Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Metin Erksan öfkesi, 1920 sonlarında doğanların, daha çok da 1930’luların yarattığı 1950 kuşağı sanatçılarının şairi, öykücüsü, romancısı, tiyatrocusu, sinemacısı, ressamı, müzisyeni vb. bir kuşağın derin öfkesinden izler taşıyor olmalı. İstanbul Film Festivali iki gün sonra başlıyor… 30 Mart14 Nisan tarihleri arasında İstanbul, sinema gökkuşağı altında birbirinden güzel günler yaşayacak yine, önceki yıllarda olduğu gibi… Festival, “Edebiyattan Beyazperde”ye bölümünde yazar olarak Shakespeare’den Dickens’a, Hugo’dan Henry James’e, onlardan günümüzdekilere uzanan yararlanmayla geniş bir film yelpazesi de sunuyor ayrıca. Ne ki biz, tek yönlü beslenme alışkanlığına sahip bir toplumuz. Bundan ötürü müdür bilemem, farklı sanat dallarıyla, bu alanların üreticileri ilgileniyor sanki daha çok ya da herkes kendi çöplüğünde eşeleniyor bir bakıma. Böyle olunca sinemayla sinemacı, şiir, öykü, romanla da yazıncı ilgileniyor o tuhaf tarhana bulgur alışkanlığımızla… Festival zengini İstanbul, uluslararası değerdeki bu festivaliyle otuz beşine doğru yol alırken Antalya’nın Altın Portakal’ı da ellinci yılına ulaştı neredeyse. Metin Erksan (19292012), 1940’ların sonunda sinemayla ilgilenmeye koyulduğunda bir iki kıpırtı dışında festivallerin hiçbiri yoktu. Sinemada, kendine örnek alacağı dişe dokunur birileri de yoktu. Fethi Naci’nin Sait Faik için söylediğine benzer biçimde aktaracak olursam eğer, çöpsüz üzümdü o. Belki de bundan ötürü herkesi öfkelenmeye çağıran, öfkesiyle kükreyip herkese çağrı çıkaran bir “yalnız adam”dı da aynı zamanda Metin Erksan, ama özetle “adam”dı. Cemal Reşit Rey’deki uğurlama töreninde izlediğim, kendisiyle yapılmış söyleşide bağırmıştı nitekim: “Reji, rejimantasyondan gelir, tekeldir yani. Yönetmen ne derse odur. Haa, sen buna katılmazmışsın, git o zaman, kendi filmini yap kardeşim, yönetmene karışmak gibi bir hakkın yok senin!” Yitimi ardından kaleme alınan yazılar sinemacı yanıyla ortaya çıkarırken Zeynep Oral’ın yazı başlığı, onu, bütünlüklü haliyle yansıtmıştı: “Metin Erksan: Öfke Dindi…” (Bak.: Cumhuriyet, 9.8.2012) Altyazı dergisinin onun için uygun gördüğü dosya başlığı da bununla örtüşüyordu bir bakıma: “Metin Erksan/ Sineması ve Öfkesi” (Bak.: Eylül 2012, s.120) itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Sinemamızda öfkeli bir tekelci: Metin Erksan olarak yararlandığı da ortaya çıkıyor enikonu. Bu noktadan kalkarak denebilir ki onun öfkesi, durağan bir öfke değil, tam tersine devingen, kendi yaratıcılığını kışkırtan bir sanatsal söylem dinamosu görece. Çünkü Erksan, dönemler boyunca kendini değiştirip yenilemeye karşı da çok iştahlı. Nitekim Altıner’e göre “Metin Erksan, yıllar sonra bile bütün filmlerinin üzerinde düşünüp, bugün olsa, bu filmleri nasıl çevireceği konusunda analiz yap(an)” (82) biri. Bu çerçevede onda sıkça rastlanan “şimdi yapsam” (54), “şimdi çeksem” (66) vb. öfke yatağı sözlere oldukça sık rastlanabiliyor. O halde “öfke”yi, Metin Erksan sinemasında, yaratıcı bir öğe olarak almak, bu noktadan kalkarak onun yönetmenlikteki tekelci anlayışını bu kavramla temellendirmek pekâlâ olası. “ÖFKE”Yİ BİÇEMSELLİK TEMELİNDE KARMAK... Fatih Özgüven, Altyazı’nın anılan sayısındaki denemesinde sinema sanatıyla devlet ilişkileri koşutluğunda Erksan’ın yaklaşımına odaklanırken, ondaki devlet/babaoğulcinsellik vb. çelişkilere değinerek bunun bir bakıma yazar olarak kendi iç dünyasında estirdiği fırtınalardan da ipuçları sergiliyor. Yazar, bu çerçevede Erksan’ın sansür karşısındaki tutumuna babaoğul ilişkilenişi bağlamında yaklaşıyor. Bu arada Birsen Altıner de, Metin Erksan Sineması’nda, onun sansür karşısındaki farklı dönemlere ait tutumlarından örnekler veriyor. Ayrıca Erksan’ın daha ilk filminin sansürlenişinden başlayıp sansür kurumuna karşı on yıllar boyunca süren çabalarını da anlatıyor. Erksan, ilk filminin sansürlenmesi konusunda şunları söylüyor yine de: “Gençlik yıllarım olduğu için üzerine gidemedim ne yazık ki.” (25) Esra Yıldız ise, Metin Erksan’ı ortaya çıkaran dönem koşullarını aktarırken şu verileri paylaşıyor: “…(F)ilmlerinde İstanbul’un bir karakter olarak ön plana çıkmasına belki de vesile olmuş ‘Suriçi/Galata Suriçi İstanbul Hanları’ başlıklı tezini hazırlayan, TKP’nin ve sonra TİP’in Türkiye’de politika, sanat ve kültür ortamını şekillendirdiği 50’li ve 60’lı yıllarda köy ve kent yaşamını sosyolojik açıdan ele aldığı filmler çeken, tartışılan edebiyat uyarlamalarına da auteur olarak imzasını atan Erksan, ‘sinemacılar kuşağı’ döneminin kültürel, sosyolojik, tarihsel olaylara farklı bakış açısıyla ayrılan özgün bir isimdir.” Özgüven, eleştirilerini dile getirirken “‘Metin Erksan Olmak’ benim için o zamanların en büyük sırlarından biri” demekten kendini alamıyor. “Çünkü bu öfkeye hayranlık duymak da mümkün” ona göre. Fatih Özgüven, Ezel Akay’ın Metin Erksan için getirdiği “sopası” da olan “huysuz ihtiyar” yakıştırmasına değinirken ise sözü şöyle bağlıyor: “Şimdilerde olmayan şey belki de bu sanatçı öfkesi. (…)/ Galiba en önemlisi Metin Erksan’ın bu belki erken, bu belki biraz yönsüz ama her zaman bir çeşit ‘işe yaratılamamışlıkla’ parıl parıl yanan öfkesinin kaynaklarını yeniden bulabilmek.” Metin Erksan öfkesi, 1920 sonlarında doğanların, daha çok da 1930’luların yarattığı 1950 kuşağı sanatçılarının şairi, öykücüsü, romancısı, tiyatrocusu, sinemacısı, ressamı, müzisyeni vb. bir kuşağın derin öfkesinden izler taşıyor olmalı. Buna biz, sanatta karşımıza çıkabilecek biçemsel öfkenin bir formu olarak bakabiliriz pekâlâ. Metin Erksan yalnız öfkeli biri değildi, adamdı da kuşkusuz. Sanatını gerçekleştirmeye yöneldiğinde yapamadıkları, bağlanmışlıkları, susturulmuşlukları için de kamçıydı öfkesi… Bugün arananın aslında tam da bu öfke olmadığını kim söyleyebilir? ? Onun öfkesi ile adamlığı arasındaki ilişki üzerinde nice durulsa yeridir herhalde… Ama özellikle “adam” kavramını yeğleyişim boşuna değil. Çünkü sanatçı, düşünceci, sinemacı, aydın, deneyci, öncü, denemeci, yazar vb. yanlarının tümünü, “adam” nitelemesi içersinde değerlendirebilmek olanaklı… “AYDIN OLMA”NIN FARKLI GÖSTERGESİ: “ÖFKE...” Esra Yıldız, Altyazı’nın andığım sayısında, “Erksan’dan Geriye Kalan” başlığı altında, öfke adamının “entelektüel miras”ına yer açarak genişçe aktaracağım alıntıda, önce onunla ilişkilenişi üzerine notlar düşüyor: “2007 güz dönemiydi, bir çalışmam için Metin Erksan ile röportaj yapmak istemiş, kendisiyle konuştuğumuz gibi o dönemde ders vermekte olduğu Işık Üniversitesi’ndeki odasında gerekli fiziksel şartlar sağlandığında çekim yapabilmeyi umut etmiş ve üniversitede verdiği sinema düşüncesi derslerine girmeye başlamıştım. Verdiği dersler klasik sinema tarihi dersleri olmaktan uzak, görsel kültürden popüler kültüre, Osmanlı tarihine, gündemdeki olaylara, farklı kanallardan kültür tarihi kapsamına giren konulara eğiliyordu. (…) Derslerine ‘sinema bir kültürdür’ diye başlayan Erksan aynı isimli yazısına şöyle bir not düşmüş: ‘Sinemabilim öğretimi ve öğrenimi; sanatların ve bilimlerin karışımı bir öğretim ve öğrenim olacaktır.’” “Metin Erksan öfkesi”yle ilgili yaklaşımı çerçevesinde şöyle bir değerlendirme getiriyor Esra Yıldız: “Bir süre derslere katıldıktan sonra sürekli gelecek, gelecek haftaya aktarılan görüşmeyi yapamayacağımın ama bu derslerin hayatıma farklı bir şekilde temas ettiğinin farkına vardım. Ve Erksan’ın, hangi mevkide, meslekte olursa olsun, hangi işi yaparsa yapsın o alanın gerektirdiği birikime, düşünceye ve kültüre sahip olmayan, doğru düşünemeyen bireylere, kültür insanlarına kızgınlığını anlamaya çalıştım. “Öfkeli olmak iyidir, öfkenizi nefrete ve öç almaya dönüştürmedikçe… Stéphane Hessel’in ‘öfkelenin’ çağrısı Sartre’a referansla kitleleri birey olarak sorumlu olmaya çağırırken, Metin Erksan da öğrencilerinden öfkesini paylaşmalarını istiyor ve onları sorumluluk almaya çağırıyordu: Geçmişsiz bir gelecek olamayacağından en azından Türk Sinema Arşivi’nin açılmamasına, kendi döneminden bu yana sansür zihniyetinin hâlâ sürdürülmesine, iyi bir işin ekonomik olarak desteklenmemesine dair öfkesinin paylaşılmasını istiyordu.” Eren Aysan ise, Metin Erksan’ın “öfke”sinin “şekilsiz bir huysuzluk” olarak görülmemesi gerektiğini vurgulayıp şunları söylüyor: “Hazin 2013 Metin Erksan yalnız öfkeli biri değil, adamdı da kuşkusuz. 32. de olsa, Erksan’ın film yapmadığı otuz yılı Türk sinemasında bir eser olarak nitelendirebiliriz. İçinde herkesin bulunduğu, derin piyasalaşma koşullarının, siyasal mekanizmanın, yorgunluk, hırs ve acıların olduğu bir yapıt…” (Cumhuriyet Ankara, 10.8.2012) SANATSAL SÖYLEM BİÇİMİ OLARAK “ÖFKE...” Birsen Altıner’in Metin Erksan Sineması (Pan, 2005) başlıklı kitabı, Erksan’ı bütün yönleriyle tanımanın altyapısı için gerekli verileri de içeriyor. Erksan’ın sinema, televizyon filmleriyle belgeselleri, sinemasının temel yapısını ele veren düşünsel oluşumla bunların taşıyıcısı konumundaki karakterler, yazarın bütün bunlara dayalı olarak işleyip ortaya koyduğu yoğun emekli çalışmayla yansıtılıyor… Altıner, “Önsöz”ünde kitabını, “tezi(n)in akademik kaygılardan uzak olarak yeniden (…) hazırlanmış hali” diye niteleyip Erksan’ın, “Türk sinemasına silinmemek üzere damgasını vuran ve eserleriyle de yüzyıllar sonra da yaşayacak olan bir sanatçı” olduğu vurgusuyla, “Metin Erksan sineması(nın) ancak Metin Erksan’ı tanıyarak değerlendirilebi(leceği)” yargısına varıyor. Söz konusu yapıtında Altıner, ”Metin Erksan’ı sinemamızın az sayıda(ki) ‘auteur’lerinden biri ve önde geleni kabul etmek gerek”tiğini (12) dile getirip “’(a)uteur’ olarak tanımlanan yönetmenler(in) sadece teknik bilgi ve yeteneklerini ustalıkla kullanarak başkalarının tasarladıklarını filme aktarma(dığını; Erksan’ın) (f)ilmlerinde kendi kişiliğinin izlerini de bırak(tığını)” (15); kaldı ki “sanatsal düşünce ve kaygı taşımayan” “film(lerin)de bile (…) kendisini hissettiren izler bırak(tığını)” (16) öne sürüyor. Bunların sonucunda Birsen Altıner’in saptaması şöyle: “‘Auteur’ sinemasının Türkiye’deki en iyi temsilcisi olarak kabul edilen Metin Erksan; çektiği filmler, kullandığı sinema dili ve kazandığı ödüllerle Türk sinemasına yeni bir soluk getirmiştir.” (18) Yazar, Erksan’ın filmlerinde gerçekliği değiştirip dönüştürmesinin, bunların taşıyıcısı olan karakterlerini yapılandırmasının, sonrasında olaylar örgüsü, ilişkilenişler bütünü çerçevesinde bütün bunları film evreni içinde yerli yerine oturtuşunun öyküsünü de anlatıyor denebilir bir bakıma. Ancak bunlara bakıldığında, Metin Erksan’ın, “öfke”den bir sanatsal söylem biçimi SAYFA 14 ? 28 MART CUMHURİYET KİTAP SAYI 1206