22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

>> kara bulut halinde, bu kadar ağır ve insafsız şekilde üzerimizde dolaştığı bir dönem hatırlamıyorum. Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının emekli olmasını, hayatımızdan çıkmasını, tarihe karışmasını istiyorum. Sadece hepimizin hayrı için değil, kendi hayırları için de. İktidarın bu kadar kötülük, bu kadar haksızlık, bu kadar düşmanlık ve tekinsizlik üretmesini reddediyorum. Hayat kazansın istiyorum, ölüm değil. “TOPLU BİR CİNAYET BU” n E.A. Neden belirsiz bir gelecekte geçiyor roman? Yazmanız açısından nasıl kolaylıklar ya da zorluklar yaşattı size bu durum? n M.U. Hep var galiba o belirsiz gelecek zemininde durma arzusu bende. Şimdinin içindeyken kelimeler biraz ışığını yitiriyor, renkler soluklaşıyor, manzaranın manası aşınıyor sanki. n S.Ş. Roman oldukça dağınık bir yapıyla açılıyor ve bizzat bu yapıyı eleştiren bir sonla bitiyor. Peki, bu son romanın dağınıklığını toparlıyor mu ya da toparlamalı mı sizce? n M.U. Dağınık bir yapı kurmak niyetim olmadı, keza toparlamak niyetim de... Çok katmanlı zulümlerin, insanlıktan bir yığın yolla çıkmanın, asla tam manasıyla iyi veya kötü, zifiri kusurlu veya mutlak mükemmel olamayacak olmanın daim fısıltısı eşlik etti yazarken bana. n E.A. Kitap bir cinayet romanı alt başlığını taşıyor. Bunun tam olarak kitapta işlenilen seri cinayetlere gönderme olduğundan emin değilim ben. Altbaşlıktaki cinayet kelimesini biraz açar mısınız? Bu da ironinin bir parçası mı? n M.U. Cinayet kelimesi ağır ağır öldüren bir hayata göndermede bulunuyor. Evren Tunga’nın her tacizin, tecavüzün ardından gövdesindeki belli hücrelerin usluluktan istifa etmesinde bulabilirsiniz sorunuzun cevabını. Toplu bir cinayet bu. Bir işçinin kot taşladığı için ölmesi gibi bir madenin dibinde, bazı pezevenk evlatları daha fazla para kazansın diye yüzlerce insanın ölmesi gibi. Siz kadınları sadece o an, sırf o eylemle, bir anlık bir kararla mı öldürüyorlar sanıyorsunuz? Katilin babası, dayısı, abisi, komutanı, öğretmeni... hepsi dâhil o cinayetlere. acı, keder, isyan varsa, hiç rağbet görmeyen, her daim görmezden gelinen sıvılarla dışa vurmak. Olay örgüsünden ziyade, becerebildiysem elbet, o mizah ve dil hasreti, heyecanı yazdırdı bana. Şenliğin ortasında feryat, karnavalda gözyaşı, cenazede kahkaha... n E.A. Kahramanlar bağlamında ben de şunu sormak istiyorum: Karakterleri, toplumsal cinsiyet rollerine dahil etmiyorsunuz. Bu pek de alışık olduğumuz bir şey değil. Nasıl çıktı bu fikir ya da neyi vurgulama amacı taşıyor bu durum? n M.U. Toplumsal cinsiyet rollerinin zulmünü, saçmalığını, ne gibi felaketlere yol açtığını, kaç insanı aramızdan aldığını dert etmişken kahramanlarımı niye o rollere dâhil edeydim ki? Herkes neyse o... Ne az ne fazla ve buna dair bir gerekçe, bir açıklama, bir izah üretmenin soğuk, bayağı ışığını niye metne düşüreydim ki? Ayrıca niye bu yüzden “hoş göreydim” veya “fazladan öveydim” ki? n E.A. Ama diğer yandan “bir erkeklik harikası” olarak Nedim Bey de var işin içinde... n M.U. Nedim Bey hayatımızı cehenneme çevirenin nasıl bir zebani olduğuna dair bir portre gayreti. Bence yer yer fazla şişkin, abartılı, ama yerini ve “rolünü” hepimizin çok iyi bildiği bir g.t... “O SİLAHI BEN ATEŞLEYEMEM...” n S.Ş. Eray’ın az önce bahsettiği durumdan söz etmek istiyorum: Bu bir nevi yabancılaştırma efekti mi bu sizin için? n M.U. Bilmiyorum... n S.Ş. Tezgel Arif Efendi de biraz önce bahsettiğim yabancılaştırma araçlarından biri gibi. Bize sürekli okuduğumuzun bir “metin” olduğunu hatırlatan bir araç diğer taraftan da. Ona böyle bir araçsallık yüklediniz mi gerçekten? n M.U. Tezgel Arif’i bir tür ajan, fren, asıl kendi kendime bir tür hatırlatma imkânı gibi kullanmış, tasarruf etmiş olabilirim. Yabancılaştırma aracı mı emin olun bilmiyorum. Onun konuşmasından, onu konuşturmaktan metni yürütebilme, metinle ilişki kurabilme imkânı veren bir güç devşirdiğimi söyleyebilirim ancak. n E.A. Müthiş bir şiddet sarmalının içinde şiddetsizliğe övgü mü Merhume? Çünkü bir “itaatsizlik hali” daim olsa da karakterlerimiz her şeye rağmen şefkat ve tebessüm yüklü. Hilmi Şerbet örnekse; silah bir şekilde hep meselenin içinde ama hiç ateşlenmiyor o silah... n M.U. Şiddetsizlik talebinin tek başına bir işe yaramadığını görecek bir hayatım oldu... O silahı ben ateşlemem, ateşleyemem, imkanım olsa (ki Merhume’de o imkânım vardı) ateşletmem de ama çaresiz, umutsuz kalanın ateşlemesini de anlamaya gayret ederim. n E.A. Öfkenizi yazınıza rehber etmeyi biliyorsunuz. Merhume hangi öfkenin peşinden gidiyor? Merhume’nin öfkelendikleri, öfkelendirdikleri neler ya da kimler sizce? n M.U. Saymakla bitmez... n S.Ş. Romanın son bölümünün neredeyse tamamını bizzat romanın eleştirisine ayırmanızın özel bir sebebi var mı? n M.U. Hayır yok... n “CENAZEDE KAHKAHA” n S.Ş. Parçalı yazmak, son dönem Türkçe edebiyatın bir tercihi olarak görünüyor. Merhume de bu tercihi devam ettiren bir roman. Neden? n M.U. Belli bir omurga, bir dizge, bir bütünlük takip etmemekse ancak kendi adıma konuşabilirim. Neyi okumayı, izlemeyi, dinlemeyi seviyorsam o istikamette bir hissiyatla yazıyorum galiba. Dikkati talep etmektense dikkati tahrik etmek bana iyi geliyor. Bunca adaletsizlik, pislik, kibir, şımarıklık, öküzlük, yalancılık, riyakarlık, kayıtsızlık varken kimse rahat nefes almasın istiyorum. Benim gibi sefiller yaşarken hayatlarımızın canına okuyanlar rahat edemesin istiyorum. n S.Ş. Mizah ve dil, kitapta olay örgüsünün önüne geçmiş gibi. Sadece konuşan hatta “kusan” bir kahramanlar kümesi yaratmışsınız sanki. Öyle mi gerçekten? n M.U. Kusmaktan ziyade ifrazat diyebiliriz belki. Ter, çiş, meni, kusmuk, sümük... İçimizde kalmış ne kadar haz, Merhume / Murat Uyurkulak / APRIL Yayıncılık / 320 s. KItap 18 Şubat 2016 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear