25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ROMANCILARIMIZ ARASINDA4 ykücülerimiz romancılarımız can alıcı kimi verilerden gereğince yararlanamıyor her zaman…Nitekim romancıdan okuduğumuz öykünün romana çaldığını, öykücünün kaleme aldığı romanın harar dolusu ıvır zıvır halinde karşımıza çıktığını, şairin öyküsünün plastik pazar çiçeği duruşuyla parıldadığını, romancının yazdığı oyunun yalınkat aktarımla sınırlı kaldığını görebiliyoruz gayet olağan bir durummuş gibi… Yörük yaşamına dönük bir belgesel çalışmasında yaptığım tanıklığın üzerimde kalan şaşkınlığını unutamam. Kökboya kazanında ayrı salkımlar halinde duruyordu renkler, ne ki karışmıyordu birbirine. Öykücülerimiz romancılarımız böylesi can alıcı kimi verilerden gereğince yararlanamıyor her zaman… Nitekim romancıdan okuduğumuz öykünün romana çaldığını, öykücünün kaleme aldığı romanın harar dolusu ıvır zıvır halinde karşımıza çıktığını, şairin öyküsünün plastik pazar çiçeği duruşuyla parıldadığını, romancının yazdığı oyunun yalınkat aktarımla sınırlı kaldığını görebiliyoruz gayet olağan bir durummuş gibi… Oysa ne bileyim, sözgelimi Melih Cevdet Anday, bir değil birkaç yazar gibidir kaleme aldığı yapıtlarında. Denemelerini okursunuz, bir başka yazar çıkarır cebinden, şiirleriyse tam bir şair işidir şaşakalırsınız… Oyunlarıyla kısa oyunlarında da dev bir yazar halinde dikilir karşınızda. O zaman varsın romanlarında da “vasat” oluversin yazar, ne çıkar dersiniz; üç büyük şair, yazar olarak büyüleyip geçiyor ya bizi Anday, bu kadarı yetmez mi? Alın Sabahattin Ali’yi… Ne büyük öykücü, romancı değil mi, Sait Faik’in öyküleri de insanı baştan çıkarmıyor mu göz açıp kapayana dek? Ama bu iki deryanın şiirlerine bu ölçüde ilgi gösterebiliyor musunuz? Sözü uzatmak gereksiz, özellikle son on yılda pek çok öykücümüz roman türünde de ürünler vermeye koyuldu… Bu verimleyişteki niteliğe dönük yukarıdakine benzer bir yargıya ulaşılmış değil. Bunu zaman belirleyecek kuşkusuz. 1980 sonrasında bu bağlamda örneklenebilecek öylesine çok yazar çıktı ki… İlk ağızda Ayfer Tunç, Erendiz Atasü, Hasan Ali Toptaş, Mucize Özünal, Attilâ Şenkon, Cemil Kavukçu, Gülseren Engin, Müge İplikçi, Murat Gülsoy, Gürhan Kuşkanat, Ferda İzbudak Akıncı, İnan Çetin, Sema Kaygusuz, Osman Akalın, Özcan Karabulut, Sibel K.Türker, Meliha Akay, Behçet Çelik vb adlar anılabilir… Son olarak buna Zahit ile (Can, 2012) Hasan Özkılıç, Bir Kınalı Kekliktim ile (Bencekitap, 2012) Kemal Gündüzalp de eklenmiş görünüyor. Daha yenilerinin çıkacağı da kesin ayrıca… Ne ki ben yukarıda adını geçmediğim öykücü, romancı bir genç yazarımıza getirmek istiyorum sözü: Faruk Duman. ÖYKÜYLE ROMANI AYIRMANIN USTALIĞI... Faruk Duman, yenilenmiş anlatı kurmak üzere yıllar önce çıktığı yolculuğunun bu aşamaSAYFA 18 ? 3 OCAK Ö Öyküyü romanı boyunduruktan çıkarmak... sında artık taşları yerli yerine oturtmuş, buna dönük çabasını tamamlamış, bunu işler hale getirip en azından sürecin bu evresinde şimdilik enikonu sona ulaşmış görünüyor. Duman, yeni bir anlatı kurma eylemine girişirken iki büyük, farklı kökeni harmanlayarak buna ulaşıyor kanımca. İlkin anlatısını Doğu kökenli bir tartıma yaslıyor o. Oysa bizde roman olsun, öykü, oyun olsun yazınsal anlatı, baştan bu yana “Batı tarzı” dediğimiz bir üretim mantığıyla kurulmuş hep. Buna yönelik olağanüstü çaba harcanmış hatta. Nitekim yazınımız, neredeyse Avrupa yazınının uzantısı görünen bir konum sergiler hale gelmiş. Gerçi şiirde son dönemlerine dek yazınımız “Doğu tarzı”nı koruyor. Bu doğrultuda nesir örnekleri de yok değil elbette, herkesin bildiği Evliya Çelebi metinleri gösterilebilir pekâlâ. Cumhuriyetle birlikte “Batı tarzı”na dayalı mantıkla kurulan sanat verimleme anlayışı daha da güçlendi kuşkusuz. Buna aykırı örnekler hiç mi çıkmadı? Örneğin Salman Rüşdi’den çok önce Onat Kutlar’ın “Doğu tarzı” bir anlatı kurup sonrasında “Batı tekniği” ile bunu yoğurup geliştirdiği farklı bir anlatı damarını parlattığı görülebiliyor. Kutlar’ın ardından sonraki evrelerinde Ferit Edgü’de de rastlandığı söylenebilir böylesi tutuma. İşte bu kavrayışın Murathan Mungan, Hasan Özkılıç gibi günümüzdeki ardıllarından biri de bana göre Faruk Duman. Çünkü o, anlatısındaki dönüştürümü, Batılı mantığa değil Doğulu algıya dayalı soyutlayımla sağlıyor. Günümüzde çok farklı açılımlarla anlatılarını parlatan yazıncılarımızın neredeyse tamamı ise soyutlayımda ardılı göründükleri “Batılı kafa”ya dayalı dönüştürümle sağlıyor denebilir başarısını. Faruk Duman, burada bırakmıyor işi; dili de Doğudan çıkarak değiştirip dönüştürerek bu kez Batı teknikli bir dilleyiş geliştiriyor. Dile, her an “yapıntı” giysisi giydirerek hem kaydadeğer bir yabancılaştırmanın önünü açıp bunu Batılının kendi kışkırtı mantığı, yaklaşımıyla geliştiriyor, hem de apaçık bir Doğululuk sergiliyor. YENİ BİR ANLATI KURMANIN EŞİĞİNE VARMAK... Sözgelimi Duman, Bora Abdo’nun öykülerinden kalkarak kaleme aldığı “Rüzgârı Aramak” başlıklı yazısında (Cumhuriyet Kitap, 20 Eylül 2012, sayı 1179) kendi dil anlayışına dönük açılımlar getirirken şunları söylüyor bu arada: “Evet, yazılırken de aranır öykü, biz onu okuduğumuzda da aranır. Elbette, bugün bundan eminiz; iyi bir öykü yalnızca anlattığı öykü kişilerinin peşinde değildir. Aynı zamanda, kendi dilinin de peşindedir. Bana kalırsa, hem de her öyküde yeniden yeniden kurulmalıdır bu dil.” “Yine de, ‘Bir rüzgâr aradım’ ve ‘Üşümeye’ somut bir biçimde yazarı tarafından birbirinden ayrılmıştır. Arada, benim çok sevdiğim o ‘nokta’ bulunur: Cümleyi tabii aynı zamanda, o geleneksel cümleleri birbirinden ayıran, bunu yapabildiği için ve bu cesaret nedeniyle yazarı tebrik etmek gerekir bize farklı okuma seçenekleri sunan o nokta. Ama öykü arayışı, bölünmüş, böylece anlamı çoğaltmış cümlelerle sınırlanmıyor tabii.” Dili deneyen, anlatımını her kezinde apayrı biçimde yoğurup öyle kuşanmaya çabalayan bir yazar Duman. Nitekim keder, zalim vb. kendisi için sıradanlaşmış sözcüklere karşın yer yer ancak bir şaire yakışacak hünerle örüntülediği görülebiliyor anlatısını. Bu arada görselliği öne çıkarırken artalana yığdığı anlamsal yoğunluktan ödün vermediğini de eklemeliyiz onun. Bunun sonucunda saydammış izlenimi bırakan doluluğu, içli duyarlılığıyla bizi farklı çevrenlere uçurmayı başarıyor yazar. Ancak onun “bölünmüş, böylece anlamı çoğaltmış cümle” anlayışından kalkarak anlatısına dönersek eğer kimi ipuçları derleyebiliriz kanımca… Önce uzunca bir alıntı aktarayım Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur’dan (Can, 2012): “İki karın yan yana./ Bu, annemle birlikte oynadığımız bir oyundu. Karanlık gecelerde, nemli, soğuk, yan yana uzandığımız zaman. Soluğumuz düzene girer girmez. Karnımızın birlikte inip kalkmaya başladığını fark ederdik. Hep böyle olurdu. Soluğu aynı sürede alır, aynı sürede verirsin. Böylece tüm dünyayı birlikte algılamaya başlarsın. Soluk, az şey değildir çünkü. İki karın yan yana. Oyunun adı buydu. Ormanın karnıyla benim karnımdı, birlikte alçalıp birlikte yükselmeye başlamıştı. Olağanüstü bir şeydi bu. Çünkü, elbette kuru bir soluktan ibaret değildi. Orman, dünyanın bilgisini taşıyordu bana. Uzakta öten kuşları, dalları deviren rüzgârı. Çürümüş yapraklarla ezilmiş yabani meyvelerin kokusunu. Parçalanmış ceylanlarla yaşlı sincapların sonra. Onların insanın içini ezen küfünü. Sümüklüböceklerin bitimsiz tırmanışını. Yılanların esneyişini, ayının suya dalışını ve daha pek çok şeyi. Parsı.” (92) Yukarıdaki bölümcede birkaç nokta imini kaldırmak olası, ancak söz konusu noktalarla ortaya çıkan bölünmenin yalnızca bir anlam çoğalmasına yol açıp orada kaldığı sanılmamalı. Faruk’un buradaki başarısı Doğu algısının, Batı tekniğiyle eğirilmesinde yatıyor büyük ölçüde. Nokta imleri serpmek değil salt onun yaptığı, içerdeki suyun akış yönünü değiştirmek! BİR BAŞYAPIT ADAYI: “VE BİR PARS, HÜZÜNLE KAYBOLUR”... Faruk Duman’ın ilk iki romanı Pîrî /Kayıp Denizler Üzerine Bir Anımsama (2003) ile Kırk (2006) için yazmıştım “Kitaplar Adası”nda. Hatta Kırk’la ilgili, romanı okumamış olmayı eksiklik sayacağımı söylemekten kaçınmamıştım. Sonradan iki roman daha ekleyerek taçlandırdı bu yoldaki verimleyiş gücünü o: İncir Tarihi (2010), Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur (2012) Tümü de Can tarafından yayımlanan bu romanlarıyla Duman, on beş yıldır öykücülüğümüzde sergilediği parıltıya koşut bir başka parıltıyı, on yıllık geçmişiyle romancılığımızda da yansıtıyor bana göre. Dört romandan Pîrî ile İncir Tarihi’nin, Kırk ile Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur’un yalnız izleksel, biçemsel açılardan değil, aynı zamanda yukarıda değindiğim anlatıda içkinleştirilen DoğuBatı bireşimine dayalı soyutlayım, dönüştürüm mantığı çerçevesinde de bir arada ele alınmaları olası. Buradan kalkarak ileride İncir Tarihi ile Pîrî’yi, ayrıca kimi öykülerinde Doğu söyleni, masalı, meseli/hikâyesi temelinde önümüze gelen anlatı bütününü konu almak daha uygun görünüyor bana. Ama ister bu tür metinlerinde olsun, isterse bunlar dışında kalanlarına bakılsın, Faruk Duman’da orman canlıları kadar artık ormanın kendisi de ötekilerin yanında bütün olarak bölünmez bir karakter konumu sergiliyor. Son romanı Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur’da bu kez başköşeye doğayı, aslında doğanın bir parçası bağlamında alınması gereken insan, hayvan, bitki tüm canlıları birlikte oturturken karşı karakter olarak da doğa düşmanı “zalim” insanoğlunu yerleştiriyor anlatısına yazar. Diyelim ki melekle şeytana özgülenmiş ya da bir Mefisto değişkesi halinde önümüze gelmiş bir anlatı söz konusu. Bu doğrultuda yazarın on beş yılda farklı anlatım evreleri dizisinden geçerek geliştirdiği son aşama bağlamında alınabilir yapıt. Okurlar kadar hangi yaş, hangi kuşaktan olursa olsun her yazar için de Faruk Duman anlatılarıyla tanışmanın sayılamayacak yararları var kanımca. Bir kez onu okurken biz, bir yazarın kendini değiştire dönüştüre nerelerden yola çıkıp nerelere gelmiş olabileceği üzerine bir laboratuvar çalışmasına girişebiliyoruz kolayca. Ne diyor Faruk Duman. “Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz.” (69) Yaşanan toplumsal şiddetin, gide gide çocuklarına, hatta kendisine de kıyar hale gelen trajik bir toplum çevrintisinin, herhangi siyasal söyleme sığınmadan ama siyasal açıdan alabildiğine yükseklik sergileyen tutumla alınıp işlendiği başyapıtlarından biri gibi de okunabilir Faruk Duman’ın andığım romanı. Evet, yükte hafif pahada ağır bir yapıt bana göre Ve Bir Pars. (nokta) Hüzünle Kaybolur… Bir “hüzünlü manifesto”, bir kıyım eğretilemesi… Yazınımızda az sayıdaki “başyapıt” adaylarından biri olarak alınabilecek anlatıdan mahrum etmeyin kendinizi…? 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1194 Faruk Duman K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear