22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Eylem ve Özlem Delikanlı’dan “Keşke Bir Öpüp Koklasaydım” suçlardan biri olarak başı çekiyor. ÇOCUKLUKLARINDA KALANLAR Özlem ve Eylem Delikanlı, bugün 2030 yaşlarında olsalar da hâlâ 12 Eylül’ün kâbusunda kalan çocuklarla okuyucularını hüzünlü bir yolculuğa çıkarıyorlar. Her ne kadar kitabın ikinci bölümü, yakınları işkence ve tutukluluk sürecinde yok edilmiş büyüklerin tanıklığına devredilse de çocukların dünyasının kitaptaki ağırlığı çok daha büyük. Zira onların neredeyse tümü bugün bedensel, zihinsel ve ruhsal bir duvar olarak zamanın önünde durmuyorlar sadece, babalarının ve annelerinin dondurdukları yaşlarını da temsil ediyorlar. Çocukluklarında bilinç düzeyinde anlayamadıklarıyla şimdiki yetişkinlek düzeyinde anladıkları kesişiyor. Onların anlattıkalarının satır aralarını okumak gerekiyor. Zira o satır aralarından tüm Türkiye toplumunun şimdiki hali gözüküyor. Anlatılan dönemde sözkonusu kâbusun içinde olmayanların da yaşananların sonuçlarından muaf olduğu sanılmasın sakın. Diğer bir yandan, kitapta sosyal boyutta çizilen geniş hat, Türkiye devrimci hareketinin tarihinin de bir anlatımı niteliğinde. Direnen, mücadele eden siyasal öznelerin her türlü işkence yöntemleriyle yok edilişleri süreciyle de başka başka hatların çizildiğini söyleyebiliriz. Salt bu yok etme yöntemlerinin de nasıl sistematikleştiğini gösteren sezgisel bir çerçevenin ötesinde somutlaşmış bir yapıdan bahsettiğimizi tekrar hatırlatmakta yarar var. Zira kitap sayesinde tanıklıklarına ulaştığımız tanıklar, Mamak, Metris cezaevlerinden Diyarbakır Cezaevi’ne doğru ilerlediklerinde görüntünün boyutu daha bir katmanlı hale bürünüyor. 12 Eylül faşizminin boyutu artık hiçbir korku filminin başaramayacağı aşamaya çoktan gelmiş bulunuyor. 12 Eylül’ün sıcak dönemlerinde göz altına alınıp tutuklanmak için bir suç işlemek gerekmiyor. Ancak, o dönem “Ülkücü” olanların da sonradan dahil olduğu solcu, komünist olmanın tüm bunları yaşamak için yeterli oluşu insan benliğinde, başta suçluluk duygusu olmak üzere ne türden mekanizmaları harekete geçiriyor? Daha da önemlisi, söz konusu saiklerle susturulmuş bir toplum, yirmiotuz yıl sonra nasıl bir hale geliyor? Delikanlı kardeşlerin yaptığı çalışma aynı zamanda bu soruların da yanıtının başlangıcı niteliğinde. Zira o günleri yaşayanların tanıklıklarıyla bugün içinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlamamıza yardımcı oluyorlar. 17 yaşındayken yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren bile tek başına toplum olarak nasıl bir durum içine itildiğimizi zaten gösteriyor. Bilincimizle birlikte ruh sağlığımızı korumamız gerektiği aşamayı geçtiğimizi, bunun gereksiniminin bile farkında olmadığımızı belirtmek gerekiyor. Kitaptaki her bir öznenin anlattıkları da zaten buna işaret ediyor. Zira tüm bunların adımını atmak için bize yaşatılanlarla yüzleşmek ama öncelikle de sorunluların yargı önüne çıkarılıp cezalandırılmaları gerekiyor. Kitaptaki her bir tanık da bunun altını kalınca çiziyor. n Keşke Bir Öpüp Koklasaydım/ Eylem Delikanlı, Özlem Delikanlı/ Ayrıntı Yayınları/ 544 s. K İ T A P S A Y I 1238 Öyle bir darbe ki hâlâ devam ediyor Eylem ve Özlem Delikanlı’nın hazırladığı “Keşke Bir Öpüp Koklasaydım”da anlatılanlar, 12 Eylül 1980’nin, şimdinin 2013’ünü nasıl beslediği gerçeğini görünür kılıyor. Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan ise kitapta yer alan ve hayatları çalınan isimlerin yanında kendiliğinden yerini alıyor. r Aysel SAĞIR eşke Bir Öpüp Koklasaydım” ifadesi size neyi çağrıştırıyor? Daha ilk andan itibaren yoğun bir özlemle birlikte, asıl olarak bir yitirişi anlattığını söylemeye gerek yok. Ama Eylem Delikanlı ve Özlem Delikanlı, Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’da ne yazık ki bu kadarla yetinmiyor. Özlemek ve yitiriş gibi insanın yaraları da olan olan bu temel duygu durumları, söz konusu çalışmada, 12 Eylül faşist darbesiyle bütünleşerek kemiklere kadar işliyor. Böyle olunca da tüm insanlığı acil harekete geçmeye çağrıyor. Zira toplumun geleceğiyle oynayan suçlular, hâlâ itibarlarını korumaya devam ediyor. Türkiye’de 12 Eylül faşizmi komplike bir halde insanlığın hayatını karartmadan önce, Şili’de de adeta Türkiye’de olacakları haber verircesine faşizm kabusu ülkenin dört bir yanını sarıyor. On yirmi yıllık zaman hattında, Arjantin ve Türkiye benzeri dünyanın birçok ülkesinde de aynı korku filmi başlıyor. Tarih 1980’i gösterdiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 17. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren komutasında 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleştiriliyor. Türkiye halkları için şimdiye değin yaşananlara rahmet okutacak dönem de böylelikle başlamış oluyor. Öyle bir başlangıç ki bitmiyor. Aradan otuz üç yıllık bir zaman geçmesine rağmen, 12 Eylül’ün kestiği damarlar yeni yeni farkına varılıp tamir edilme girişimlerine sahne oluyor. Zira şimdi içinde yaşadığımız siyasal, sosyal, ekonomik trajedilerin ardında felaketin temsilcilerinden başta Kenan Evren, Ali Tahsin Şahinkaya olmak üzere onu uygulayan tüm isimler sırıtıyor. Faşist askeri darbeden bu yana da yönetime gelen bütün partiler, 12 Eylül’ün biçimlendirmek istediği yaşam modelini başarıyla yapılandırmaya halen devam ediyor(lar). Böylelikle de Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’la, bugünün özünü gizleyen devlet merkezli uygulamalar S A Y F A 1 4 n 7 arasında amansız bir ilişki bulunuyor. “K ETHEM, ABDULLAH, ALİ, MEHMET... Delikanlı kardeşlerin hazırladığı çalışma, yarım kalmış ya da gülüşleri katledilmiş insanların tanıklıklarından oluştuğundan, sözkonusu ilişki daha da dayanılmaz bir hal alıyor. 12 Eylül’ün yaşamın tüm alanlarına sirayet etmiş ceberut hali, önce naifliklere dokunarak ortalığı karanlığa boğuyor. İki bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümü, bugün yirmili yaşlarının sonunu yaşayan, babası, annesi yakınları 12 Eylül’ün kıskacına yakalanmış “Çocuklar”ın tanıklığından oluşuyor. Çalışmanın ikinci bölümünde ise “Anneler”, “Babalar”, “Kardeşler”, “Eşler” konuşuyor. Kitapta dile gelen öpüp koklanamayanlar, bizim çok yakından tanıdığımız kişiler. Zira devlet eliyle gerçekleşen öpüp koklayamamak ediminin yarattığı yıkıcı duygu, hâlâ büyük bir yara olarak hayatımızı çevrelemeye devam ediyor çünkü tüm ideolojik aygıtlar tarafından geçmişte kaldığı yanılsamasıyla örülen 1980, şimdinin 2013’ünu besliyor. Bundan dolayı da Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan’ı da kitaptaki isimlerin yanıbaşına ekleyebiliriz. 12 Eylül’de kovuşturmaya uğrayan, işkence gören, göz altına alınan, tutuklanan ve yok edilenlerin çocukları, o dönemdeki tanıklıklarını anlatmışlar demek çok basit kaçıyor elbet. O süreçteki çocukların bir kısmının henüz anne karnında önemli bir Özlem ve Eylem Delikanlı, bugün 2030 yaşlarında olsalar da hâlâ kısmının da en fazla 10 12 Eylül’ün kâbusunda kalan çocuklarla okuyucularını hüzünlü yaşlarında olduklarını bir yolculuğa çıkarıyorlar. 2 0 1 3 düşünürsek vehametin boyutu daha da büyüyor. Bu yüzden, kitapta dile gelen anlatımların basit bir tanıklık olmadığının altını çizmekte yarar var. Öncelikle tüm bunları dinlerken sıkı durmak gerekiyor. Zira insanlığın en güzel, umut veren portreleri tek tek gözümüzün önünden geçiyor. Onlara yapılan korkunç işkenceler ise sadece bir ayrıntı. Faşizmi anlamak için teorik bilincin ötelerine uzanmak gerekiyor. Delikanlı kardeşlerin çalışması ise bunu fazlasıyla anlatıyor. Sözkonusu çalışma, sisteme karşı duran insanların en yakınlarının da içinde olduğu yaşama yönelik sistematik zalimliğin, devletin etkili kurumları eliyle nasıl uygulandığının bir kanıtı niteliğinde. Tam bu noktada yargısız infazlar ise en sık duyduğumuz K A S I M C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear