29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Perrine SimonNahum’dan André Malraux Kültür tarihinde bir kült kişilik “Yirminci yüzyılın son ahlakçısı, yirmi birinci yüzyılın ilk filozofu” André Malraux, bugün hâlâ bu denli ilgimizi çekiyorsa bunun nedeni yalnızca büyük tarihsel olayların birçoğuna aktif olarak katılmış ya da yakından tanık olmuş olması, dönemin siyasi kahramanlarının, edebiyat yelpazesinde Victor Hugo’yla Sartre’ın yanında bulunmuş olması değil, aynı zamanda bizi yaratan asrın yüzüne ve belirsizliklerine bürünmesidir. Ë Kaya ÖZSEZGİN olitika sahnesinde üstlendiği angajmanın ötesinde bir kültür adamı olarak temsil ettiği kimlik nedeniyle yaşadığı döneme damgasını vurmuş olan André Malraux’yu bütün cepheleriyle yaşam akışının odağında ele alan bir kitap kuşkusuz ilgi çekici olacaktır. Yazarı Perrine SimonNahum’un da doğru biçimde saptadığı gibi “yüzyılın içinde yolculuk”tur bu ve yolculuğun durakları, renkli bir simayı yakından tanıma olanağı vermektedir okura. Çocukluğundan başlayarak 1976’da ölümüne kadar koca bir yaşamı kucaklayan kitapta, Malraux’ya felsefi bir bakış açısıyla yaklaşıyor yazar. O, salt kahramanlık dönemi olaylarının “ayrıcalıklı bir aktörü” değil, üst mercileri işgal etmiş, asrın kahramanlarının yanında bulunmuş bir kişi. Asrın çerçevesini çizen entelektüellerden biri. Durum böyle olunca söz konusu kitaba, salt ayrıntılı bir biyografi gözüyle bakmak yanlış olacaktır. Zaten yazar da kitabın girişinde bu tür bir iddia içinde bulunmadığını özellikle belirtiyor. MALRAUX EFSANESİ Yaşamını dolduran büyük yazarlara yönelik ilgiyle başlar Malraux’nun ilk gençlik yılları. Kendisini neyin cezbettiğini daha başında fark etmiştir. “Düşsel Müze”nin yazarı, ilk estetik kavrayışında etkili olacak argümanları, daha 1920’lerde benimsemeye başlamıştır. Başlangıçta Dadaizm akımının saflarından uzaklaşacak, ilk ustalarını kübizmin temsilcileri arasında bulacaktır. Action dergisinin yazarları arasına katıldığı yıllardır bu dönem. Dışavurumcu Alman ve İsveç sinemasına olan ilgisi yanında tablo tüccarı Kahnweiler’in etkisiyle sanat dünyasına daha büyük bir ilgiyle yönelir. 1923’te hâlâ Uzakdoğu’ya seyahatin büyük bir sorun olduğu dönemde Kmer tapınağını görmek için Kamboçya’ya gitmesi, hakkında birtakım iddiaların oluşmasına yol açacak, tapınağın kabartmalarını sökerek Fransa’ya getirdiği yolundaki bu iddia, bir süre hapis cezasıyla sonuçlanacaktır. (Tablo taciri Wildenstein, anılarında Malraux’nun Angkor tapınağının bazı rölyeflerini çıkarmak için Uzakdoğu’ya gittiğini, beraberinde birkaç heykel getirdiğini, bunların kaçak mal olduğu gerekçesiyle polis tarafından müsadere edildiğini yazıyor. Malraux, söz konusu heykelleri Marsilya’ya götürecek, orada Louis Dideron isimli bir heykeltıraşa kopyalarını yaptıracak, sonra da satma girişiminde bulunacaktır. Wildenstein’ın babası konuyu basına yansıtınca güç durumda kalan Malraux için bu olay yüz kızartıcı olacaktır.) Ama arkasından Hindiçin’e ikinci kez gidecek ve birkaç yıl sonra eşiyle birlikte Türkiye, İran, Suriye, Afganistan, Hindistan, Japonya ve ABD’yi de ziyaret ederek gözlem ufkunu genişletecektir. Sola adanan yıllar, 1930’lardır. Malraux efsanesi de bu yıllarda doğar. “İnsanlık Durumu”, güdümlü edebiyatın simgelerinden biridir. Bu eser ve arkasından gelen “Umut” sinematografik estetiğin ürünleridir. 1932’de ‘Devrimci Yazar ve Sanatçılar Derneği’ne üye Sömürgelerin bağımsızlaşması sürecinde ve General de Gaulle’ün yönettiği dördüncü cumhuriyet döneminde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının ve Cezayir kurtuluş savaşının yanındadır öteki Fransız aydınları gibi. KÜLTÜR ADAMI Kitabın bundan sonraki bölümlerinde yazar ve entelektüel Malraux portresi ağırlıklı biçimde devreye giriyor. Medeniyetlerin amacının dünyanın sorgulanmasını ve insanın içgüdülerini evrenle uyumlu hale getirmek olduğu iddiası, politik angajmanın önüne geçer. “Benim için önemli olan sanattır; nasıl bazıları dinle yaşarsa ben de sanatla yaşarım” diyecek kadar kararlı bir tavır benimseyecektir (s. 108). Sanatı eyleme dönüştüren bir denemecinin söylemi içindedir. Bu yönüyle Elie Faure, W. Worringer, Francastel gibi yazarların ya da Gombrich ve Panofsky gibi sanat uzmanlarının görüşlerinden ayrı bir konumdadır. Sanattaki “metamorfoz”un büyük macerasının peşindedir. Kültürün korunma yolları üzerinde düşünür. Ünlü kitabı “Düşsel Müze”yi bu dönemde yazar. Orada sürekli yenilenen yapıtları bu metamorfoz açısından değerlendirir. Sanatın, kendini bizzat sanat için dayattığı görüşündedir (s. 117). 1960’lı yıllarda Leonardo’nun başyapıtı La Joconde’u önce ABD’ye sonra Uzakdoğu’ya götürerek sergilemesi bu öngörünün bir ürünü olarak değerlendirilebilir. Malraux, 1959’dan 1969’a General de Gaulle’ün, onun istifasından sonra da Alain Poher’in başkanlığındaki geçici hükümetin Kültür İşleri Bakanı olarak görev yapar, Pompidou’nun seçilmesinden sonra da görevi bırakır. De Gaulle’ün ona büyük güveni, şu sözünde dile gelecektir: “Sağımda hep André Malraux var ve olacak. Bu deha sahibi, saygın yaşamlara tutkun arkadaşın yakınlarımdaki varlığı, bana bayağılıktan korunduğum hissini veriyor.” Bir siyaset adamıyla kültür adamının karşılıklı anlayış ve dayanışma gücünü ortaya koyan bu örnek, günümüz dünyası için de geçerli olmalıdır kuşkusuz ama benzerine rastlama olasılığı neredeyse yok gibidir. Malraux’nun yanı başındaki varlığı, De Gaulle’e ne kazandırmıştır? Bu soruya, Régis Debray’ın yanıtı şöyle olacaktır: “Entelijansiya tarafından sevilmeyen, üniversite öğrencilerinin önemsemediği ve sıradan insanlarca anlaşılamayan Malraux”, entelektüeller grubundan özellikle 1968 olayları nedeniyle kopmuş olsa da kültür adamı olarak ağırlığını, örneğin Biot’da Léger Müzesi’ni, Nice’de Chagall müzesini açarak duyurmayı başarmıştı. De Gaulle’e, yüzyılı yaşama duygusu veren de Malraux’dan başkası olmayacaktır. 1970’li yılların ardından gözden düşmüş olan De Gaulle’cülüğün yeniden itibar kazanmasında da Malraux’nun önemli bir payı olduğu görüşündedir yazar (s. 191). Nedenine gelince, kendini “asrın içinde” hayal eden kişi öncelikle o olmuştur. André Malraux’nun yaşam, kültür ve siyaset öyküsü, bu kavramların meraklı bir dökümünü ilginç yorumlar eşliğinde sunmaktadır. ? André Malraux/ Perrine SimonNahum/ Çeviren: Canan Özatalay/ İletişim Yayınları/ 280 s. 3 OCAK 2013 ? SAYFA 9 P olur. Bu aşamada SimonNahum’un sorusu anlamlıdır: SSCB’ye mi angaje olur Malraux, proletaryaya mı, Marksist sola mı, yoksa doğrudan kültürün korunması sorunsalına mı? (s. 68). André Brincourt’un da bu konudaki yorumunu göz önüne alarak, elbette ki sonuncusuna. 1934’teki Sovyet Yazarlar Kongresi’nde yaptığı konuşma, bunu kanıtlar. Orada savunduğu görüş açıktır: “Sanat, bir boyun eğiş değil, bilinçaltının ve mantığın fethidir.” Bu açıdan edebiyatın “en iyi politik romanı” olarak kabul edilen “Umut”, angaje entelektüelin, 1930’lu yılların politik Malraux’sunun simgesi olarak kalacaktır yazara göre. 1930’lu yılların sonuna doğru Malraux’nun komünistlerle arası açılacak, ama bu durum onun, faşizm karşıtı konferansa katılmasını engellemeyecektir. 1920’lerde askerliğini ertelemesine ve arkasından çürüğe çıkarılmış olmasına karşın savaş başladığında Fransız ordusuna katılacaktır. Bu dönem, gene yazara göre Malraux’nun Fransa’yı “keşfi”dir. Savaşın bitiminde, İspanyol cumhuriyetçilerinin “şanlı mirasçısı” olarak gördüğü Fransa’yı yeniden kurmak ve ulusu yeniden inşa etmek yanlısıdır. Bir “tarih sezgisi”dir bu. 1945’te de Gaulle’ün yönettiği hükümette Kültür Bakanlığı’na teknik danışman olarak atanır. R. Aron ile Malraux arasındaki yakın dostluk da Malraux’nun çocukluğundan başlayarak 1976’da ölümüne kadar koca bir yaşamı kucaklıyor kitap. böylece başlamış olur. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1194
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear