24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

E.L. Doctorow’dan “Ragtime” ‘Çılgın bir insanlık bohçası’ E. L. Doctorow’un kaleminden çıkan ve yazarının önemli ödülleri almasını sağlayan romanı “Ragtime”, yirminci yüzyılın başıyla Birinci Dünya Savaşı arasındaki Amerika ruhunu tamamıyla kavrayıp çok renkli, zengin bir çerçeve sunuyor. Roman, edebi değerinin yanında, okuruna, döneme dair ciddi sosyolojik nüveler de veriyor. r Eray AK dgar Lawrance Doctorow’un uzun süredir kitapçı raflarında aranıp da bulunamayan kitabı Ragtime yeni baskısıyla tekrar çıktı karşımıza. Kitabın bu yeni baskısının çeviri kısmında, tıpkı geçmişteki gibi yine Tomris Uyar imzası var. Edebiyatımızda derin izler bırakmış Uyar’ın çevirileri de ayrı bir yaratım. Bunun en güzel örneklerinden birini görüyoruz Ragtime’de. Bundan yaklaşık on beş yıl önce yapılan baskıyı hatırlayanlar kitabın adının Caz Dönemi, alt başlığının Ragtime olduğunu da hatırlayacaklardır. Bu yeni baskıda ise Caz Dönemi gitmiş, Ragtime kalmış. Yani romanın adı, kendi dilinde yayımlandığı şekliyle kullanılmış ancak Tomris Uyar’ın yükseklerde gezinen Türkçesi baki. Ona hiçbir şekilde dokunulmamış. Ragtime, Amerika’da ilkin 1975’te yayımlanan ve yayımlandığı günden bugüne Amerikan edebiyatının klasiklerinden kabul edilen bir roman. Nitelikli edebiyat ödüllerine de değer görülen Ragtime, bir Amerikan klasiği haline dönüşmesini ise Amerika’nın ruhunu, gerçeklerini ve düşlerini her cümlesinde taşımaya çabalamasına borçlu. AMERİKA PORTRESİ Tarihi gerçekler, kişiler ve kurmacanın iç içe geçtiği bir roman Ragtime. Bu anlamıyla bir tarihsel roman da diyebiliriz ama bugün, içi boşaltılmış ve kötü anlamlar çağrıştıran bir tanımlama haline gelmiş “tarihsel roman” aklınıza gelmesin bundan. Doctorow, Amerika gerçeklerinden yola çıkarak kendi düş düzleminde bambaşka bir hikâye yaratıyor. İçinden tarihe mal olmuş, bugün bile adlarını andığımız birçok gerçek karakterin, kendi gerçekliklerinden kopmadan kahraman haline geldiği bir hikâyeler yumağının içine çekiyor bizi yazar romanda. Romanın kahramanları haline dönüşmüş gerçek kişiliklerden ilk elden akla gelenleri sayacak olursak; Henry Ford, S A Y F A 1 8 n 5 E Ragtime, 1975’te yayımlanan ve yayımlandığı günden bugüne Amerikan edebiyatının klasiklerden kabul edilen bir roman. Sigmund Freud, ünlü anarşist Emma Goldman, daha çok kaçış numaralarıyla tanınan sihirbaz Houdini... ve hikâye akarken, okuyanı “Bu kimdi?” deyip araştırmaya itecek daha birçok ad sayfaların arasında dolaşıyor. Ama bunun yanında sokakların arasına da sızmış bir roman Ragtime. Hatta bu tarihe geçmiş adlarla sokağı, sokaktaki insanları küçük ama simgesel değeri yüksek ayrıntılarla birbirine bağlıyor. Orta sınıf Amerikan aileleri, gangsterler, müzisyenler, fabrika patronları ve işçileri, Doğu Avrupalı göçmenler... Hepsi kendi renkleriyle romanın o cümbüşünde bir yer buluyor. Yirminci yüzyılın başıyla Birinci Dünya Savaşı arasındaki Amerika ruhunu tamamıyla kavrayan, çok renkli yapısıyla zengin bir roman Doctorow’un kaleminden çıkan. Zenginliği sadece edebi yönden değil. Ciddi sosyolojik nüveler de veriyor elimize. Büyük bir dünyanın içinde varlıklarını sürdüren insanları küçük ilmeklerle birbirine bağlıyor yazar. Bu büyük dünya ise “süper güç” olmak için adımlarını hızla atan Amerika. Saniyeleşmesini büyük ölçüde tamamlamış, buna paralel sendikal mücadelelerin yaşandığı, sosyalist anlayışın işçiler arasında yankı bulmaya başladığı, devletin desteklediği kalkınma modelleriyle beraber işçi sömürüsünün de yaygınlaştığı bir Amerika Doctorow’un anlattığı. Sanayileşmeyle aynı hızda ilerleyen eğlence hayatı da yazarın çizdiği portrede kendine yer buluyor elbet ama o “acımasız büyümedeki” amansız hüznün rayihasını damaklarda bırakarak... Bu bağlamda Amerika’nın yükseliş hikâyesinin içinde kendine yer açmaya çalışan insanların hikâyesini anlatıyor diyebiliriz roman için. Özellikle isimsiz kahramanlarının yükseliş hikâyeleri, yaratılan “Amerikan rüyasının” gerçek hikâyelerini okutuyor bize. Ama her yükseliş hikâyesinin kana dokunan, can acıtan, yürekleri tırmalayan yanları olur. Doctorow’un yakalamak istedikleri de bunlar esasında. Bu nedenle roman boyunca, sihirli dokunuşlarla gerçekleşen yükselişlerin ardındaki hüzün kokan gerçekleri sergiliyor yazar daha çok. Bu da 20. yüzyılın ilk yirmi yılını kateden, hem eğlenceli hem trajik bir Amerika portresi seriyor önümüze. “AMERİKA BÜYÜK BİR YANILGI (MI?)” Amerika portresinde ise hüzün, ihtişam ve yakıcı güç her zaman olduğu gibi bir arada. Romandan bir sahne az önceki cümlede anlatılmak isteneni daha net açıklayacaktır: “Göçmenlerin çoğu İtalya’dan ve Doğu Avrupa’dandı. Filikalarla Ellis Adası’na götürülüyorlardı. Orada, kırmızı tuğlayla boz taştan yapılma, tuhaf biçimde düzenlenmiş bir insan deposunda etiketleniyor, duşa sokuluyor, bekleme hücrelerindeki sıralara diziliyorlardı. Göçmen bürosu memurlarının müthiş gücü hemen etkiliyordu onları. Bu memurlar söylemeyi beceremedikleri adları değiştiriyor, insanları ailelerinden koparıyorlardı; ihtiyarları, gözleri iyi görmeyenleri, ayaktakımını, ayrıca serkeş saydıkları kişileri yurtlarına geri yolluyorlardı. Bu güç göz kamaştırıcıydı. (...) New Yorklular ise onları küçümsüyordu.” Böylesi tabloların ışığında, iki farklı ucu ve arasında kalan renkleri de ihmal etmeden, tüm çeşitliliğiyle resmetmeye çalışıyor Doctorow Amerika’yı. Zengin ve fakir; iki başka kutup. Ortak nokta ise Amerika. Amerika’yı anlatmaya da Amerika’nın çeşitli kesimlerinden insanların hayatlarından kesitlerle başlıyor. Sonrasında ise sıradan bir ailenin hayatına girerek hem iki taraf arasındaki uçurumu hem de gerçeklerin, aslında küçük dünyaların elinden geçtiğini anlatıyor Doctorow. Gerçek dünyaların temsilini de bir siyahi müzisyenin adalet peşindeki hikâyesiyle resmediyor. Bu karmaşık ama bir yandan da curcunanın getirdiği eğlenceyi içinden taşıyan toplumsal panorama önünde müzisyenin hikâyesi, Doctorow’un birleştirmek istediği halkanın merkezini oluşturacak. Dönemin koşullarıyla kıyaslanınca olağanüstü bir iş başararak Ford marka bir araba sahibi olan piyanist Walker’ın arabası ırkçılar tarafından parçalanınca, Walker, zararın giderilmesini, suçluların cezalandırılmasını ister; kısaca adalet bekler. Yazar, Walker’ın isyanını ve olayın trajik gelişimini varlıklı bir beyaz ailenin ve yoksulluktan zenginliğe yükselen bir Yahudi göçmenin öyküsüyle birleştirecek. Farklı uçlardan yola çıkan kahramanlar, yazarın birleştirdiği çatı altında toplanacaklar. Roman için curcuna ve karmaşa söz konusu belki ama karmaşanın kendi içinde kurduğu düzenin yine kendi içinde işleyen kuralları geçerli Ragtime için. Bu bağlamda Doctorow’un, romanını şeklen de Amerika’ya benzetmeye çalıştığını söyleyebiliriz: Hem karmaşık hem yerli yerinde bir hikâye bizi kitabın sayfaları arasında bekleyen. Her telden, her renkten öykülerle kendi ifadesiyle; “bu çılgın insanlık bohçasının” fotoğrafını çekmiş Doctorow. Amerika’nın o kendine özgü çok renkliliğini bir mozayiğe dönüştürmüş. Ama roman boyunca ardından gittiği, satır aralarına çok güzel yerleştirdiği bir soru da var yazarın. Romanda bir sahne olarak da kendine yer bulan, Freud’un Amerika hakkında söylediği o ünlü sözünü sorguluyor, son zamanların ünlü lafıyla “büyük fotoğrafta” Doctorow: “Amerika büyük bir yanılgı (mı?)” Aradan geçen onca zaman rağmen bu soru, yeni yeni yanıtlarıyla bir heyula gibi karşımızda dikilmiyor mu sizce de? n e.erayak@gmail.com Ragtime/ E. L. Doctorow/ Çeviren: Tomris Uyar/Yapı Kredi Yayınları/ 270 s. K İ T A P S A Y I 1268 Doctorow, Amerika gerçeklerinden yola çıkarak kendi düş düzleminde bambaşka bir hikâye yaratıyor. H A Z İ R A N 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear