Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Rıza Türmen’den “Güçsüzlerin Gücü” paramparça! Rıza Türmen’in hukukçu, diplomat, AİHM yargıcı, siyasetçi ve yazar kimliklerinin bileşiminden oluşan kitabı “Güçsüzlerin Gücü”, iktidarın karşısında savunmasız insanların hikâyelerini anlatıyor. Türmen kitapta, Türkiye kamuoyunu uzun süre meşgul eden, uluslararası kuruluşların gündemine de girmiş davalarla birlikte, edebiyat ve felsefeyi de işin içine katarak konuyu genişletiyor. Çalışma, usta çizer Selçuk Demirel’in desenleriyle güçlenmiş. Türmen’le yeni çalışması “Güçsüzlerin Gücü”nü konuştuk. r Gamze AKDEMİR ları siyasi iktidarı sınırlamak içindir de zaten. Onun için insan hakları özellikle bu hegemonik, tahakkümcü iktidara karşı çok daha önemli. Aynı zamanda kitabın kapağında Selçuk Demirel’in de çok güzel çizdiği gibi bireylerin birleşip tek bir ağaç haline gelebilmesi önemli. Bunun için de sokaktaki insan “bu insan hakları, demokrasi benim işim değil”in aksine “bu benim işim” diyebilmeli. Sokağa çıkmaktan korkmamak, toplumsal muhalefet yapabilmek lazım. “2007’DEN SONRA HIZLA GERİYE DÖNDÜK!” Kuşkusuz siyaset sadece Meclis’te yapılacak diye bir şey yok. Elbette, siyaset herkesin, hepimizin işi! O kamusal alanlarda toplanıp dertlerini, ortak görüşlerini ortaya koyarak ortak çözümler aramak önemli. Protesto etmek istiyorlarsa da protesto edebilmeliler. İç Güvenlik Paketi tam da bu amaçla çıkarıldı. Yani insanlar kamusal alanda siyaset yapamasın diye. Bunu denetlemek için. Geçmişten bugüne bu konuda sicilin hiç parlak olmadığı da düşünülürse elleri hep kuvvetli. Hatta daha kötüye gidiyoruz. İnsan hakları paramparça! 1990’lardaki davalar korkunç. Yani o Kürt davaları bir felaket. AİHM’in görmediği korkunçlukta davalar. Faili meçhuller, işkenceler, köy boşaltmalar inanılmaz. Mevzu sicil, Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin idari bir uygulama olmasına ilişkin değerlendirmeleri ve haklı algıyı getirmiş. Kitapta AİHM’in de bunda hemfikir olduğunu açımlıyorsunuz. Tabii, Administrative Practice, yani idari uygulama haline gelmişse o zaman yargı yolunu hiç tüketmiyorsunuz artık. Türkiye böyle bir dönemden geçti. Sonra 2000’lerde normalleşmeye başladı. Daha terbiyeli(!) insan hakları ihlalleri ortaya çıkmaya başladı. Hep ihlal olmakla birlikte işte düşünce özgürlüğü ihlal ediliyor, mülkiyet hakkı ihlal ediliyor gibi. 2007’den sonra ise insan hakları bakımından tekrar hızlı bir geri T E M M U Z 2 0 1 5 Fotoğraf: Vedat ARIK İnsan hakları Siyasetin ülkemizde boş vaatten ziyade yenilenerek gerçek umutlar verebilme potansiyelini nasıl görüyorsunuz? Pek iyi görmüyorum. Türkiye’de genelde seçim vaatleri birbirinden kopuk, bunlar böyle kaldığı sürece bu sandığa yansımaz. Demokrasi, insan hakları, ekonomik vizyon, katılımcılık, çoğulculuğu kapsayan yeni bir Türkiye projesi ortaya koyulabilmeli ve halka bir güzel anlatılabilmeli. “DİKTATÖRLÜKLER ÇOK İSTİKRARLI!” Koalisyon istikrar kaygıları açısından değerlendirilir ya genellikle. İşte anlaşamazlar, kriz üstüne kriz çıkar gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim sonrası yaptığı yazılı açıklamada da bu istikrar meselesine vurgu yaptı. Şimdi bu istikrar çok aldatıcı bir laf. Evet, mevcut hali hazırdaki bozuk düzenin devamına işaret eder bizde. Geçmişte de böyle değil miydi? Dünyanın en istikrarlı ülkeleri işte Nazizm zamanında Almanya, Faşizm zamanında İtalya’ydı mesela. Stalin zamanında Sovyetler Birliği de çok istikrarlıydı. Diktatörlükler çok istikrarlıdır. Ekonomik gelişme diye halkın uyutulması bu istikrar söylemlerinin vazgeçilmezi. Hukuk, adalet, demokrasi, özgürlükleri yok ama duble yolları, AVM’ler, havaalanlarını gören epeyce bir kitle “büyüyoruz” diye uyutuluyor. Demokrasi içinde bir istikrar sağlayabiliyor musun önemi olan odur. İstikrar odur! On yıl boyunca AİHM yargıçlığı yapmış bir siyasetçisiniz. Hukuk ve siyaset nasıl bileşmeliydi? Hukukun siyasetin dayandığı temel olması lazım. Bugün zaten yaşadığımız en büyük sorunlardan biri siyasette hukukun ortadan kaldırılmış olması. Bütünüyle rafa kaldırılıp araçsallaştırılması. Hukuk demokrasinin özünü teşkil eder. Hukuku ortadan kaldırdığınızda da yerine keyfilik gelir. Bugün siyasete hâkim olan bu. Görülmemiş bir keyfilik söz konusu. Brezilya ve Venezuela modellerini örnekliyorsunuz kitapta. Katılımcı demokrasi nasıl olur? Orada bunlar yapılmış ve başarılmış. Temsili demokrasi bir yerde artık tıkanmaya başladı. Temsili demokrasiden tamamen vazgeçemeseniz bile böyle katılımcı demokrasi modelleri üzerine düşünmek lazım Türkiye’de. Bu, yabana atılmamalı. Yani? Küçük özerk birimlerle gerçekleşebilir temsili demokrasi. İhtiyaçlarının ne olduğuna kendisi karar veren küçük özerk birimlerle gerçekleşebilir. Mesela Bursa’da Nilüfer Belediyesi’nin yaptığı var; mahalle bazında üniteler kuruyorlar. Komünler kuruluyor ve halk kendi ihtiyaçlarını saptıyor. Kendi yönetim kurulları var. İhtiyaçlar merkezden saptanıp halka bildirilmiyor. Halk kendi ihtiyaçlarını tespit ediyor ve buna para ayırıyor merkez. Bu, aslında iktidarın merkezden alınıp halka verilmesi demek. Katılımcı demokrasinin çok önemli bir modeli. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Güçsüzlerin Gücü/ Rıza Türmen/ Doğan Kitap/ 458 s. K İ T A P S A Y I 1 3 2 6 üçsüzlerin Gücü, 2008’den bu yana Milliyet’te yazdığınız yazıları kapsıyor ama öykülerinizi de biliyoruz. Evet, kısa öyküler yazdım, Varlık başta pek çok dergide yayımlandı. Fakat memur olup da öykü yazmayı sürdürmek çok zor. Dolayısıyla memur olunca o hayat kaldı. İnsan hakları, AİHM, yargı, iç ve dış politika, anayasa, yazılarınızın ana başlıkları. Türkiye’nin bu yoldaki hallerine keskin değerlendirmeler getiriyor her biri. Türkiye’nin on beş yıllık bir kesiti var tabii. Yazılar da kronolojik olarak yer alıyor. Yedi bölümden oluşuyor ve hegemonyanın inşasına karşı verilmesi gereken bir mücadelenin unsurları ortaya konuluyor. Baktığımızda bu on beş yılda Türkiye’de korkulan her şeyin gerçekleştiğini, adım adım daha kötüye gidildiğini görüyoruz. Bunlara toplu bir değerlendirmeyle bir kez daha dikkat çekmek istedim. “HEPİMİZ GÜÇSÜZÜZ!” Güçsüzler kim? Her toplumda kıyıya köşeye itilmiş, toplumdan dışlanmış, ezilmiş olanlar. Bunların içinde yoksulu, işçisi, LGBT’si, etnik azınlıkları, Kürdü, Romanı, Alevisi; Türkiye’de böyle bir merkez çoğunluğun ezdiği insanlar var. Onları bir kere içeri almak, ellerini güçlendirmek lazım. Türkiye’de bir başka anlamı da şu: Türkiye’de tek bir adamın elinde bir güç yoğunlaşması olduğu için karşısında duran herkes yani hepimiz aslında güçsüzüz. Yani sadece toplumun kıyısında kalanlar değil, toplumun kıyısında kalmayanlar, o hegemonyaya karşı duranlar da güçsüz. Güçlendirmek için araçları konuşursak... İnsan hakları çok hayati. İnsan hakS A Y F A 1 8 n 1 6 G dönüş söz konusu. Toplantı ve gösteri yürüyüşü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü başta pek çok alanda ihlaller seri halde devreye giriyor. Yüzlerce ihlal davası ortaya çıkmaya başlıyor. Kitapta bu noktada yaşananları bireysel olaylar, emsal dava ve olay eşliğinde anlatmaya çalıştım. “BİZDE İNSAN HAKLARI SAVAŞARAK ELDE EDİLMEDİ” Güçsüzlerin gücü bugün ne durumda? Sizce artık neler aynı değil? Toplumda büyük korku var bir kere. Bir toplumda korku varsa o toplumda demokrasi yok demektir. Gazeteciler, hukukçular, öğrenciler, işçiler, halk, herkes korkuyor. 1 Mayıs’ta kalabalıklar toplanamadı korkudan. Bir de ülkemizde insan hakları savaşı verilmedi, savaşarak elde edilmedi. Bir paket halinde dışarıdan alınıp üzerimize bol gelen, eğreti giyilmiş bir palto gibi. Yani insan hakları bireylerin öz değer sistemleri içinde yok. Böyle bir gelenekten geliyoruz. Gezi Direnişi’ni nasıl konumluyorsunuz bu noktada? Bunun değişmesi yolunda yürekli bir adımdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki en büyük dönüşümlerden biriydi. Katılımcı, çoğulcu demokrasi “nasıl olur”un bir laboratuvarıydı. Sadece bir protesto hareketi değildi, aynı zamanda yeni bir Türkiye’nin çekirdeğini, tohumlarını taşıyordu. “DEMOKRAT YENİ BİR TÜRKİYE ŞART” Siyaset, Gezi’den vaktinde etkilenebildi mi sizce, yeterince bir çıkarımda bulunabildi mi? Bazıları daha çabuk etkilendi, bazıları geç kaldı. Türkiye’deki demokrasi, özgürlük savaşının, yeni bir Türkiye’nin nasıl olacağını siyasetçiler de Gezi’de daha iyi gördü. C U M H U R İ Y E T