Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Turgut Ulucan’ın ilk romanı: “Nergis” ‘Evlerine uydu anteni giren köyde, edebiyat olmaz’ Turgut Ulucan ilk romanı “Nergis” ile okur karşısına çıktı. Ulucan romanında, çok da yakın olmayan geçmişte yürüyen bir köy hikâyesi anlatıyor. Bu hikâyenin içinde ise acı, dozunda eğlence ve bir kayıbın peşine takılmış ahali birlikte yürüyor. Ama “Nergis”, gerçek anlamıyla bir cinayetin hikâyesi. Ulucan’la bu ilk romanını konuştuk. r Emre BAYIN ergis yayımlanan ilk romanınız fakat özgeçmişinizde yayıma hazır üç romanınınız daha olduğu yazıyor. Bu romanlar neden böyle birikti? Göze görünmeden yaşamayı yeğleyen, iddiası olmayan ve çekingen bir insanım. Belli ki evveliyattan gelen güven ve cesaret eksikliği bu. Ancak ne kadar kaçsanız da kalabalıklardan ve kendinize yönelik bakışlardan, insanın içinde tatmin olmayan bir şey dürtüyor da dürtüyor doyurmadığınız ve var olduğunuz sürece. Ya yırtacaksınız kabınızı kalabalıklara dalacaksınız, ya temelli kapanacaksınız kabuğunuza ya da kendinizi ifade etmenin bir yolunu yaratacaksınız. Konuşmak eni konu cesaret işi. Bende o cesaret hiç olmadı ve susarak konuşmanın yolunu buldum: Yazmak. Ancak sırça binalarda yaşamak gibi bir şey bu da; herkes seni görür, kimse duyamaz. Biriki dostun dürtelemesiyle cesaretlenip Nergis’i sürdük ortaya işte. “Diğerleri de demlensin dursun. Nergis’ten yüz bulursak bakarız” dedik. Ancak şunu belirteyim ki yine de bir mahcubiyet, yadırganacak bir şey yapmışım gibi bir his var içimde şu kitaptan kaynaklanan. Belki de doğaldır. Belki başkaları da hissediyordur ilk defasında bunu. Diğer romanlarınız neleri konu ediyor? Birincisi ve ilk yazılanı modern bir şehir hikâyesi. Bir arada tutan gücün sevgi mi alışkanlık mı olduğu belirsiz bir evlilikte çocukluğundan yıkım getiren bir adamla sonsuza dek çocuk kalmak isteyen bir kadının yer yer doğaüstü ve kurgusal romanı. Erkek kahramanın iç dünyasıyla, kadının da erkekle hesaplaşması. İkinci roman biri Almanya’da, diğeri Güneydoğu Anadolu’da öğretmenlik yapan iki eski C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I N dostun birbirine yazdıkları mektuplar üzerinden iki farklı dünyayı kıyaslayıp yargılayan bir hesaplaşma hikâyesi. Ve tabii ki iki ayrı dünyanın, her iki tarafta da cendereye sıkışan çocukları... Üçüncüsü de yine bir köykasaba hikâyesi. Nergis’i yayımlatmaya nasıl karar verdiniz peki? Edebi alanlarda çok yetkin, insani meziyetleri engin bir dost olan Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölüm Başkanı sevgili Prof. Dr. Medine Sivri’ye sundum önce Nergis’i. Okudu ve yayımlatmam için cesaretlendirdi. İletişim Yayınları Türkçe Edebiyat Editörü Levent Cantek, gönderdiğim kitap dosyasını yayımlamayı düşündüklerini söylediğinde başladı her şey. “SEFİL KÖYLÜ ÇARESİZDİ” Türkçede yıllarca köyü konu alan romanlar yazıldı. Üstüne bu romanlar sanki kendi başlarına bir roman olamazlarmış gibi “köy romanı” diye garip bir kategoriye koyuldu. Fakat bu romanların çoğu öğretici olma amacı taşıyan, anlattıkları insanlara üstten bakan romanlardı. Günümüze doğru geldikçe bu tavır etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladı fakat bu sefer de köyü konu eden romanlarının sayısı azaldı. Bu kadar zor mu bir köyü anlatmak? Köyü anlatan ilk romanlar cumhuriyetçi elitler tarafından kaleme alınan ve anasından doğalı toprakla boğuşup yine de aç kalan köylüye modern insan olmayı ve çalışmanın erdemlerini öğütleyen romanlardı. Modern olmak tertemiz giyinmek, tarlaya güle şakalaşa gidip bu sayede bol bol üretmek, keman çalıp Balzac okumaktı. Bunun için de köylü elitler yaratıldı. Fakat hiç bir şekilde alt yapısı olmayan sefil köylü çaresizdi ve doğal olarak bu türden bir modernleşmeye direndi. Köyü anlayabilmenin ve anlatabilmenin yolu köylü gibi düşünüp, örneğin köylünün diliyle yazmaktı oysa. Coğrafyadan ve altüst kimlikten münezzeh, tamamıyla Anadolu’ya özgüdür bizim köy insanlarımız. Acı çeker, hasret çeker, baskı görür, eziyet edilir, yadırganır, dışlanır, aç kalır, borca batar, çeker mavzeri birbirini vurur ama her durumda mizah yüklüdür. Bunun yanında modern yaşam kentle köyü birbirine fiziksel olarak da kavrayış açısından da yakınlaştırdı. Doğal olarak edebi açıdan köye yönelik ilgiyi de azalttı. Teknoloji ve çift taraflı göç, köyleri hem köy olmaktan çıkardı hem de köy insanını evirdi. Bu şekil değişikliği yazık ki mutsuz insanlar yarattı. Bence Nergis’in en önemli başarısı 1 3 0 6 Anadolu’yu Anadolu’dan anlatması, hiçbir kahramanının, kendi iç sesinde bile, büyük şehre meyletmemesi. Yazarken nasıl bir zorluğu ya da kolaylığı oldu, böyle sıkı sıkıya kapalı bir toplumun içinden dışarı çıkmamanın? Nergis’te anlatılan öykü çok yakın olmayan bir geçmişte geçiyor ve belki de söz ettiğiniz açıdan bir direniş romanıdır. Böylesi kapalı bir topluluğun öyküsü aslında daha kolay yazılır, daha “Ölmemekle ölmek arasında iki şey girdi hayatımıza en sonunda: Mutluluk ve mutsuzluk” diyor Turgut Ulucan. kolay okunur, ilgi daha uzun süre ayakta tutulabilir. Kurallar, yapılar ve sınırlar bellidir. Şu anki zaman dilimini anlatacak hiçbir köy öyküsü, içinde şehir olmadan yazılamaz kanımca. Çünkü köyün bir başkalığı, özgünlüğü kalmadı. Avlusunda iki metrelik uydu anteni, telefonu, internet bağlantısı olan, içerde varıl varıl bilgisayarlar çalışan, her kapısında otomobiller yatan köy, artık edebiyat yapılacak köy değildir. Odalarında kuru meşe değil kalorifer yanıyor pek çoğununun. “İNSAN İLİŞKİLERİ BIÇAK SIRTI” Tanpınar şöyle diyor: “Şu hakikati kendi hayatım öğretti bana: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir.” Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Romanın kahrmanları Hayri ve Basri de birbirlerinin ve Nergis’in cehennemi değil mi bir bakıma? Bunca yıl sonra ürettiklerimiz mutlu olmamıza yetmezken, üretemediklerimiz mutsuzluğumuzu artırıyorsa sorun temeldedir diyebiliriz. Sorun belki de bölüşememek. Oysa her şey ölmemek içindi başlangıçta. Yiyecek bulmak, sığınmak ve korku hep ölmemek için. Sonra daha uzun yaşamaya dönüştü amaç. Ölmemekle ölmek arasında iki şey girdi hayatımıza en sonunda: Mut2 6 Ş U B A T luluk ve mutsuzluk. Doğanın sunduğu kötülükler herkes için katlanabilir hal aldı gitgide. Artık doğal ölümden beter korkularımız var hepimizin. İşini yitiriyor ölüyorsun, savaş çıkıyor ölüyorsun, direniyor ölüyorsun, aşağılanıyor ölüyorsun, terk ediliyor ölüyorsun, gözden düşüyor ölüyorsun, anlaşılamıyor ölüyorsun... İnsan ilişkileri bıçak sırtı. Senin huzur bulduğun yerde bir diğerinin huzursuzluğu ve çatışma başlıyor. İnsanın insana verebilecekleriyle beklentiler arasında açı genişledikçe sıkıntı artıyor. Elbette Nergis’in cehennemi ölüm çizgisini çoktan aşmış. Öyle bir sıkışmışlık ki yaşadığı, cehennemi dünyada görmüş Nergis. Hayri’nin de Basri’nin de ona sundukları tek şey acı. Her bölüm bir türkü ya da deyişle açıyor. Roman da zaten bir Neşet Ertaş türküsü naifliğinde akıp gidiyor. Edebiyat dışına çıkmak istedim biraz. Müzik ile türkü ve deyişlerle aranız nasıl? Halk kültürüne bu kadar değer veren birinin o halkın müziğine ilgi duymaması zaten düşünülemez. Müziğe sadece müzikaliteyle bakan biri de değilim. “El çek tabib el çek yaram üstünden / sen benim derdime deva bilmezsin” diyor türküde ki romanda duygusal ağırlığın en yoğun olduğu bölümdür diye düşünüyorum. “Tabip sen ne yaparsan yap iyileşmem ben” demek de vardı sonuçta. Eğer bu sarsıcı duyguyu ifade etmek için şu türküyü yakmışsa biri, ötesi berisi yok, bu sanattır. “Dünya bir gölgeliktir” diyor bir Kütahya türküsünde. Bu bakışı söze dökmek de, bu sözlere duygusallık katan şu melodiyi bulmak da sanattır. İcra da elbette başlıbaşına ayrı bir sanat. Talip Özkan, Ruhi Su, Mahzuni Şerif, Hisarlı Ahmet ve Muharrem Ertaş dinlemeden yaşanır mı? Son olarak adettendir; Turgut Ulucan kimleri okur, kimleri başucuna koyar? Yazdıklarımız okuduklarımızdan beslendiğine göre iyi yazmanın yolu çok okumaktır elbet. Modern çağı anlatanlardan en eskilere artan yoğunlukta her şeyi okuyabilirim. İsim vermek belki atladıklarımızın emeklerine saygısızlık olacak diye de çekinerek söyleyeyim ama en kendimden hissettiklerim Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Füruzan, Leylâ Erbil, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Latife Tekin, Ferit Edgü, Hasan Ali Toptaş, Kemal Ateş ve Kemal Yalçın’dır. Yabancı yazarlardan da Dino Buzzati, Ignazio Silone, Emile Zola, Nikos Kazancakis, Peter Weiss, Thomas Mann ve Andre Gide’i daha bir ilgiyle okurum. Elbette ve ille de Rus klasikleri tabii... n Nergis/ Turgut Ulucan/ İletişim Yayınları/ 112 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 1 3