Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Necati Tosuner, ilk öykü kitabını 1965’te, ilk romanını 1977’de yayımladı. Bu hesapla kitaplı yazarlığında ellinci yıl eşiğine gelip dayanmış bir yazar. Demek ki önümüzdeki yıl hep birlikte yarım yüzyıllık bu emeği selamlayacağız… osuner kırk dokuz yılda dokuzu öykü, beşi roman, biri deneme, beşi çocuk romanı olmak üzere yirmi kitap armağan etti bize. Elli yıla sığdırılmış yirmi kitap yeterli gelmeyebilir kimilerine. Ancak kurucusu olduğu Derinlik Yayınları aracılığıyla onun başka yazarlara ait daha onlarca kitap yayımlamış olduğu da gözden uzak tutulmamalı. Ama onun önemi, yazarlıkta özgün bir anlatı damarı kurup geliştirerek alanda kendine özgü yer açmayı başarmasında yatıyor, hünerindeki elli yıllık giz burada zaten Tosuner’in. Bugüne dek neredeyse her kitabı üzerine ileri geri kalem oynattığım bir yazar oldu Necati. O, fazlasıyla hak ediyor bunları. Nitekim Tülin Arseven’in Yazgıya Başkaldıran Yazar Necati Tosuner (Salkımsöğüt, 2007) kitabı bunun gerekliliğini ortaya koyarken gerekçelerini de serimliyor bir bakıma. Anlatısındaki özgünlüğe daha öncelerde epeyce değindiğimden bu kez tüm romanlarına bakarak genel bir değerlendirmeye girişeyim istiyorum. Zaten yayımladığı ilk romanın üzerinden bile otuz beş yıl geçtiği, bu süre içinde onun beş romanla yetindiği göz önünde tutulursa seçici bir yazar tutumuyla karşı karşıya kaldığımız kesin. TOSUNER ROMANLARINDA KUŞBAKIŞI GEZİNTİ… Necati Tosuner’in yayımlanan beş romanını sıralayalım gelin önce: Sancı.. Sancı… (1977), Yalnızlıktan Devren Kiralık (2000), Bana Sen Söyle (2002), Kasırganın Gözü (2008), Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! (2013) Tümü de İş Kültür’ce yayımlanan bu yapıtlardan ilk dördü üzerine farklı dönemlerde yeterince yazdım. Şimdi Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! başlıklı yapıtına geçerken bütün romanları arasında kısa bir gezinti yaparak bunları hem kendi aralarında kurulabilecek bağlar yönünden hem de romancılığımız bağlamındaki konumları açısından ele alayım istiyorum yazının olanakları çerçevesinde. Yukarıda sıraladığım romanları üç ayrı evrede almak olası geliyor bana. Necati Tosuner’in daha ilk romanı Sancı.. Sancı… ile kendisine özgün bir yatak serdiği söylenebilir. Bu savımı, romanındaki evrenden, S A Y F A 28 n 7 K A S I M itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ROMANCILARIMIZ ARASINDA12 Necati Tosuner’in romandaki yolculuğu... kişilerden önce farklı anlatı kurmaya dönük çabasından ötürü dile getirdiğimi vurgulayayım. Yoksa yayımladığı ilk romanında evreni, kişileriyle okuru şaşırtan bir dolu yazar adı sayılabilir şuracıkta, ama anlatılarıyla hiç de özgün açılım getirememiş olan… Ötesinde sıradanlıktan ötürü görece bu başarının da yıllar içinde silinip gittiği… Bir yazar için, kendine özgü anlatı kurmanın, sonra bunu durma geliştirip süreç içinde sıçramalarla yol almak gerektiğinin ne denli önem taşıdığını yolun başında, yirmilerinde kavramış biri işte Necati Tosuner. Nitekim beş romanını üç farklı evrede, dolayısıyla bunlara farklı biçemsel nitelikler yükleyerek verimlemesi bunu gösteriyor kanımca. İlk evresinde Sancı.. Sancı…’yı, dokunaklı, ama uçarı izlenimi bırakan anlatı halinde, yer yer anlatımcılığa düşse de sımsıkı artalan dokusu oluşturup ciddi koygunluk bırakarak okurla buluşturan yazar, aradan geçen uzun süre sonunda birbirinin devamı Yalnızlıktan Devren Kiralık, Bana Sen Söyle adlı romanlarıyla farklı bir evreden adım attığını gösterdi bir biçimde. Bu iki romanda, görselliğe dayalı olmakla birlikte özellikle trajik oluşumları besleyip belirleyen öğeleri de anlatı zeminine taşıdı Tosuner. Karakter biçimlenişinde dış dinamiğe bağlı etkimeyle iç dinamiğin yönsemelerini kaygan bir zemine oturturken, sonuçta bunu iletişimsizlik olgusuna dayanarak kurduğunu gösterdi bize. Denebilir ki içsel bakışı, bir laboratuvar evresine taşıdı neredeyse. Böylelikle bir açıdan popüler diyebileceğimiz romanların da yazınsal temelde kurulabileceğini göstermeye girişti sanki. Sonrasında Necati Tosuner, Kasırganın Gözü ile romancılığının üçüncü, son evresine ulaştı. Şimdi bu son evreye yönelip üzerinde daha ayrıntılı bir biçimde durmaya çalışalım bunun… TOSUNER ROMANCILIĞINDA SON EVRE ANLATISI… Gerek Kasırganın Gözü gerekse Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! anlatıcının dış dünyayla ilişkilenişi boyutunda yapılandırılmış romanlar. Bu iki roman, birbiriyle örtüşüyormuş izlenimi bırakmakla birlikte yerleştirdiği ayna nedeniyle bakış açıları temelinde farklı kurulumla ortaya çıkmış yapıtlar. İlkinde aynaya bakışta dışbükey açı egemenken ikincisinde bu ayna yerini korusa da, dışbükey olarak değişiyor açı. Bu da anlatının neredeyse tümden değişmesi anlamına geliyor. Tosuner, son dönemde salt anlatıcıya dayalı bir evren kurmuş görünse de, şöyle bir buluşmuşluk görmezden gelinmemeli yine de… Herhangi “yalnız biri” değil çünkü anlatıcılar, ama “yalnız bir simyacı” yine de… Bir “dil simyacısı”… 2013 sıyla çıkıyor okur karşısına o. Onun anlatısındaki özgün yanlardan biri de sözünü ettiğim ayraç içinde acımsı bir suskunluğa dayalı olarak, burkulmayla örtüşen gülümseyiş eşliğinde örüntülenmesi sürekli bunun. Bu suskunlukla eksilti anlayışının yoğun örtüşme sergilediği unutulmamalı. Bu nedenle ben, çokluk bir öteki şiir olarak da okurum onun anlatısını saltık tat almak için… YAZINSAL OLANIN GİZEMİNDE YİTMİŞ BİR ERMİŞ… Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! altı ana bölüme yerleştirilmiş, altı kısa bölüntüye dayalı bir anlatı. Özenli, ama hem ilginç hem şaşırtıcı bir denge üzerine oturtuyor yapıtını yazar. Bu son evre romanlarında gerçeklik algısını da tersyüz ediyor aynı zamanda Tosuner. Çünkü “[B]akınca görülemeyen, gözlerini kapayınca görülendir gerçeklik,” (28) artık. Bunu toplumsal açıdan da yerli yerine oturtmakta sakınca görmüyor yazar. Hatta Afganistan’da yaşanan depremin, bugün dünyanın başka yerlerinde yaşanıyor oluşunu da getiriyor okur önüne ürküntüyle. “’Buna da şükür!..’ denir oldu,” diyor sözgelimi. “Ak bayrak.” “Bunlar gitmez, yeter ama gitmez!” (29) diyor; “Biri söylesin!/ Dünyayı batırarak cennete gidemezsin” (30)… Buna bakarak bir dizi konuşma örgüsünden oluştuğu düşünülebilir bu evre romanlarının. Söz konusu iç konuşmalar, bir iç kanatma, ötesinde kanırtma olarak da alımlanabilir kuşkusuz. Ancak anlatıcı, ister istemez duyarlı bir dengeyle de bağlamaya girişiyor kendisini sürekli. Konuşan kim? Anlatıcı. Kiminle konuşuyor? Başkalarıyla konuşuyormuş gibi görünmekle birlikte temelde kendisiyle yapıyor bu konuşmaları… Kendisinde yoğunlaşma, kendisine odaklanma… İşte tam burada denemeden çıkışın da yolunu gösteriyor yazar bize: Anlatıcının yürek çarpıntılarıyla yaşadığı susku ile korkunun nasıl toplumsal bir hastalığa döndüğü gözler önüne seriliyor bir dramatik akışkanlık içinde ortaya. Çünkü konudan konuya, daldan dala atlarmış gibi görünürken değişmeyen bir anadamar üzerinde kayıyor anlatı; doğumla ölüm arasında yaşam ayracına yani susturulmuş olmakla susmuş olmak ayracına sıkışıp kalan bir düşünce ırmağı bu… Kendisini alaya alma demeyelim hadi, ama hoş, gülümsetirken hüzünlendiren iğneleme görmezden gelinebilir mi? Ya da etini burup uyandırmak yaşam kötürümü insanları… Hele “[b]oşa çiğnenmiş karanfil kokuyor(ken) şimdi Türkiye.” (56) Daha doğrusu yola çıkılmış, önceden belirlenip biçilmiş bir düş kırıklığı diyelim buna… Bütün bunlar, şu elli yıl içinde bir acıdan kalkıp bütün acıları dolaşarak acı ustalığına soyunan yazarı imliyor bize. İşte karşımızda görüneni, görünmeyeni ya da görünürken görünmeyen, ama görünmezken görünüveren haliyle bir yazın fanisi; yazının büyüsü içinde kendini eritmiş bir derviş… Adı: Necati Tosuner… Hâlâ mı bir şey okumadınız ondan? Ne diyebilirim o zaman size?.. Hele “köprüden önceki son çıkış” (61) olacağını bildiğiniz halde, bir “mucize”nin sizi bulmasını bekliyorsanız hâlâ… “Oysa…/ Ayna kırıl(mış), yıkıl(mıştır) perde.” (121) Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı!, saf nitelikteki anlatısıyla bizde örneğine pek rastlanmayan bir siyasal roman; bir büyük romancımızdan… n K İ T A P S A Y I 1238 T Necati Tosuner’in önemi, yazarlıkta özgün bir anlatı damarı kurup geliştirerek alanda kendine özgü yer açmayı başarmasında yatıyor, Anlatmayı sıfırlıyor artık bu evrede yazar. Çünkü anlatıma dayalı neredeyse tek satır yok. Bir anlamlandırma ağıyla örüyor romanı, bu bakımdan okurun çabasıyla ayağa kalkıyor, deyiş yerindeyse boş balon anlamlandırmayla şişiriliyor. Böyle olunca sözcükler tek başına anlam öbekleri, adacıklar yaratıyor neredeyse. Bir sözcüğün ötekisiyle ilişkisi, üç satır sonra yeni çalımla farklı kulaç atarak yeniden önümüze gelişi hep bir şifre biçiminde, daha doğrusu bir yazınsal büyünün gereçleri olarak görünüyor. Tosuner’in son iki romanında okuru yüz yüze bıraktığı gerçeklik algısının göreceliğine değgin düşünsel gelgitler de söz konusu ayrıca. Nedir bu? Romanda değişiyor görünen ya da değişen nesnel evren karşısında değişmeyen kişinin, öznenin gerçekliği… Nasıl bir şey peki değişim içinde değişmeyiş? Bir değişimsizlik mi söz konusu yoksa, değişime, bunun hoşa gitmeyen, benimsenmeyen yanına karşı ayak direme mi var? İşte son evrede yer alan iki romanında da Tosuner, ana sorunsal bağlamında “ben” ile “öteki ben” arasındaki didişmeyi, itişip kakışmayı harmanlıyor denebilir. Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı!’da yer alan şu söz simyacı anlatıcı için anahtar olarak alınabilir: “Sana seni kim söylüyor?” (5) Böylece açılan kapıdan içeri girilebilir artık, derinlere yol alınabilir… Anlatıcının ne “hadi”, “hele” deyişi ivediliğe çağırır okuru ne de “sanki”, eşduyuma dayalı bir “mış gibi yapma”yı çağrıştırır. “Neyse”nin de geçiştirmeyle ilgisinin olmayışı gibi. Peki, ne anlama geliyor bu? Bu evrede romanlarında, olup bitenlere “hadi”, “hele” ile “sanki” arasında açtığı ayraçtan, Tosuner’in yazımıyla söylersek iki nokta yan yana konularak bakılabilir bir çalım. Tosuner metni değil, anlatısı demek gerekiyor. Çünkü artık yazarlığının bu olgunluk evresinde, nicedir kendine özgü bir anlatıyı kurmuş olmanın başarı C U M H U R İ Y E T