27 Eylül 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

ROBERT DARNTON’DAN “BÜYÜK KEDİ KATLİAMI” Katliam ‘seremonisi’ Amerikalı kültür tarihçisi Robert Darnton’un “Büyük Kedi Katliamı”, kültürel tarih alanındaki en önemli kitaplardan. Yazıldığı tarihten otuz yıl sonra Türkçeye çevrilen kitap, ‘Aydınlanma Fransası’nda Düşünceler, İnanışlar’ alt başlığını taşıyor. CEM TUNÇER [email protected] “Ben deliler arasında ne yapayım?” dedi Alice. “Başka çaren yok ki,” dedi Kedi, “hepimiz deliyiz burada. Ben deliyim. 1 Sen delisin.” 730’ların Parisi’nde, bir matbaanın çırakları, kendi kurdukları mahkemelerde yargıladıkları kedileri ölümle cezalandırır. Kedileri asarak eğlendikleri bu tiyatroya, bu tuhaf törene, seremoniye büyük ilgi gösterir işçiler. Gerek idamlar esnasında gerek sonrasında yaşananları birbirlerine aktardıklarında, bu eylemi yaparlarken büyük bir haz duydukları, bunu bir oyun olarak gördükleri anlaşılıyor. On sekizinci yüzyıl Fransası’nı anlamak için elimizdeki tek tanıklık tabii ki sadece büyük kedi katliamıyla ilgili değil. Kitapaltı başlıktan oluşuyor ve Darnton, dönemi anlamak için kitabın arka kapağında da yer alan şu soruları soruyor: “Kedilerin katledilmesinde çırakları eğlendiren ne olmuştu? Nasıl olmuştu da ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalının 18. yüzyıl versiyonunda çocuk kurda yem olmuştu? Montpellierli biri, yaşadığı kentin tüm etkinliklerini detaylı bir şekilde yazarken aklından neler geçiyordu?” Yukarıdaki sorular ekseninde şekillenen kitap, bu yönüyle bir hayli geniş, üzerine tartışılası birçok görüş koyuyor ortaya. BURJUVAZİYE DUYULAN ÖFKE İşçilerin kedileri öldürmenin nesini eğlenceli bulduğu sorusu, hem kitabın adından hareketle hem de yaşananların rahatsız ediciliğinden ötürü, kitap boyunca akılda kalan soruların en önemlisi. Bunda, artık hemen her sokakta rastladığımız kedi evlerinin de payı var tabii; kedi, savunmasız bir canlı ve onu öldürürken zevk alan birilerini tahayyül etmek, sınırlarımızı bir hayli zorluyor. Peki, bir canlıyı, daha özelde savunmasız bir hayvanı, daha özelde bir kediyi öldürmenin hangi yönü bir işçiye haz verebilir, onu eğlendirebilir? Öncelikle katliamın ardında yatan somut bir sebebimiz var: Burjuvazinin kedileri çok sevmesi, onlara işçilerinden daha çok değer vermesi. Kediler ciğer yerken işçilerin kemik yalaması canla rına tak ediyor ve ustaca bir planla kasabadaki kedilerden kurtulmayı amaçlıyorlar. O halde elimizdeki, işçilerin sınıf kinini burjuvazinin kendisine yöneltmek yerine, onların çok sevdiği kedilere, hatta Gri adında, ailenin hanımının çok sevdiği spesifik bir kediye yöneltmesi. O dönemde burjuvaziye kin henüz saraylar basacak kadar büyümemiş ve kendine sadece sembolik bir düzlemde yer bulabiliyor: “Ustalar kedileri sever, bu nedenler de [işçiler] kedilerden nefret eder.” Burjuvaziye kin tek başına yeterli olmadığından, bu noktada birkaç hatırlatma yapmakta fayda var: Kediler, her daim gizemli hayvanlar olarak görüldü. Mısır’dan günümüze, olumlu ya da olumsuz, kedilere bir mistisizm atfetme daim. Antik Mısır’da kutsal görülen kediler, Ortaçağ’da cadılıkla Darnton “Bir kedinin gözlerinin arkasında yarı insani bir zekâ sezilebilir,” diyor. bağlantılandırılıyor. İsa’ya ihanet eden Judas’ın simgeleştiği karakter, bir kedi, kendine Judas’ın kucağında, yanında yer alıyor ortaya koyan eserlerde. Köpekler genelde sadakatle anılır ve evli çiftlerle resmedilirken (ilk aklıma gelen Van Eyck’ın Arnolfini’nin Evlenmesi adlı tablosu), kediler daha çok çıplak kadınların yanında yer buluyor kendine: İngilizcedeki “pussy” kelimesinin, hem vajina hem kedi anlamına gelmesi sizce bir tesadüf mü? KEDİYE EZİYETİN “FAYDALARI” Derrida, The Animal That Therefore I Am kitabının girişinde, kendi kedisiyle duştan çıktığı bir anda yaşadıklarını aktarırken kedisinin karşısında çıplak olmanın, bakışına maruz kalmanın, kendisini nasıl rahatsız ettiğini hatta utandırdığını aktarır. Biz insanlar hayvanları gözetleyenizdir, onların bakışlarına maruz kalan değil. Derrida burada, hayvanı gören insan imgesini, duş sonrası kedisiyle göz göze geldiği bir sahne üzerinden ters çevirmeye davet ediyor bizi. Darnton ise “Bir kedinin gözlerinin arkasında yarı insani bir zekâ sezilebilir,” şeklinde sorguluyor bu ilişkiyi. İnsanların içindeki hayvanlığı, çıplaklığı, tek bir bakışla göz önüne serebilecek bir hayvan varsa bu muhakkak ki kedi olmalıydı; sembolik bir ritüel için, inekten ya da koyundan, çok daha uygunlardı. Kedilere atfedilen mistik yönün dışında, dönem Fransası’ndaki kedilerin konumunu Darnton şöyle açıklıyor: “Anjou’da fırınlara girerlerse ekmeğin kabarmasını önleyebiliyorlardı. Bretanya’da balıkçıların yoluna çıkarlarsa avın bereketini kaçırabiliyorlardı. Bearn’de eğer diri diri gömülürlerse, bir tarlanın yabani otları temizlenirdi. [...] Kötü bir düşüşten sonra iyileşmek için, bir erkek kedinin taze kesilmiş kuyruğundan kan emecektiniz. Zatürree hastalığının tedavisi için, kırmızı şarap içinde bir kedinin kulağından kan emiyordunuz.” Liste anormalleşen ve vahşileşen bir çizgide uzayıp gidiyor. Yani işçiler, hem kedileri öldürerek mevcut rivayetlerden ötürü suçluluk duymayacak, diğer insanlardan tepki almayacak hem de yıllar sonraki proleter halefleri gibi bir bedel ödemek zorunda kalmadan burjuvaziye ders verme imkânını elde edecekti: “İşin güzelliği buradaydı; sembolizm, hakareti bir bedel ödemeden atlatabilmelerini sağlayacak kadar iyi gizliyordu. Katliam eğlenceliydi çünkü bu onlara, burjuvayla hesaplaşma fırsatı vermişti. Kediler, bir seremoninin parçası, kurbanıydılar.” SİVRİADA KÖPEKLERİ Hayvan katliamlarından ve bunun sembolik anlamından söz etmişken İstanbul’dan toplanan seksen bin köpeğin Sivriada’ya götürülüp ölüme bırakılmasının akıllara gelmemesi imkânsız. 1910’da başlayan toplama işlemleriyle seksen bin köpek Sivriada’ya gönderilir, bu köpekler ya açlıktan ve susuzluktan birbirini parçalayarak ölür ya da denize atlayıp boğularak. Adada uluyan köpeklerin seslerini İstanbulluların unutmadığı, yıllarca birbirlerine anlattıkları da söylenir. Serge Avedikian, Chienne d’historie (Barking Island) filminde bu köpek katliamını anlatır. 2010’da Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film Ödülü de alan animasyon, Ermeni Katliamı’nı anlatan sembolik bir düzleme de sahipti: Soykırım alegorisi olarak köpek katliamı. Ermenilerin yaşadıklarını bilenler, köpek katliamıyla arasında doğrudan bir bağlantı kurabiliyordu: Issızlık, susuzluk, açlık... Hatta filmin bir sahnesinde, geminin arkasına takılan köpeklerin ilerledikleri rotada yorulması, yavaşça ve acı çekerek gözden yitip gitmesi. Fransız işçilerin protestoları, proleterleşme sürecine, on dokuzuncu yüzyıla dek sembolik düzeyde kalmak zorundaydı. Jön Türkler’in köpek katliamını da aynı bağlama oturtmak, bizi Avedikian’ın yaptığı türden bir okumaya yönlendiriyor. Bir zamanların köpek katliamı Ermeni katliamına dair bir prova değilse de iki olay arasındaki paralellik bariz: Belli bir türe, cinsiyete, etnik kimliğe yönelik şiddet, içinde her daim çok daha fazlasını taşıyor; hayvanlara uygulanan şiddet, hiçbir zaman hayvanlara uygulanan şiddet değil. n Büyük Kedi Katliamı / Robert Darnton / Çeviren: Mustafa Yılmazer / Koç Üniversitesi Yayınları / 316 s. 14 10 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear