Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ONUR YAZARI “Emek Sineması yıkılırsa ben de gazeteciliği ve Sabah’ı bırakırım” diye bir söz vermiştim. Çünkü gazeteyi satın alan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünürü Ahmet Çalık’ın Sabah’ı iktidarla iyiden iyiye yakınlaşmıştı. Tarafsız bir kitle gazetesi olma özelliğini kaybetti, iktidarın borazanı haline geldi. Hakkında dünya kadar yazı yazdığım bir yol arkadaşı, sayısız sinemaseverin de ortak bir anıt mekânıydı Emek Sineması. Yahu orası müze olur! Kimler geldi kimler geçti oradan, ne yıldızlar, ne ustalar, ne ödüller, festivaller, gösterimler yapıldı. Umurlarında değildi, acımadan yıktılar. ” devreye girdi. İşte “devrimci” lafını kullanamazdınız, sol filmler gösteremezdiniz, Yılmaz Güney zaten yasaklıydı gibi. 1990’lardan sonra biraz daha özgürlük geldi ama sol da iyice silindiği için kapitalizm ülkede aldı başını gitti. Gerçi kapitalizmin Türkiye’de bugünkü uygulamasına bakıyorum da ki en iğrenç, en ilkel halini yaşıyoruzneredeyse Upton Sinclair’in “Şikago Mezbahaları” romanında çizdiği dönemi hatırlatan bir baskı, zulüm hakim, emekçi kesim ve işçiler üzerinde. “1977 YÜRÜYÜŞÜ, TÜRK SİNEMASININ YAPTIĞI EN İYİ HAREKETTİ!” Hayatınız sansürü eleştirmekle geçti. Tabii, hatta bir ara “Sansür Üzerine Yazılar” diye bir kitap tasarım bile vardı. Bütün dosyaları hazırdı ama bir türlü çıkaramadık. Sansüre tepkinin en parlak örneği 1977’de, yine Milliyetçi Cephe koalisyonlarının en baskı yaptığı yıllarda yaşandı. Ankara’da Meclis’e, ünlü sansürü protesto yürüyüşü yapıldı. İstanbul’dan yola çıktık, ben de katıldım. Aralarında Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Vedat Türkali, Uğur Mumcu, gibi pek çok önemli oyuncu ve yazarın yanı sıra geniş bir emekçi kesiminin de bulunduğu büyük bir grupla yapıldı. Bizi karşılayan o dönemin Belediye Başkanı Vedat Dalokay’a sansüS A Y F A 1 0 n 6 rün kalkması için dilekçe verildi. Türk sinemasının bir araya gelerek yaptığı en muhteşem hareketti. Bir sonuca varamadı yazık ki. Varamadı. Hemen sonrasında Bülent Ecevit iktidara geldi, 19781979’da Ecevit dönemi yaşandı. Ama tuhaftır, Ecevit’in iktidara geldiği yıl yapılan Antalya Film Festivali çok ağır bir sansüre sahne olduğu için iptal oldu. O kadar çok film yasaklandı ki festival yapılamaz hale geldi. Ecevit’in şahsını kesinlikle suçlamıyorum ama arka planda dönenler, birtakım işgüzar refleksler buna neden oldu. Festival 1980’de zaten yapılamazdı zira 12 Eylül oldu. “ANTALYA, TOPYEKÛN ŞALTER İNDİRMEMELİYDİ!” Sansürün ülkemizde de duracağını görür müyüz bilmem! En son Altın Portakal’da Reyan Tuvi’nin yönettiği Gezi belgeseli “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”in nasibini alması mesela. on beş filmden on üçü çekilince Ulusal Belgesel Film Yarışması’nın iptal edilmesi geldi ardından. Altın Portakal’daki o olaya ben katılmadım açıkçası. Şöyle ki: Bu yıl TÜYAP Fuarı’nda Onur Yazarı seçilmem nedeniyle önemli bir yoğunluk içine girdiğim için Antalya’ya gidemeyecektim ama zaten ben bu yıl Altın Portakal’a davet de edilmedim. Tahmin ediyorum T24’te yazdığım politik yazılar işlerine K A S I M 2 0 1 4 gelmediği için ya Menderes Türel’den bizzat gelen bir yasak kararı ya da orada bu işleri düzenleyen kurulun kararı nedeniyle davet almadım. İnanın aldırmadım. Bu, onların ayıbıdır. Uzaktan izlediğim kadarıyla düşüncelerimi şöyle ifade edebilirim; tabii ki her zaman sansür ve yasaklamaya karşı olmak bir sanatseverin hele ki bir eleştirmenin asli görevlerinden biridir. Dolayısıyla her türlü protestoya katılıyorum. İlk başlarda SİYAD’ı yönetenler bu işi biraz hafife aldılar. Kaldı ki SİYAD’ın başında Alin Taşçıyan gibi kardeşim kadar sevdiğim bir insan olmasına rağmen bence yeterince tepki gösteremediler ve SİYAD’dan bir grup yazar da daha ağır bir eleştiri yayımladılar. Hatta bana sordular, imzamı istediler, ben de verdim. Sonunda gelinen noktada ise neredeyse tüm belgeseller çekildi festivalden. Şimdi ben de karar veremiyorum, zira iki görüş var: Filmcilerin “En azından belgesel filmlerin çekilmesi ciddi bir tavırdır, protestodur demeleri” güzel, tamam ama bazıları da diyor ki: “O filmler keşke orada olsaydı, o filmler gösterilip tartışmalarla seyirci, halk, Antalyalı sinemaseverler ikna edilmeye çalışılsaydı.” Topyekun şalter indirilmemeliydi diyorsunuz yani. Aynen. Yalnız ideoloji çok önemli elbette ama bazen pratik de çok önemli. Keşke filmleri geri çekmek yerine mü cadeleye gösterimleri yaparak devam etselerdi. Geri çekilen 13 filmin her biri mutlaka kendi değerlerini dile getiriyordu. Mutlaka bazı bölümleri politik açıdan son derece ilericiydi. Hele ki Gezi Direnişi üzerine bir film başlı başına güzel bir olaydı. Açıktır ki Gezi Direnişi, Türk politika tarihinin, Türk demokrasi tarihinin temel olaylarından biri olarak tarihteki yerini almıştır. Bir kere ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri kadar sansür uygulasınlar bu tarihi kırılmayı olmamış gibi göstermeye çalışmak, çamur atmak, küçümsemek zaten hiç kimsenin ne haddidir ne de başarabileceği bir şeydir. Gezi yakın tarihimizde dağ gibi duruyor! “SABAH’INKİ BİR BİZANS TARİHİ!” Yazın hayatınıza dönersek Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra Milliyet’te yazdınız ve... Kırk sekiz yıllık meslek yaşamımda, hiçbir gazeteden kovulmadım, ilke kararlarım doğrultusunda hep ben ayrıldım. Kolay da çıkmam, bak Cumhuriyet’te 27 yıl kalmışım, Sabah’ta sonra 15 yıl yazdım. Oradan oraya sıçrayan bir Mehmet Barlas olmadım. Cumhuriyet’ten çıktıktan sonra maddi açıdan güçsüzdüm, bir gazeteden teklif bekledim doğrusu. Bir süre teklif gelmedi. Ancak o günlerde arkadaşım olan bugünlerde artık değil Emre K İ T A P S A Y I 1290 C U M H U R İ Y E T