25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Figen Şakacı’dan “Pala Hayriye” ‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’ “Pala Hayriye”, Figen Şakacı’nın bir üçleme olarak tasarladığı, “Bitirgen”le başlayan büyüme hikâyesinin devamı. Bitirgen on sekizine basıyor ve Pala Hayriye olarak üniversitede okumak için evden kaçıyor. Sonrası ise erkek egemen bir dünyanın içinde, bir kadın olarak yaşam mücadelesi... Tüm neşesiyle yaşama tutunan, tüm öfkesiyle meydan okuyan, tüm kadınlığıyla direnen ve tüm yaşadıklarıyla kendi olan bir Hayriye’nin mücadelesini anlatıyor Figen Şakacı bu romanında. r Eray AK igen Şakacı, edebiyat dünyasına adımını Bitirgen’le attı. Bundan üç yıl kadar önce yayımlanan ve yüz sayfayı bulmayan hikâyesinde, bir kız çocuğunun büyümesindeki yaraları anlatmıştı Şakacı. O küçük kız özelinde aslında “genel” bir tabloydu yazarın çizdiği. Toplumda kız çocuklarının büyürken yaşadığı “tökezlemeler”, yediği “çelmeler” ve aldığı “hasarlar”, onların geleceğe taşımak üzere çantalarına attığı çürük meyveler aslında. Şakacı da bu çürük meyve kokularının peşine düşerek cümlelerine taşımıştı. Bununla birlikte arka fonda akan zamanda 80’lerin o isli puslu dünyası yer alıyordu. Siyasi atmosfer bir çocuğun görebileceği kadar yakından akarken, o zamanların bugüne çok taşınamayan sosyal yaşamı da hikâyenin bir başka boyutuydu. Yazarın anlattığı o küçük kız çocuğu büyüdü şimdi. Bitirgenlikten Palalığa terfi etti. Zaman, ibresini 80’lerden 90’lara çevirdi. Hayriye on sekizine bastı ve evden kaçtı. Meşhur olmak için değil. Bir şekilde kazandığı üniversitede okuyabilmek için. “İki minibüs parası kadar canla” çıktı yoluna ve o canlardan birini yolda düşürse de geri dönmedi. Korkuyordu. Ağabeyi ya da mahallelinin görmemesi gerekiyordu. Görürse tüm hayalleri başlamadan bitebilirdi ama yine de gitti, üniversitenin kapısına dayandı. “Ben şimdi hasbelkader kazandığım bu üniversitede öğrenci olacaktım öyle mi? Karşısında bu kadar küçülmüşken hem de...” Üniversitede okuyabilmek için kaçtı Hayriye ama bunu bir bahane olarak alabiliriz aslında. Yaşadığı o dar çevre ve çerçeveden kurtulup, ölecekse bile kendine yakıştırıldığı gibi değil kendi istediği gibi ölmekti amacı belki de. Bir şekilde kabuğunu kırmak, bunu da gerçekten istediği şekilde gerçekleştirebilmek... Üniversite bunun için iyi bir başlangıçtı işte ama onun bu yaptığı başkalarının gözünde yine başka başka anlamlar taşıyordu: “Meğer evden kaçarak kadının özgürleşme mücadelesinde ilk adımı atmış, cinsel kimliğimin bilincine varmış, birey olmanın onuruna uygun hareket etmişim de haberim yokmuş.” Oysa Hayriye sadece kendi olarak yaşama adım atabileceği bir mecra peşindeydi. Bu kaçışa karar verdiğinde nerede kalacağını ya da başını yastığa mı yoksa taşa mı dayayacağını bilmiyordu Hayriye. Hayriye’nin önemi biraz da burada aslında. Cesaretle adlandırabiliriz onun bu yaptığını rahatlıkla ama daha çok “göze alma” demek gerekir. Başını yastığa koymayı kim istemez? Ama Hayriye taşa da razı “kendi olmak” için çıktığı bu yolculukta. O yüzden saygıyı daha baştan hak ediyor. Ama su bir şekilde akıyor, yolunu buluyor. Hayriye de evden kaçarak adım attığı bu yeni yaşamında her zaman oynak bir zemini olsa da bir şekilde taşları yerine oturtuyor. Tam da istediği gibi: Küçük destekler görse de “kendince”... SEZGİSEL KARŞI DURUŞ Hayriye’nin bu başından geçenler, Figen Şakacı’nın anlattığı hikâyenin sadece başlangıcı. Kahramanımızın “kendi” yaşamını kurabilmek adına attığı bu ilk adım, onun küçük dünyasına gösterdiği büyük bir karşı koyuş ama mücadelenin bir adım ötesi daha var. Şimdi de erkek egemen bir dünyanın içinde “yalnız” bir kadın olarak yaşamını idame ettirmesi gerekmektedir. Esas hikâye de bu aşamadan sonra başlar zaten. Hayriye, hem üniversiteyi, hem siyaseti hem de yaşam mücadelesini bir arada götürmek zorundadır. Hazır siyaset demişken, Hayriye’nin başına gelen hemen her şey gibi siyasetin de kendiliğinden, bir doğal akış hâlinde yaşamına girdiğini söylemekte fayda var. Yoksa Hayriye’nin üniversitede siyasi bir örgütlenme içine girmek gibi bir hedefi ya da amacı yok. Yani, bilinçli bir karar olarak girmiyor bir siyasi örgütlenmenin içine. Zaten siyasetinden çok yaşama karşı takındığı sezgisel karşı duruşta aramalıyız onun bilincini. Bu biliçte de eril dünyanın F kendiliğinden oluşan baskısında, kendi ayakları üstünde durabilme savaşına girişen bir kadın resmi çıkıyor karşımıza. Bu kadın resmini tamamlamada siyaset, romanın tarihte durduğu yeri göstermek ve Hayriye’nin o sezgilerinden ortaya çıkan doğallığını tamamlama adına bir çerçeve oluşturuyor sadece. Ancak bu çerçeveyi de küçümseyemeyiz çünkü roman, üzerine inşa edilen tarihsel süreç itibarıyla çok önemli bir dönemi imliyor. Bu süreçte de karşımıza siyasi suçludan reklamcılığa uzanan o çok bilindik tablolar ortaya çıkıyor. Bu bilindik tabloların hem uzağında hem de tam göbeğinde yer alan Hayriye ise yaşamak için çaba göstermeye devam edecek roman boyunca. En önemli mücadeleyi de bir kadın olarak erkek egemen bir şehirde, dünyada ayakta kalma adına verecek. Kenar mahallesinden koparak geldiği şehrin kendisi de aslında yaşama mantığı açısından çok farklı değildir; bunu görecek Hayriye. Burada da erkeklerin sosyal yaşamdaki baskınlığı ve baskısının devam ettiğini görecek. Hayriye de yaşam mücadelesinden çok var olma savaşı verir zaten burada. Tek amacı ise asla yön değiştirmez. Şehirde de kendi olabilmek için çırpınır. Bu arada âşık olur, kitaplar okur, yazarlığa merak salar, çeşitli işlerde çalışır, Taksim’in tadını çıkarmaya başlar ama hepsini Hayriye nasıl yaşaması gerekirse öyle yaşar: İçinden geldiği gibi, sezgileri ona nasıl yön verirse... Bazen yanlış yollara da sürüklenir bu sezgileri yüzünden belki ama önemli olanın ne olduğu bellidir artık. “DÜNYAYA DİKLENMEK” Tüm neşesiyle yaşama tutunan, tüm öfkesiyle meydan okuyan, tüm kadınlığıyla direnen ve tüm yaşadıklarıyla kendi olan bir Hayriye’nin mücadelesi tüm bir roman. Aynı şekilde yazarın, Hayriye’nin yaşadıklarını anlatırken tutturduğu dil de buna bağlı olarak tüm duyguların harmanından doğuyor. Güldüren, hüzünlendiren, öfkelendiren bir hikâye onunki. Ama en çok mücadelenin, bir tutunma çabasının hikâyesi. Bu doğrultuda; siyasetle, sanatla ilgilenen insanların, gazetecilerin ve şehrin ta kendisinin ortasında bir kadının dünyaya diklenme çabasını anlatıyor Figen Şakacı. Hayriye’nin tüm roman boyunca verdiği mücadelenin başka bir adı da olmamalı zaten: “Dünyaya diklenmek”. Şakacı’nın bir üçleme olarak tasarladığı, Bitirgen’le başlayan “büyüme” hikâyesinin devamı olarak okuyabiliriz Pala Hayriye’nin bu yaşam mücadelesini. Ancak iki evreni birbirine karıştırmamak gerek. Bir büyüme hikâyesi anlatıyor yazar, buna bağlı olarak da bir değişim söz konusu. Bitirgen, büyümeyi bir çocuğun aklından ve gözünden izletmişti bize. Pala Hayriye’de ise olgunlaşmanın zorlu merdivenlerini tırmanıyoruz. İki romanın “sorunu” da büyümek. Sadece dönemleri ve sancıları farklı. İnsanın büyüdükçe dünyayı tüm lekeleriyle görmeye başlaması ise her iki romanın bize tekrar tekrar hatırlattığı nokta. Şarkının da dediği gibi: “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!” n e.erayak@gmail.com Pala Hayriye/ Figen Şakacı/ İletişim Yayınları/ 176 s. K İ T A P S A Y I 1262 Fotoğraflar: Gamze KUTLUK Siyasetle, sanatla ilgilenen insanların, gazetecilerin ve şehrin ta kendisinin ortasında bir kadının dünyaya diklenme çabasını anlatıyor Figen Şakacı. S A Y F A 10 n 24 N İ S A N 2014 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear