25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Tim Green ve Mike Goodridge’den “SinematografiGörüntü Yönetmenliği” Bir filmde yönetmenle en önemli işbirliğini yapan görüntü yönetmeni başlı başına usta bir sanatçı. Tim Green ve Mike Goodridge’in kaleme aldığı “SinematografiGörüntü Yönetmenliği” kitabında dünyanın önemli on altı görüntü yönetmeni, gözlemlerini, deneyimlerini ve teknik başarılarını bir dizi özel söyleşiyle paylaşılıyor. r Deniz Ada ZENGİN inematografi ya da görüntü yönetmenliği sinema için görüntü kaydetme bilimi ve sanatı. Sözlüksel tanımı böyle olsa da bu yazıya konu olan, Mike Goodridge ve Tim Goodridge imzalı “SinematografiGörüntü Yönetmenliği” kitabında yer verilen ustalar, metotları ve içgüdüsel yaklaşımlarıyla incelendiğinde ayırdına varılıyor ki günümüzde görüntü yönetmenleri bir film setindeki her türlü performans, yönetim ve tasarımın adeta objektifsel vasisi konumunda. Kamera, ışıklandırma ve hareketle ilgili yaratıcı devrimsel teknik ve tercihleriyle hikâyeyi yönlendirip geliştiren ve sinemanın ilk dönemlerinin aksine kamera operatörü olmanın çok ötesine geçen görüntü yönetmenleri, artık çoğunlukla operatör, odaklayıcı, kasetçi, setçi ve ışıkçıdan oluşan bir ekibi bizzat yönetiyor. Kitapta ustaların ışık ve hikâyenin önceliği konusunda ortak veya ayrı yaklaşımlarının yanı sıra kadrajlama konusundaki tercihleri de açımlanıyor. Kimi sanat, edebiyat ve felsefeyle ilişkilendirdiği zengin bir ışıklandırma ve renk arayışı geliştirirken kimisi ise doğaçlama ve içgüdüye bel bağlamayı tercih ediyor; ışık ve renge sette doğaçlama anlamlar yüklüyor. Hareketli görüntülerin yaratımında devrim yaratan dijital ve 3D teknolojisiyle kimi gönüllü, kimi gönülsüzce hemhal. Teknolojiyi göz ardı edemeseler de çoğunluğu elde kamera kullanımından, “doğal” diye niteledikleri çekimlerden yana ve tabii teknolojinin hikâyeyi ve oyuncuyu ezmemesinden de. Ağız birliği ettikleri bir diğer konu da görüntü yönetmeninin varlık nedeni... Buna göre doğrusu önce hikâyeye sonra yönetmene hizmet etmek. Kitapta mesleğin yenilikçi ve öncü ustalarıyla yapılmış on altı söyleşiye yer veriliyor: Vilmos Zsigmond, Christopher Doyle, Michael Ballhaus, Ed Lachman, kullanıyor. Bir tripod veya şaryonun üzerinde duran kamerayla, oyuncuyla birlikte hareket ederek performansı gerçek zamanlı belgeliyor. “Kır Evi Arkadaşı” ve “Savaş Sırasında Yaşam”ı dijitalle çektiyse de derinlik ve ayrımdan yoksun olduğu savıyla dijitalden haz etmiyor. STORARO: “EDEBİYAT, MÜZİK VE RESİMDEN ANLAMALIYIZ” Vittorio Storaro’nun ise Bernardo Bertolucci “Paris’te Son Tango”, “1900”, Oscar aldığı “Son İmparator”, “Çölde Çay” gibi filmlerle perçinlenen işbirlikleri vurgulanıyor ilk olarak. Francis Ford Coppola ile çalıştığı ve bir Oscar daha aldığı “Kıyamet”, “New York Hikâyeleri”ne de değiniliyor. Ve Warren Beatty’le çalıştığı ve üçüncü Oscar’ını aldığı “Kızıllar”ın yanı sıra, Carlos Saura ile Goya Bordeaux’da” ve “Flamenko, Flamenko”da kurduğu özel tekniği inceleniyor. Mesleğini ışık ressamlığı değil ışık yazarlığı olarak görüyor. “Bir görüntü yönetmenin edebiyat, müzik ve resimden de anlaması gerekir” diyor. “Kıyamet”ten sonra renklerin dünyasını keşfediyor, görsel hafızasında ışıklar üç kat kırılmaya başlıyor. “Son İmparator” ışığı en iyi kullandığı filmlerin başında. Karşıt renklerin zirve yaptığı “Dick Tracy”de kurduğu renk dramaturjisi ile de emsal gösteriliyor. SİNEMATOGRAFİK GİTARINI FİŞE TAKAN ADAM: CARDIFF Technicolor yeni ortaya çıktığı dönemde bu formattaki denemeleriyle öncü olan Jack Cardiff de ıskalanmıyor skalada. Avrupa, Asya ve Afrika’da üç şeritli technicolor filmler çeken, pek çok savaş belgeseline imza attıktan sonra da “Siyah Nergis”le Oscar kazanan Cardiff’in, Alfred Hitchcock’la çalıştığı “Kapri Yıldızı”nda ise karmaşık setlerin ve uzun planların ihtisasını yaptığını okuyoruz ve John Huston’la çalıştığı “Afrika Kraliçesi”nde oyuncuların performansını ışık ve hız ile nasıl bileştirdiğini.. Cardiff, Seamus McGarvey’nin nitelemesiyle “Kural tanımaz bir centilmendi, sinematografik gitarını ve distorsiyon pedalını fişe takıp sinemayı değiştirmeye soyundu!” Çalışmada yer verilen tek kadın görüntü yönetmeni Ellen Kuras’ın kariyeri de uzun metrajlı filmler, reklam filmleri, konser filmleri, belgeseller ve ödüllerle dolu. Politik bir mesaj taşıyan ama aynı zamanda kendisini duygusal olarak etkileyen filmlerde çalışmayı önceliyor Kuras. Bu düşüncelerle propaganda fikri üzerine de eğilmiş. En küçük şaryolarla çalışmayı tercih ediyor. Kameranın dikkat çekmemesinden, oyuncuları ezmemesinden yana. “SinematografiGörüntü Yönetmenliği” kitabındaki son usta Freddie Young ise en çok David Lean’la çektiği ve hepsiyle de Oscar kazandığı, pek çok görüntüyü 482 mm objektifle çektiği “Arabistanlı Lawrence”, “Doktor Jivago” ve “İrlandalı Kız”daki muhteşem görüntüleriyle asla unutulmayacak. Young’ın 1966’da Sidney Lumet’nin “Deadly Affair”indeki renkleri yumuşatmak için flaşlama sistemini icat ettiğini de öğreniyoruz. Denilen odur ki Young’ın yarattığı detayların derinliği ve kompozisyon ölçeği kimilerine göre bir daha asla tekrar edilemedi. n S Görüp geçmediler! Ed Lachman Rodrigo Prieto, Caleb Deschanel, Vittorio Storaro, Chris Menges, Dion Beebe, Owen Roizman, Barry Actroyd, Ellen Kuras, Peter Suschitzky, Seamus McGarvey, Javier Aguirresarobe, Matthew Libatique. İzlekte söyleşilerin arasına serpiştirilen “Miras” başlıklarında ise yine öncü beş portre sunuluyor: James Wong Howe, Raoul Coutard, Jack Cardiff, Sven Nykvist, Freddie Young. ZSIGMOND KARA FİLM SEVER! Anılan belli başlı isimlerin, yaşamları ve teknikleri doğrultusunda izini sürersek; Los Angeles’a yerleştiğinde Hollywood’daki deyişle “o üç kuruşa çalışan Macarlardan” olan Oscarlı Vilmos Zsigmond ile başlıyor inceleme. Robert Altman, Steven Spielberg, Brian De Palma, Sean Penn, Woody Allen gibi yönetmenlerle çalışan Zsigmond’un favorisi dramatik olması nedeniyle kara film (film noir). Yumuşak ışıklandırmayı sevmiyor. Ona göre iyi ışıklandırma olmadan iyi sinematografi mümkün değil. Bir hikâye anlatmak için 3D kameranın işe yaramadığı ve işin güzelliğinin iki boyutlu çalışırken derinlik yaratmakta yattığı kanısında. Tarzını “şiirsel gerçekçilik” olarak tanımlıyor. Geniş ekran formatında kompozisyon oluşturmaktan yana. Büyük Başarının Tatlı Kokusu (James Wong Howe) Paris’te Son Tango (Vittoryo Storaro) bütçeli filmlerde dijitalden uzak duruyor. Dediği gibi “filmden daha iyisini yapmak hâlâ çok zor.” KAMERA ŞAİRİ HOWE’UN DÜŞÜK IŞIK DEĞERLERİ! James Wong Howe’a gelince, tam bir yenilikçi. “Transatlantik” adlı film için geniş alan derinliği kullanma tekniğini geliştirdi. Sonra Scorsese’nin “Body and Soul”undaki dövüş sahnelerini paten giyerek elde kamerayla çekerek boksun doğasındaki telaşı, aksiyonu gerçekçilikle çekti. On kez aday olduğu Oscar’ı “Kırmızı Gül” ve “Çılgınların Günahı” ile iki kez aldı. Düşük ışık değerleri kullanarak yaptığı dahice çekimleriyle sektörde “LowKeyHowe” olarak anıldı. Tarzı şiirsel gerçekçilikti. Kamera şairi olarak da niteleniyor. Ed Lachman ise adını Werner Herzog, Wim Wenders, Volker Schlondorff gibi yeni Alman sineması ustalarıyla çalışarak duyurdu. Todd Haynes ile yaptığı “Mildred Pierce”la da çıtayı düşürmedi. Ona göre işi hikâyeler için görüntüler inşa etmek. Bu yolda, tungsten, floresan, sodyum ve cıva buharlı lambalar gibi farklı ışık kaynaklarının tek başına veya birlikte kullanıldığında ortaya çıkan farklı renkli ısılarının nasıl bir atmosfer yarattığına odaklandı. Uzun yıllardır jelatin filtreleri ve renk ısısını dışavurumcu bir araç olarak Avcı (Vilmos Zsigmond) Arabistanlı Lawrence (Freddie Young) SinematografiGörüntü Yönetmenliği/ Mike GoodridgeTim Grierson/ Çeviren: Müge Yalçın/ Remzi Kitabevi/ 192 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1290 S A Y F A 7 4 n 6 K A S I M 2 0 1 4
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear