Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
onu da yine en iyi yine onlar bilirler: Elbette bir “eylem kılavuzu” olarak değil, satır satır “analiz” edilecek bir “metin” olarak! İyi edebiyat koleji “Seçilmişlik” şartlanmasıyla “iyi” okullar bitirmiş olmanın “iyi edebiyat”ı da otomatik biçimde sağladığını sananlar hep olmuştur. Ancak uzun erimde “hayat mektebi”ni bitirmiş edebiyat, daha gerçek ve daha kalıcı olmuştur. N ilgün Marmara’nın Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabının başında Seyhan Erözçelik’in “Çocuk Hanımefendi” başlıklı yazısı var. Şöyle diyor: “Küçük bir çocukken, İngilizce ‘öğretilen’, hakikaten İngilizce öğretilen bir okulda okumaya gönderildi. Çünkü, geleceğin mimarları bu okulda yetişecekti. Bu bir ‘proje’ydi. çok iyi hocalardan ders aldı. En iyi şairlerle arkadaşlık kurdu. Türkiye’nin karartıldığı zamanları gördüler, geçtiler. İlk dönem şiirlerinde, yer yer, iyi şairlerden etkilendiği apaçık bellidir. Ne var ki, etkilendiği şairleri tavrıyla, duruşuyla o etkilemiştir. O, bir hanımefendidir. Çocuk Hanımefendi. Her türlü bilgiye açık. Soran, gören, sorgulayan, izleyengözleriyle. İnanmayan. Çünkü her şey yalan. Biz neyiz? Hepimiz. Hepimiziz. Belki de gam çekmeye feryâdımız vardı...” (Vurgular Erözçelik’e ait). “SEÇİLMİŞLER” DÜNYASI Bir yandan “Türkiye’nin karartıldığı zamanlar”, bir yandan “inanmamak”, bir yandan tekilleşmek, bir yandan “gam çekmeye feryadı olan hepimiz.”. Erözçelik’in “iyi şairler”ini kestirmek de zor değil. Edebiyatın, yabancı dille öğrenim yapılan donanımlı okullarda “iyi” eğitim görmüş şehirli orta halli aile çocuklarının eline geçtiği, bunların parasal sıkıntısı olmayan dergiler çıkarabildikleri, büyük şehir ilişkileri içinde artık sanata el atmaya başlamış finans kapital destekli yayın organlarında el üstünde tutuldukları bir dönem. İkinci Yeni üzerinden modernizmi keşfetme, ama aşma değil, kutsama ve kuyruğuna takılma yılları. Kolejlileri hakir görmek gibi bir niyetim de yok, kompleksim de yok. Biyografimde benim de “kolej mezunu” olduğum yazılıdır. Gerçi benimki biraz zorunluktan oldu, devlet lisesinde, 70 80 kişilik sınıflardan birinde, “harala gürele” ve halimden hoşnut okurken, bir öğretmenin bir arkadaşımızı hayalarını tekmeleyerek hastanelik etmesi üzerine başlattığımız boykot sonrası, müdür yardımcısının sövgüsünü kendisine aynen iade edin Seyhan Erözçelik ce kendimi okuldan kovulmuş buluverdim. O tarihte Malatya’da tek lise bulunduğu için, yılı komşu ilde Elazığ Lisesi’nde tamamladım. Son sınıfı ise, aynı “maliyet”e geleceği öngörülerek, Malatya’daki biricik kolejde tamamlamam gerekti. Sonuçta onlar da gençti, “iyi” çocuklardı, ancak koleje “sen farklısın, sen başkasın” diye gönderilmişlik, okul arkadaşlarımın çoğunun her hallerine sinmişti. KOLEJLİ FELSEFE İlginçtir, sonraları, “kolejli bakış”ı ben en çok kimi Fransız felsefecilerini okurken ayırt ettim. Konuları özel bir üslupla ayrıntının ayrıntısına boğarken, kendi üstünlüğüne inanmış, dünyanın durup onun “elit” lafazanlıklarını pür dikkat izlediğini zanneden, praksis felsefeleri karşısında ise işi alaycılığa vuran bir bakış. Sözgelimi, Ro land Barthes, Göstergebilimsel Serüven adlı kitabına, tez hazırlamak için başvuran bir öğrencisinin “göstergebilimi gerici ve işbirlikçi saydığını ima ederek kendisini kışkırtmaya çalışmasını” ironik bulduğunu yazarak başlar. Oysa, asıl alaycı eda, bizzat Barthes’ın bu ifadesindedir ve etkilendiği söylenen Marksizm karşısındaki kompleksini dışa vurmaktadır. Aynı Barthes, sosyalist edebiyatı eleştirmek için de, bula bula, Garaudy’nin önemsiz bir romanında abartılı “çalışan işçi” betimlemesini bulur. Sosyalist edebiyatı yetersiz örnekler üzerinden vurmaya çalışmanın, karşıtlarının klasik yöntemi olduğunu, ülkemizdeki tartışmalardan da biliyoruz. Marksizm de, “indirgemeci” Engels üzerinden, olmadı “Stalin’in formülasyonları” üzerinden vurulmak istenir en çok. Sıra Marx’a gelince, kuşku yok, SEÇİLMİŞLİK Mİ, YABANCILAŞMA MI? Onlar “iyi” okullarda okudukları için, herhalde o derin yabancılaşmışlıklarıyla “iyi isyan” da onların harcıdır. Tipik örneklerdendir: Pınar Kür’ün Yarın Yarın romanında kolejli kahramanımız Paris’te okumuş, Troçkist oluvermiş, Türkiye’ye dönünce ünlü bir sanayicinin eşiyle de ilişki kurmuştur. Ülkenin çalkantılı bir dönemidir, “şehir gerillası” eylemleri başlamıştır, kahramanımız o işe de bir el atıverir, lakin gençleri yönlendiren “eski tüfek”e söz dinletemez! O “eski tüfek”in de bu tür eylemlere karşı olduğu, gençleri uyardığı, gençlerin bir “açık mektup”la onu terk etmiş oldukları, o olaylardan beş yıl sonra yayımlanmış bu romanın yazarı için “önemsiz ayrıntı”dır! “Kolejli” olgusunu “simgesel” bir metafor olarak kullandığım açık. Bu bağlamda Halide Edip de, “kolejli” yazarlarımızdan sayılabilir. Osmanlı’da kolej yoktu ama “iyi aile” çocukları, özel hocalardan ders alırlardı. Rıza Tevfik, istek üzerine muayene ettiği Halide Edip’te “verem istidadı” değil, “edebiyat istidadı” görür ve ona özel ders vermekle görevlendirilir. Halide Edip, on altı yaşında, sonraki özel hocası, ünlü matematikçi Salih Zeki Bey ile evlenir. Daha sonra da, ondan ayrılıp A. Adnan Adıvar ile evlenir ve kurtuluş savaşına katılır. Savaşta öyle şeylere tanık olur ki, intihar noktasına geldiğini anılarında anlatır. Sonraki hayatında yönetimle ters düşünce siyasetten uzak durur ve ömrünü edebiyat profesörü olarak tamamlar. Romanlarını hep İngilizce yazar, sonradan Türkçeye çevirir. Roman kişilerinin de bir ayağı hep yurt dışındadır, tıpkı çoğu günümüz romanında olduğu gibi. “İYİ ŞİİR”İN MEKTEBİ Attilâ İlhan da “kolejli” değildi, ilk gençlik yıllarında siyasal nedenlerle devlet lisesinden kovulup açıkta kalmışlığı, orta öğrenimini güçlükle tamamlamışlığı da var. Yabancı dil ile öğrenim yapılan eğitim kurumlarının çoğalmasına karşı en çok tepki göstermiş edebiyatçı da odur. Gel gelelim, şiirlerinde yabancı ülke yaşantılarıni en çok “terennüm” etmiş şairlerden biri de odur, kimi yazılarında da Fransızcadan aktarma kavramlar, özgün yazım biçimleriyle boy gösterir. Dahası, Paris kahvehanelerinde bohem / marjinal takımından derlediği aforizmaları, sıklıkla görüşlerine dayanak yapıp durmuştur. Şiirde özgül bir yer edindiyse, bunu aradığı “bileşim”lere, şiirine kattığı yerel renklere daha çok borçlu olduğu söylenebilir. Oysa günümüzde, bir yandan yurt dışı gezilerinde çattığı keyifleri sosyal medyada paylaşıp, havuzlu eğlentilerde içki kadehlerini kameranın (ve herkesin) gözüne sokup, bir yandan da coğrafyasız / tarihsiz ürünleriyle “iyi edebiyat”a talip “kolejliler” eksik değil, lakin gerçek ve kalıcı edebiyat, somut coğrafyalarda “hayat mektebi”nde pişmiş edebiyattır! n 8 27 Şubat 2020