05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Y Dünya Savaşı’nın Avrupa’da sona erişinin, Nazi kuvvetlerinin Müttefik ülkelerin ordularına teslim oluşunun 70. yıldönümü geçen 8 Mayıs’ta kutlandı. Bu soykırımcı belanın soyunun anakaradan silinmesi şimdilerde “neo”ları boy gösterse de kuşkusuz kutlanası bir olaydı. Kimilerine göre 35 milyon, kimilerine göre 60 milyon insanın can verdiği acımasız bir savaşın sona ermesi kimi sevindirmez ki! Ne ki, bu olayın ABD’nin attığı atom bombalarının yol açtığı, derin izleri hâlâ silinmemiş olan büyük bir yıkımla son bulmuş olması, çoğumuzun gözünde bu kutlamaya kapkara bir gölge düşürmemiş midir? eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celal@celaluster.com.tr İkinci Dünya Savaşı’nın sanat ve edebiyattaki yansımaları (I) oluyor bir on yıl kadar. / Yedi yaşında bir kızım, / büyümez ölü çocuklar. // Saçlarım tutuştu önce, / gözlerim yandı kavruldu. / Bir avuç kül oluverdim, / külüm havaya savruldu. // Benim sizden kendim için / hiçbir şey istediğim yok. / Şeker bile yiyemez ki / kâat gibi yanan çocuk. // Çalıyorum kapınızı, / teyze, amca, bir imza ver. / Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler.” ‘İnsanlar yaşasın...’ II. lik yaklaşımları yerle bir eder. ANIMSAYIŞ VE UNUTUŞ Duras’ın senaryosunda, Emmanuelle Riva’nın oynadığı kadının ceza olarak saçlarının kesilmesi ile atom bombasının etkisiyle Hiroşimalı kadınların saçlarının dökülmesi arasında kurulan koşutluk, sınır tanımayan insancıl yaklaşımıyla unutulur gibi değildir. Kaldı ki “Hiroşima Sevgilim”, Resnais’nin, kadın ile erkek arasındaki uzun diyalogların arasına kattığı geriye dönüşleriyle “anımsayış” ve “unutuş”un filmidir. JOHN HERSEY’NİN KÜLT KİTABI Hiroşima deyince, Pulitzer ödüllü yazar ve gazeteci John Hersey’nin “Hiroşima”sını da unutmak olanaksız. Savaşın bitiminden hemen sonra, 1946’da yayımlanan yapıtında, atom bombasının atıldığı Hiroşima’yı, patlamadan kurtulanların tanıklıklarına dayanarak, gerçek olgulardan yola çıkarak, nesnel bir gözle anlatır Hersey. Kitaplaşmadan önce ünlü New Yorker dergisinde yayımlanan “Hiroşima”, ABD medyasının o güne kadarki yaklaşımını altüst eden bambaşka yorumuyla, Amerikan halkının Japon halkına bakışını değiştirmiş; Hiroşima’ya atom bombasının atılmasını büyük bir sevinçle kutlamış olanlardan bazıları, Hersey’nin kitabını okuduktan sonra ağladıklarını itiraf etmişlerdi. New Yorker yazarlarından Roger Angell’e göre, “Hiroşima”nın bugüne kadar üç milyondan fazla satmasının nedeni, “Kitapta anlatılanların, Dünya Savaşları ve nükleer soykırımın aklımıza kazınmasının ayrılmaz bir parçası olup çıkmasıydı.” “GOCİRA”DAN “GODZİLLA”YA Japonya’nın iki kentinde on binlerce insanın ölümüne, çok daha fazlasının sakat kalmasına, kalıcı izlerini taşımasına yol açan atom bombalarının sinema sana Marguerite Duras HİROŞİMA VE NAGASAKİ Şimdi, önümüzde, ABD’nin 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagasaki’ye attığı atom bombalarıyla II. Dünya Savaşı’nı tümden bitirişinin 70. yılı var. Bu, elbette, kutlanası bir 70. yıl değil. Olsa olsa, ABD’nin nükleer savaşı başlatarak dünya sahnesine tam anlamıyla bir büyük egemen devlet olarak çıkışının 70. yılı. II. Dünya Savaşı, ister istemez, sayısız filme, romana, öyküye, şiire, oyuna konu oldu. Özellikle savaşın hemen ardından çekilen filmlerin çoğu doğrudan propaganda amaçlı, sanatsal nitelikten uzak yapımlardı. Sanat ve edebiyatın, bu konuya, daha çok boyutlu, daha yaratıcı bir biçimde yaklaşması zaman aldı. Japonya’nın iki kentine atılan atom bombalarının insan bedeni ve ruhunda açtığı ölümcül yaraları işleyen sanat yapıtlarının ise bu alanda çok özel bir yeri var. “HİROŞİMA SEVGİLİM” Örneğin, Alain Resnais’nin 1959’da Marguerite Duras’ın özgün senaryosundan çektiği “Hiroşima Sevgilim”. Yıllar önce Sinematek’te seyrettiğim “Hiroşima Sevgilim”, savaş sonrasında Hiroşima’da karşılaşan bir Fransız kadın oyuncu ile bir Japon mimar arasındaki kısa aşk öyküsünü konu alır. Ne ki, Hiroşima’ya atılan atom bombasının ürkünç etkilerini gözler önüne seren belgesel görüntülerle başlayan film, gençliğinde savaş sırasında bir Alman askeriyle aşk serüveni yaşadığı için aşağılanıp cezalandırılan bir kadın ile Japon ordusuna katılan ve ailesini Hiroşima’da yitiren bir erkeği, yakın geçmişin tüm acılarını taşıyan, buruk, kırılgan bir aşkta buluşturmasıyla bile o güne kadarki beyS A Y F A 6 n 1 1 tındaki en çarpıcı yansıması ise Batılıların “Godzilla” dedikleri hilkat garibesi. Sonradan giderek yozlaşarak Japonya ve ABD’de pek çok filme konu olan, video oyunlarında, romanlarda, çizgi romanlarda, televizyon dizilerinde belirerek dünya çapında bir pop kültür ikonu olup çıkan “Godzilla”nın aslı, Japon yönetmen İşiro Honda’nın, atom bombalarının atılışının üstünden on yıl geçmeden, 1954’te çektiği “Gocira”. NÜKLEER ÖLÜMÜN METAFORU Honda’nın, kimilerince “goril ile balinanın kırması” diye tanımlanan, kimilerince dinozora benzetilen, kimilerince de “dev bir sürüngen canavar” olarak nitelenen “Gocira”sı, pek çoklarınca Japonya’nın atom bombalarından kalan “yara izleri”nin ve gelecekte nükleer teknolojilerin gelişmesi konusundaki kaygılarının duygusal yönden güçlü bir metaforu olarak görülmüştü. Dahası filmin sanat yönetmeni Akira Vatanabe, “canavar”ın deri dokusunu oluştururken Hiroşima’dan sağ çıkanların bedenlerinde görülen keloit izlerinden esinlenmişti. “ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN” Hiroşima, kuşkusuz, bizim edebiyatımıza da yansıdı. İlk ağızda aklıma düşen, Nâzım Hikmet’in 1956’da yazdığı ünlü şiir: “Kapıları çalan benim / kapıları birer birer. / Gözünüze görünemem / göze görünmez ölüler. // Hiroşima’da öleli / John Hersey’nin “Hiroşima”sı bugüne kadar üç milyondan fazla sattı. EDEBİYATIN BAŞKALDIRISI Bu konudaki en incelikli, en duyarlıklı yaklaşımlardan biri de, kanımca, Jorge Luis Borges’in “Atlas” kitabındadır. Borges, atom bombasını yapan insanın karşısına, yalnızca on yedi heceden oluşan, küçücük bir şiiri yaratan insanı çıkarır. Borges’in sözlerinde, edebiyat, savaşa, nükleer silahlanmaya olanca zarafetiyle başkaldırır: “Evvel zaman içinde, sonbaharlardan bir sonbahar, Şinto tanrıları kim bilir kaçıncı kez İzumo kentinde buluşmuşlar. Söylenenlere bakılırsa sekiz milyon tanrı varmış. Ben utangaç bir adamımdır, herhalde onca tanrı arasında elim ayağım birbirine dolaşırdı. Neme gerek, düşlere bile sığmayacak sayılarla uğraşmak akıl kârı değil zaten. Bu adalarda uğurlu sayı sekizmiş ya, gelin biz de sekiz tanrı varmış diyelim. Üzgünmüşler ama ne kadar üzgün olduklarını belli etmiyorlarmış: Tanrıların yüzleri, okunmaz kanci’lerdir. Bir dağın yeşil doruğunda, çepeçevre çevrelenmiş oturuyorlarmış. Gökyüzünden ya da bir kayanın tepesinden ya da bir kar tanesinin üzerinden insancıkları gözlüyorlarmış. İçlerinden biri demiş ki: ‘Günler, belki de yüzyıllar önce, burada toplanarak Japonya’yı ve dünyayı yarattık. Balıklar, denizler, gökkuşağının yedi rengi ve hayvan soyları boy atıp gelişti. İnsanların sırtına çok fazla yük binmesin diye, onlara döl döş verdik, çocuklar verdik, çoğul günü ve tekil geceyi verdik. Sonra, çok değişik şeyleri deneyip yaşayabilme armağanını bağışladık onlara. Arı durmadan bal yapar durur. Oysa nasıl aygıtları, sabanı, anahtarı, çiçekdürbününü yarattıysa kılıcı ve savaş sanatını da öyle yaratmış olan insanoğlu, şimBorges di de tarihe son verebilecek görünmez bir silâh yarattı. Gelin, bu anlamsız eylem gerçekleşmeden, insanları yok edelim.’ Tanrılar kara düşüncelere dalmışlar. Tam o sırada, başka bir tanrı, dinginliğini yitirmeden, demiş ki: ‘Haklısın, dediklerine bir sözüm yok. İnsanoğlu düşünüp taşınıp bu tüyler ürpertici silâhı yarattı ama bir şey daha yaptı, on yedi hecenin kuşattığı bir boşluğu dolduran bambaşka bir şey daha yarattı.’ Tanrı, on yedi heceyi tekdüze bir sesle okumuş. Bilinmeyen, anlayamadığım bir dilde. Sonunda, tanrıların en yücesi, yargısını vermiş: ‘İnsanlar yaşasın.’ Böylece, insan soyunu kurtaran, bir ‘haiku’ olmuş.” n K İ T A P S A Y I 1 3 2 1 H A Z İ R A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear