Catalog
                    Publication
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Years
                    
                    
                
                    Our Subscribers Can Login And Read Original Page
                    I Want To Register And Read The Whole Archive
                    I Want To Buy The Page
                
            
                SUZAN SAMANCI’DAN “KOCA KARINLI KENT”  Acının labirenti  Suzan Samancı’nın Diyarbakır’da yazmaya başlayıp İsviçre’de tamamladığı romanı “Koca Karınlı Kent” göçü, hasretliği, aşkı ve bütün bunlarla büyüyen çocukların gözünden yaşanan açmazları anlatıyor.  serdar özer Ç ocuk, her yerde bir şekilde çocuk kalıyor: Sakin ve huzurlu bir kentte de savaşın ve acının ortasında da. Kendisini avutacak, yaşadığı korkuyu üstünden atacak bir yol buluyor. Hiç bilmediği bir karanlığa yollanırken bile bu halini bir şekilde koruyor. Çekilen sınır ve orada hayatı kısıtlayan şeylere karşı çocuk aklıyla direnebiliyor. Belki de Suzan Samancı’nın Koca Karınlı Kent’te “Sınır boyu karanlıkları başka karanlıklara benzemez” derken kastettiği şey buna karşılık geliyor; orada oyunlar, oyuncaklar ve insanların birbirine bakışı farklı. “KİMLİĞİMİZ OKUNUYORDU YÜZÜMÜZDEN...” Samancı, anlatmaya oradan başlıyor: Karanlık sınır noktası, çocukluk, oyunlar ve bu oyunların başka yerlerdeki çocuklarınkinden hayli ayrı olduğu... Yazarın anlatıcı kahramanının ninensin gözünden de bakıyoruz bu karanlığa ve çocukluğa. O karanlık ve adı konmayan ama tahmin edebileceğimiz sınır bölgesindeki acılar, bir anlamda dağı taşı altın kente göçü zorunlu kılarken anlatıcının babası ise memleketine dönmek için ant içiyor. Ninenin sık sık bahsettiği vicdan, göçülen büyük kentte parayla örtülen, köreltilen ve yok edilen bir şey haline gelmiş. Bunu en iyi eski tanıdıklar sayesinde anlıyorlar. Elbette başka bir sorun daha var: Kimlik. Aile, geldiği yerden göç ettiği kente bunun ağırlığını da sırtlanarak yollanıyor. Bu kez görünmez tel örgülerle çevreleniyor etrafları. Samancı’nın el attığı veya sözcükler aracılığıyla kurcaladığı sorun, bir yerden diğerine gidişin çok ötesinde; kişinin geldiği kentte de memleketinde de insan kalabilmenin koşullarını tartışıyor biraz da. Kötülüğün sıradanlaştığı ve bunu neredeyse kimsenin umursamadığı bir dünyada vicdandan ne kadar söz edilebilir? O vicdan ki insan olmanın ilk koşulu değil mi? Samancı, hem çocukların hem de büyüklerin gözünden ilkin oraya odaklanıyor. Kimlik konusuyla vicdan meselesinin at başı  gitmesi bu yüzden  belki de. Yazarın an  latıcı kahramanı bunu  cümlelere döküyor:  “Biz nereye gidersek  gidelim kimliğimiz  okunuyordu yüzü  müzden. Çocuklarınız  taş atıyor, kadınları  nız iyi zılgıt çekiyor  ve iyi koşuyorsunuz  diyorlardı.”  Samancı’nın an  lattığı hikâyenin bir  başka yönü de hep  çocuk kalmayı düş  lemekle büyümek  arasında sıkışıp kal  makla ilgili. Konu,  henüz bir çocukken  ağır yükümlülükler  altına girerek bunun  altında ezilme tehli  kesiyle yüzleşmekle  de bağlantılı. Böyle  değerlendirdiğimizde,  kitabın hayatla; bazen  görmezden geldiğimiz  gerçeklerle olan te  masını keşfediyoruz.  Kısacası, bir savaşın  her zaman peşinden sürüklediği çocuklar ve onları erken olgun  serdar sever  laştıran koşullar söz  konusu.  Suzan Samancı’nın kitabının bir başka yönü de hep çocuk  Sadece buraya  kalmayı düşlemekle büyümek arasında sıkışıp kalmak...  yoğunlaştığımızda  kitaba haksızlık ederiz çünkü aidiyet  ya da orada kaybolmaya yüz tutan  duygusunu canlı tutma uğraşı da yan ların sesi... Ancak buna rağmen pes  sıyor satırlara. Deyişler, yerel ağız,  etmeyen insanları karşımıza çıkarıyor  sınır boyu kültürüne özgü kimi konuş yazar.  ma ve diyaloglar, romanın tamamına yayılmış durumda. Haliyle memleketle  BÜYÜK KENT, KÜÇÜK DÜNYA  göçülen yer arasında beliren çelişkiler  Geldikleri kente de şekli ve silahları  de... Samancı’nın kahramanları, özel  değişen bir savaş hâkim. Samancı’nın  likle de anlatıcı ve ninesi bu anlamda  kahramanlarının buna dâhil olmaması  daha ön planda. Kalıp yargılar, olağan ise imkânsız. Burada karşılarına diki  suçlular, kendini aklamaya çalışanlar len soru şu: Vicdanlarına kibrit suyu  ve sadece insan kalmaya çabalayanlar dökülenler gibi mi olacaklar, yoksa  da cabası. Bu tanıdık bir hikâye fakat  insan mı kalacaklar? Yazar, bu ikilemi  ne kadar farkında olduğumuz tam bir  anlattığı veya hissettirdiği satırlarda,  muamma.  herkesin kendini ve karşısındakini  Samancı’nın anlattığı ayakta kalabil tanıma uğraşına da yer veriyor. O  me, yaşama, birbirini anlama, kavgaya uğraşa, kimliğini açıklamak isterken  tutuşma, âşık olma ve hayatın akışına susmak da yakın geçmişteki travmala  karşı dimdik durabilme halleri, kitabı rı hatırlamak ve hayata isyan bayrağı  âdeta bir başkaldırı romanına dönüştü çekmek de eklemleniyor.  rüyor. Okulda, günlük yaşamda, evde  Yabancısı olunan kentte tutunma  ve çalışma hayatında “yabancı” olarak nın yollarından biri de tanıdıkların ve  konumlanan insanların, yabancısı ol  eski yüzlerin yakınlarında bulunmak.  duğu bir kültürde tutunma çabası bu: Samancı’nın kahramanlarının, koca  Koca bir kentin gürültüsüne karışan  karınlı kentte giriştiği şeylerden biri  de bu. Zaman geçtikçe alışırlarmış gibi geliyor ama orada bulunmaktan hoşnut olmadıklarını da anlıyorlar. Kentin büyüklüğüyle dünyanın küçüklüğü birbirine karışırken ortak bellekte saklanan hikâyeler hortluyor kimi anlarda: Koca karınlı kentte yolunu kaybederken memlekette kaybedilenleri anımsıyorlar. Hatırladıkları bir başka şeyi Bayzar isimli karakter dillendiriyor: “İnsan insanı çözdüğünü sanır ama çözemez, insan dipsiz karanlık bir kuyudur.” Mevcut çözümsüzlüğün farkında olduklarından, herhangi bir terslikte bile kendilerini suçlu hisseden bir aile var karşımızda. Dahası, insanı çözdüklerine inandıkları coğrafyayı özlüyorlar hemen her gün. Samancı, konuşmak isteyen ve dertlerini dökmeye niyetlenen anlatıcı karşısında, koca karınlı kenti dinleyici gibi konumlandırıyor. Ancak kent de susmuyor, insanları bir araya getirirken ayrıştırıyor da. “Suçlarını denize kusup denizi bile kirletenler, insanları tek renge boyayıp kör dövüşü yaptırırken sırra kadem basıyor, ay çekirdeği tüküren erkekler canavara, kadınlar da satılık koyunlara dönüşüyordu” cümleleri, koca karınlı kentte sıradan bir günü yansıtıyor anlatıcının gözünden. Memleketinden aklında kalanlar, yaşadığı kent ve zihnindeki sorular, anlatıcı için kendi acısının labirenti haline gelirken sanki hep aynı günleri, aynı mevsimi yaşadığını hissediyor. HIRPALANAN BİR YAŞAM Samancı’nın anlatıcı kahramanı da onun arkadaşları da bir konuda hemfikir: Yaşadıklarını sanırken aslında hiç yaşamadıkları... Özellikle çabucak büyüdüklerinde geriye dönüp bakınca bunun ayırdına varıyorlar. Böylece roman bizi bir yere daha götürüyor; zamanın, insan üstündeki yıkıcı etkisine... Süregelen duruma ister varoluşçu ister kötümser bakış deyin ya da hiçbir isim vermeyin, olan bu. Romanın anlatıcısı, çocukluk evresini, onu büyüten acılar ve sorumluluklar yüzünden hızla geçiyor. Göç ettiği kentte, en az memleketindeki kadar mücadele vermesi gerektiğini kavraması bir yana, karıştığı kovalamacalar, hasret ve aşkla sağa sola savruluyor. Aslında bunu koca karınlı kentle sınırlamamak lazım, bütün yaşamı böyle bir hırpalanmayla geçiyor. Samancı’nın anlattığı hikâye, bu bakımdan çok tanıdık; yazar, kahramanlarının geldiği kültürle içine düştüğü ortam arasındaki benzemezlik ve çelişkileri bir arada veriyor. Peki, Koca Karınlı Kent nasıl nitelenebilir? Göç romanı? Aşk romanı? Kimliğin romanı? Kayboluş veya direniş romanı?.. Tek başına hiçbiri yeterli değil. Koca Karınlı Kent, yukarıda sayılanların hepsinin romanı. n Koca Karınlı Kent/ Suzan Samancı/ Ayrıntı Yayınları/ 160 s.  4 3 Kasım 2016  KItap   
            
    
