- rı, sesleri görüntüleri, renkleri ve kokusuyla okurun beş du- mış metre ötemde, sokağın oporta yerinde, ışığın içinde ka- cılığının parıltısını ele verir: “Dışarıdan, bir aşağı bir yukarı, yusunu kıvıldatan bir bakışla anlatır kenti. ra bir leke gibi yürüyen bir kadınla duvarın kıyısındaki dar ha bire tramvaylar geçti. Yeni yeni cinayetler oldu. Sinemala- Dahası gösterir, hissettirir. Bazen izlenimci bir ressam gi- gölgelikten ayrılmayan kendimi ayırt ediverdim.” (s. 295) rın filmi bir daha değişti. Kahvelerde tavla partileri, gürültü- bidir. Kimi yerde sinematografik bakışın izlerini buluruz. Si- YAĞMALANAN KENTTEKİ KÜÇÜK ler birbirini kovaladı. Cıgaralar ateşlendi. Dumanları ince in- yah-beyaz film sekanslarını andıran sahneler çıkar karşımıza… İNSANLARIN DÜNYALARINA ce tüttü. Kızlar sözleştiğimiz muhallebiciye gelmedi. Raset’in Buğulu / boğuntulu ruh hallerinin yansımalarını gösterir. YÖNELİR. EDEBİ ANLATICILIĞINA kocası, stadın oralarda su satarken birini dövdü. Kapıya po- Özyalçıner, içkin bir bakışla yazar. Hep kendinde olanla, dış KENTBİLİMCİ BAKIŞINI DA TAŞIR! lis geldi. Raset hiç kimseyle kavga etmediğinden sıkıntılı bir dünyada oldurulanların yansımalarını buluşturarak anlatısın- Umutla umutsuzluk arasında debelenen kentteki “küçük gün geçirdi. Ve o gecede uyuyamadı yüzde yüz.” da yepyeni bir töz oluşturur. “1950 kuşağı” öykücüleri için- insan”ların dünyalarına yönelir. Onların değişken duruşla- de onun yazınsal evrenini özgün kılan yan da budur. YALIN / SAYDAM BİR TOPLUMSAL GERÇEKÇİ rı, sanrıları, sürüklenişleri kentin “yağma”lanan haliyle kar- Toplumsal sınıfların ayırdına vararak bunları her durumda KENT-İNSAN ODAKLI ANLATISIYLA şımıza çıkar. / ortamda gözlemleyerek yazar. Bazen bir insanbilimcidir, GETİRDİĞİ TANIKLIĞI ‘YENİ GERÇEKÇİLİK’ Özyalçıner burada, artık edebi anlatıcılığına “kentbilim- bazen sosyolojik bakışın analizcisi gibidir. Orhan Kemal’in OLARAK TANIMLAYABİLİRİZ! ci” bakışını da taşır. Bize “hafıza mekânları”ndan söz eden Kent-insan odaklı anlatısını zaman/mekân/dönem gerçekli- toplumsal gerçekçi tutumu Özyalçıner’in öyküsünde yalın / “Yağma” (1971) artık her yerdedir kentte… Yitene ve ge- saydam anlatıcı kimliğine bürünür. İnsanı-toplumu anlatma- ği bağlamında değerlendirdiğimizde; getirdiği tanıklığı “yeni lişmekte/gelmekte olana döner yüzünü. gerçekçilik” olarak tanımlayabiliriz. Öyle ki Özyalçıner, ben da kendince bir iç-ses, iç(ten) bakış geliştirir. Adnan Özyalçıner anlatıcılığının sürekliliğini sağlayan ile öteki / diğeri arasındaki ince çizgiyi o zaman / mekân ek- “Sur” (1963), bu anlamda, onun öyküsünün yol haritası- kenttir. Bu anlamda ona salt “İstanbul öykücüsü” gibi baka- seninde sorarak / sorgulayarak ayrıntılandırıp resmeder adeta. nı çizer bize. O saydam bakışıyla birlikte “ben-anlatıcı” se- rak sınırlamak doğru değildir. Kentte yaşanan her yıkımın 1957’de yazılan “İri Elmalar” bu anlamda çarpıcı / örnek- sinin nasıl çoğaltabildiğini de gösterir bize “Kısa öykü”nün silueti bir insan varlığı gibi öyküsünün dokusunda yer alır. leyici bir öyküdür. Özyalçıner öyküsünün renklerini, anlatı- çarpıcı örnekleridir bunlar: “İnilti”, “Balkon Ölüleri”, Bakışı ve anlatımında kırılma noktası ise asıl bundan >> 4 31 Ağustos 2023
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear