Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Kemal Tahir, Orhan Kemal, Kemal Bilbaşar, Yaşar Kemal ile birlikte baştan bu yana beş Kemallerden biri olarak aldığım Kemal Bekir’in verimlerinde evrenlerin hep gerçekçi düzlemde kurulduğu söylenebilir. eçen yılın son yazısında Kemal Bekir’in yayımlanmamış anılarından söz açmış, bunların taşıdığı değer üzerinde durmuştum, bir belgesel çekimine dönük söyleşimizden kimi kesitler de aktararak. Kemal Bekir, söz konusu anılarını bu yılın son günlerinde yayımlarken, buna yeniden dönme fırsatı yaratmış oldu bir bakıma: Unutmamak (Remzi, 2013). Yazar, “Sunuş”ta, ilkin bu sözcüğe yüklediği anlam üzerinde duruyor: “Unutmak, unutmamak, unutamamak benim gibi iki yüzyıl arasında köprü kurma şansına ulaşmış bir insanın yaşamında daha da önem kazanır.” “Unutmadıklarımızın bütünüdür adeta özyaşamöykümüz. Unutmadıklarımız, yaşamımızı dönüştürmüş, belirlemiştir./ Amacım, kronolojik bir anılar bütünü oluşturmak değil. Yaşamöykümü yüreğinden vuran o ‘unutamadıklarım’ı yeniden zihin imbiğimden geçirmek.” Kendisiyle söyleşimizden sızdırdığım, benim için de bir unutulmaz olarak kalacak sözleriyle girmek istiyorum Kemal Bekir’in yapıtına… Sormuştum; yirmilerinde başarılı bir genç öykücü, yazar, tiyatrocuydunuz, ama tutuklulukla birlikte o karanlık yıllarda birden ortada kaldınız, bir biçimde yolunuz kesildi, dönüp de kendinize baktığınızda, dünkü delikanlının önüne duvar örülmesi üzerine bugünkü Kemal Bekir olarak neler söylersiniz? Kemal Bekir, alçakgönüllü bir duruşla şöyle yanıt getirmişti soruma: Böyle bir durumu yaşayan bir ben değilim. Bunu yaşayan benim gibi pek çok insan var. Onların yaşadığından farklı bir durum yok yani ortada… Yine de biz, genç yetenek Kemal Bekir’in yaşadığı tutuklanmayla yitirdiklerine, sonrasında arayı kapatmaya çalışmasına göz atarak gelin bu sorunun yanıtını geliştirmeye girişelim birlikte. GENÇLERE KURULAN TUZAK… 1940’larda Yaşar Nabi ile Salim Şengil’in dikkatini çekip öykülerini beklediği, yazın dünyasına adım atarken bu çevrelerin de kendisini içtenlikle kucakladığı, ülkemizin önemli genç öykücüleri arasında anılan Kemal Bekir, ilk öykü kitabı için de kolları sıvıyor. Çünkü 1950’de Salim Şengil, Orhan Kemal’le Erhan Bener’den sonra, kendisinden de bir öykü dosyası istiyor yayımlamak üzere, Kemal Bekir henüz yirmi beşindeyken. Hazırlayıp teslim ediyor yazar. Buna göre ilk öykü kitabı yayımlanma aşamasında. (131) Ne var ki, öykülerinin yazın dergilerinde yer aldığı dönemde adından onca söz ettiren öykücü Kemal Bekir’in ilk öykü kitabı S A Y F A 20 n 26 A R A L I K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com “Unutmak”... G Kemal Bekir 1940 sonlarında, 50’lerde değil de 1970’te yayımlanıyor, kendi kuşağıyla bağları koptuktan, enikonu unutulma bölgesine kaydırıldıktan yaklaşık yirmi yıl sonra: Fatma Hanım’ın Erik Ağacı. Neden? Bu arada bir yıl önce oynanması için Devlet Tiyatrolarına verdiği oyun da edebi kuruldan geçip dağara alınıyor. O sıra tiyatromuzda yaşça en genç oyunu sahnelenen yazar olarak Turgut Özakman’ın Pembe Evin Kaderi yenice oynanmış, sürüyor… Sıra Kemal Bekir’in oyununda… Biraz çabalasa, Özakman’ın da önüne geçecek belki… Ne var ki oyun sahnelenemeden dağardan kaldırılıyor sessizce, yazarı da eli böğründe kalakalıyor öylece. Oyunlarının sahnelenmesi üzerinden on yıllar, yayımlanması üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçiyor… Neden? Türk tiyatrosunun, kol kola yola çıktıkları ilk kuşak öncüleriyle birlikte sahne almış bir oyuncu olarak, yıldızı parlamaya başlayacakken tam Kemal Bekir’in, bu da gerçekleşmiyor… Peki neden? Metin Erksan’ın filmiyle sinemamız içinde kendine umut bağlanabilecek oyuncu adayı iken yine düş kırıklığı… Peki neden? 1940’lardan 50’lere yaşanan o bir dizi karanlıktan oluşan cadı avı sürecini kim bilmez? Karanlıktan karanlığa geçilirken yeniden, yirmilerini süren öykücü, oyun yazarı, tiyatro, sinema oyuncusu bir genç sanatçıyı yaka paça tutup içeri tıkarsanız nasıl bir sonuç çıkar ortaya? Başbakanın söylemine öykünerek vurgularsak, bizim devletimiz gençlerini öldürmeyi iyi biliyor. Yirmilerini süren bir genç sanatçı kendini geliştirdiği, geliştireceği sanat alanlarından koparılarak işsiz, çözümsüz, kolu kanadı kırık bırakılırsa öylece ortada, kime yarar getirir bu… Gerçi Kemal Bekir, ilk kitabına yine de genç bir yaşta, otuzlarının başında ulaşıyor ulaşmasına, ama bu bir roman: Yabancılar (1958). İyi de, öyküde hatta tiyatroda onca adını duyurmuş, üstelik basıma hazır eli kulağında bir öykü dosyası da hazırken, neredeyse on beş yıl sonra şaşırtmaca vererek bir romanla okur önüne çıkması ne ölçüde isabetli olmuştur Kemal Bekir’in? Elbette hapishaneler, bir başka açıdan yazarların yetişme ocağı olarak da değerlendirilebilir pekâlâ, hem de dünyanın her yerinde. Nitekim yazınımızda, özellikle 1940 2013 toplumcu gerçekçi kuşağından hapishaneyle tanışmamış, bu yönde sıkıntı çekmemiş yazarımız kalmış mıdır dersiniz? Ya 1980 sonrası? Gerçekten de azımsanmayacak sayıda gencin, aday konumuyla girdiği hapishaneden yazar niteliği kazanmış halde çıktığı görülmedi mi bu süreçte? Ama nasıl, ne tür örnek gösterilirse gösterilsin, sonuçta hapishaneler, bir tür okul olmakla birlikte, bunun, yazarların yaşamları ya da verimleri üzerinde hep olumlu etkiye yol açtığı gibisinden yargıya ulaştıracak veri yok yine de elimizde… KEMAL BEKİR’İN YAZINIMIZDAKİ YERİ… Kemal Bekir, yazınımızdaki yeri henüz tam anlamıyla belirlenememiş bir yazar olarak alınabilir bana göre. Bu çerçevede pek çok yazar adı anılabilir kuşkusuz. Kimi eleştirmenler, yazınımızda değer taşıyan az sayıdaki ad dışında geriye kalanların sözümona değeri anlaşılamamış yazarlar çoğunluğunu oluşturduğunu öne sürse de kendi payıma yargımı paylaşmaktan geri durmayacağım doğrusu. Sözgelimi Nahit Sırrı Örik’in değeri Kemal Bekir’in vurgusuyla ortaya çıkmamış mıdır? Örneğin Kemal Bilbaşar, gereğince değerlendirilebilmiş midir? Yıllar sonra Oğuz Atay’a değer biçmeye girişenlerin, yine bir örnek tutumla şimdilerde Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Yusuf Atılgan’a yer açmaya çalışan bir evecenler grubu oluşturduğu apaçık görülmüyor mu? Yer açma ya da yer bulma ile bunlara değer biçme arasında kurulacak ilişki üzerinde sıkı sıkıya durmak gerekiyor kanımca. Eklemeden geçmeyeyim; andığım yazarlar Örik’ten Bilbaşar’a, Atay’dan Tanpınar’a, Atılgan’a bir değere karşılık geliyor kuşkusuz. Burada vurgulamaya çalıştığım, yazınımıza bütüncül bakışla yaklaşmak gereği yalnızca, o kadar… Yukarıdaki verilerin ardından şöylesine bir soruyla karşı karşıya kalınabileceği unutulmamalı hiçbir zaman: Bugün üzerinde gereğince durulmayan bir yazarın, ileride daha geniş ölçekte anılması gerektiği gibi bir ortalama kanıya ulaşıldığında, yazın kamuoyunun öncüsü olarak alabileceğimiz günümüz yazın entelijansiyası hiç mi sorumlu tutulmayacaktır bundan? Kemal Bekir, gerek öyküleri, gerekse roman, oyun öteki verimlerine değgin “Ki taplar Adası”nda, kimi yazın dergilerinde hakkında kalem oynattığım bir yazar. Bunun yanı sıra kendisine özgülediğimiz bir belgesel için Ümit Topaloğlu, Gürkan Anıl, Çayan Demirel arkadaşlarımın da katkısıyla İstanbul’da, şu sıra yaşadığı Narlıdere’de çekimler de yaptık son olarak. 2014’te yazarın doksanıncı doğum yıldönümüne rastlayan günlerin birinde belgeselimizi sunabileceğimiz umudunu taşıyorum kendi payıma… Umarım gerçekleşir bu. Kemal Tahir, Orhan Kemal, Kemal Bilbaşar, Yaşar Kemal ile birlikte baştan bu yana beş Kemallerden biri olarak aldığım Kemal Bekir’in verimlerinde evrenlerin hep gerçekçi düzlemde kurulduğu söylenebilir. Asıl çalkantı bu evrenlerde gezinen, bir biçimde bu evrenlere girip çıkan kişilerin yaşadığı fırtınalarda ortaya çıkıyor. Onun öyküleriyle romanlarında iki temel karakterin çatışma içinde olduğu görülüyor sürekli… Kendi yaşamsal gerçekliğini sorgulamadan yaşayanlarla bu gerçekliğin kıskacında olsa da bunu sürekli sorgulayıp belirgin bir iç hesaplaşmayı benimseyen duruş sergileyenler… Bu iki temel karakter yönsemesi, anlatıya doğal bir çerçeve getirirken dramatik yapı da düğümler, çatışmalar yoluyla oldukça dinamik akışkanlığa kavuşuyor. Kemal Bekir anlatılarındaki okuma uçuruculuğu da bu temelden kaynaklanıyor zaten. Ancak yazınsal işçiliğin, bu yönde sergilenen hünerin de altını çizmek zorunlu. Nitekim yazarın Nahit Sırrı Örik’in Sultan Hamit Düşerken (1947) adlı romanından uyarladığı Düşüş (1988) oyunu da bu işçiliğinin kanıtı olarak alınabilir pekâlâ. “UNUTMAMAK”TAN UNUTTURMAMAYA… Orada bir yazar var; Narlıdere’de, ülkemizin örnek gösterilebilecek bir huzurevinde, İzmir Körfezini avcuna almışçasına ona tepeden bakarak yaşayan, bize ille unutmamak gerektiğini söyleyen, döne, yineleye bunu vurgulayan… Evet, “Unutmamak”! Her yeni yıla giriş, öncekilere eklenecek yeni yıllar anlamına da geliyor kuşkusuz. Hep sürecek bir döngü bu. Ancak insan, önceki yılların çetelesine eklenmiş bir birikim çentiği halinde kendisinde kendini yapıp var ederek, yaratımına yol açtığı kişilikle, o güne dek gelen yaşam sürecindeki yapıp etmeleri sonucu ortaya koyduklarıyla girdiği her yeni yılı da şekillendiriyor. Kestirmeden söylersek, “unutmamak”, işte o zaman yaşam özetine dönüşüyor bir biçimde. Yazarlar, bilindiği üzere yapıtlarıyla unutulmazlaşıyor. Herhangi yapıtını bir anımsayan kalmayıncaya dek yaşamlarını sürdürüyorlar bu ıssız evrende. O halde “unutmamak” kavramına, unutmayan özne açısından olduğu denli unutulması olanaksız olgu, ilişki, kişi vb. açısından farklı temelde ikili bir ölçüyle de bakılabilir kanımca. Demek ki “unutmamak” bir yanıyla kişinin kendi kararı bağlamında görünse de, öte yakasında unutulmazlaşmış bir dizi olgunun varlığını da duyuruyor anlamca… İşte Kemal Bekir, Unutmamak adlı yapıtıyla söz konusu yaklaşımdaki nitelikle örtüşen bir veri ağıyla beslerken bizi, yanı sıra kendisi için unutulmazlaşmış, ama artık bizim için de unutulmazlaşacak bir anlatıya da buyur ediyor aynı zamanda… Teşekkürler Kemal Bekir, bu yeni yılın önünde bize unutmamayı yeniden keşfettirdiğiniz için… Unutmamak, unutturmamak üzere nice yıllar dileğiyle efendim… n K İ T A P S A Y I 1245 C U M H U R İ Y E T