Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Melih Elhan’dan ‘Kedi Tedirginliği’ ‘Her yeni şiirde görüntüler elimden tuttu’ şiir 2002’de göründü dergide. O zamandan bu yana serüven devam ediyor ve 2012; hıdrellezde tuttuğum dileğin gerçekleştiği yıl. Şiirle karşılaşmamda eğitimli bir göze sahip olmanın çok faydasını gördüm, bakmayı bilmenin faydasını. Daha sonra da her yeni şiirde görüntüler elimden tuttu. bir dünya, sanal ilişkiler gerçeğinin yerini hiçbir zaman tutmayacaktır. Bir bakıma kitaptaki şiirleri bir seslenme olarak da okuyabiliriz: ekranlardan kaldırın başınızı, sokağa bakın, mevsimlere, bahçelere, insanlara, çiçeklere, kısaca yaşama bakın diyen bir seslenme, diğer türlüsüne bir itiraz yanı sıra... “KENDİMİ İÇEDÖNÜK OLARAK TANIMLIYORUM” “Ay ışığını/ pencereden alır eve/ gizlice// ne kadar örtese de perdeyi/ bir aydınlık evin içinde// sabah olur/ yalnızlığa uyanır/ çarşafta ay ışığı bir leke.” “Âşık” adlı bu şiirin ve diğer şiirlerin fakültede aldığın fotoğrafçılık eğitimini hissettiriyor bize. Fotoğraf çekerken ve şiir yazarken saptadığın görüntülerin ışığa olan duyarlığını “sanırım böyle bir şey” şiirinde cevaplandırmışsın. Fotoğraf ve şiir hakkındaki görüşlerin şiir okuyanlar ve yazanlar için de aydınlatıcı olacaktır. Benim, genelleştirirsek neden edebiyat, neden sanat’a net bir cevabım var: insan olduğumu hatırlamak için. Bunu şöyle açabilirim: Hepimiz ilkokula başladığı dönemden emekli olana kadar aşağı yukarı kırk yıllık bir serüvenin içindeyiz. Bu dönem zorunluluklar veya mecburiyetler diye adlandırılabilecek bir dönem, belli saatlerde belli işleri yapmak zorunda olduğumuz bir dönem. Rutin ve temposu hızlı bir yaşam dönemi. Bu insanın toplam ömrü içinde büyük yer kaplayan bir dönem. İnsanın gibi kendilerini serbestçe ifade edemezler, anlatamazlar. Ben konuşarak yapamadığım bu kendini anlatma işini çektiğim fotoğraflarla ve yazdığım şiirlerle yapmaya çalışıyorum. Fotoğraflarım ve şiirlerim benim adıma, benim yerime konuşuyorlar. Ortaya koyduğum ürünlere bakarak benimle ilgili sorularınıza yanıtlar alabilirsiniz. Şaire ve şiire dair “şair evi/ şiir evi”, “ortakçı” adlı şiirlerinde terzilikle, ortakçılıkla ve kullanılan malzemelerle şairin biriktirdiklerinin buluşması etkileyici: “…Hayyam şiire çevirir/ toplanan üzümü/ basar fıçılara dize dize/ kimselere söylemez formülünü/ üzüm rengini verir şiire/ şiir, kokusuyla sarar şarabı/ yıllar içinde…” dizelerini de okurla paylaşamadan edemedim. Son olarak şunu sormak istiyorum: Hayyam, A. Kadir, Borges, Kafka’yı şiirlerinde anmışsın ve İlhan Berk’e adadığın bir şiirin de var. İkinci kitabında bu kalemlerin yerini kimler alabilir? Saydıkların keyifle okuduğum yazarlar. İkinci kitapta kimlerin yer alabileceğine geçmeden senin listene birinci kitaptan bir iki ekleme de ben yapayım : “Boydan Boya Çırak” şiirinde terzi Orhan, Orhan Veli’ye bir merhabadır. Onun “Dalgacı Mahmut” şiirinde yırtılan denizi, bu şiirde terzi Orhan, çırağı ile birlikte diker. Böyle merhabaları, anmaları seviyorum, bir bilmece gibi şiire yerleştirmekten keyif alıyorum. Bir bakıma şiirin içinde küçük oyunlar okuyucu için, çözdüğünde bir bulmacayı çözmüş gibi keyif alabileceği küçük oyunlar. Bir başka örnek “Kestane Kebap” şiiri. Ne zaman kış gelse, kestaneciler sıcak mangallarıyla köşelere çıksa benim aklıma hep Edip Cansever gelir ve onun “Bir Taş Atarsın” şiiri. Benim yazdığım şiir işte hem Cansever’e bir merhabadır hem de bu güzel şiirine. Çünkü bana göre Cansever giderken her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı bırakmıştır. Kestaneciler kestaneyi tartarken diğer kefeye ağırlık olarak Edip’in dizelerini koyarlar. “Resim”, “Eski Smyrna Havaları”, “Bindokuzyüzaltmışdokuz”, “Rüyâ”, “İçimden Geçen” hep içinde bir merhaba taşıyan şiirlerdir. Okuyucu tarafından çözülmeyi bekleyen küçük bulmacalar, küçük oyunlar taşır içlerinde. Kitap çıktıktan sonra yeni yazmaya başladığım şiirlerde de oyunlara, bulmacalara, merhabalara devam ediyorum. “Cenap Şahabettin’e saygıyla” diyerek yazdığım bir şiir var: “Elhanı Şita”. Yaşadığım kentin çok uzun yıllardan sonra bir günlük de olsa kar görmesi beni bu şiiri yazmaya itti. Soyadımın etkisini de inkâr etmemek lazım. Ressamlar da selam gönderdiğim kişiler yeni yazdığım şiirlerde. Gerçeküstücü ressam René Magritte için yazdığım bir şiir var. Okuyucuya kolay gelsin. ? Kedi Tedirginliği/ Melih Elhan/ Hayal Yayınları/ 92 s. Melih Elhan acelesi olmayan şiirler yazıyor, olması gerekenden; tanımaktan, öğrenmekten, biriktirmekten yana. Kedi Tedirginliği de bu anlamda dokuz yılın sonunda okurla buluşan bir ilk kitap. Elhan’la bu süreç ve kitabı üzerine söyleştik. ? Neslihan PERŞEMBE aman/ tutsak camın içinde/ çekiyor/ kum tanelerinden tesbihini/ yürüyor/ bir aşağı/ bir yukarı…” kitabına ismini veren “Kedi Tedirginliği” şiirinin açılış dizelerinde bir evin (insanın) kendine kapanmasına tanık oldum ki günümüzde de kapanmaların olduğu bir zamanı yaşıyoruz. Evlerin ve nesnelerin bizlerle yaşadıkça insanlaşma halleriyle yani bir anlamda şiirle ilk karşılaşma ne zaman oldu? Edebiyatla karşılaşmam biraz daha geçtir, sinemaya göre. Lise yıllarında o zamanki TRT2’nin etkisiyle ki bir sinematek gibiydi, sinemaya çok yakınlaştım. Yoğun bir film izleme dönemiydi. Edebiyat ise lise bittikten sonra girdi hayatıma. İki üç yıl herhangi bir fakülteyi kazanamamış olmanın çok artısını gördüm. O dönem, zamanımın büyük çoğunluğunun okumayla geçtiği, kendi kütüphanemi oluşturmaya başladığım, fotoğrafa başladığım, resmin, fotoğrafın, sinemanın, edebiyatın iç içe geçtiği bir dönem oldu. Uzun ve verimli bir tanışma dönemi, edebiyat ve sanatla. Fotoğraf çektiğim, film izlediğim, okuduğum ama henüz yazmadığım bir dönem, sinema üzerine yazdığım bir iki yazı dışında. Yazmayı hep erteledim; tanımayı, öğrenmeyi, biriktirmeyi öne alarak. Divan edebiyatı, halk edebiyatı ile karşılaştığım kısa bir akademik hayatım da oldu, onları da bir kazanım olarak koyup bir yana uzun bir süre sadece okuyarak ve izleyerek bekledim. 2000’lerin başında şair Veysel Çolak ve Şiir Atölyesi ile tanışma döneminden sonra kalemimin ucu açıldı ve yazma serüveni başladı. İlk EYLÜL “Z “GÜNÜMÜZDE EN DERİN ÜŞÜME İNSANIN YALNIZLIĞI” Kitapta ikinci şiirin “Sokağın Ağzı” ile bu sefer dışa dönük hallerle karşılaşırken bir kedi tedirginliği burada da karşımıza çıkıyor: “...Sokağın canı sıkkın/ açmıyor bıçak ağzını…” dizelerinden yola çıkarak yaz mevsiminin sıcaklığının okura geçtiği bu şiirdeki günümüzdeki üşüme hallerine değinelim. Günümüzde en derin üşüme insanın yalnızlığı sanırım. Bu yalnızlık farklı bir yalnızlık: Giderek daha az okuyan, daha az izleyen bir toplumda paylaşımda bulunacağın insanların giderek azalması, izlediğin bir filmi, okuduğun bir kitabı, metni konuşacağın kişilerin giderek azalmasının baş başa bıraktığı bir yalnızlık. Çevrende insanın olmamasının getirdiği bir yalnızlık değil de, paylaşamamanın ıssızlaştırdığı bir yaşam söz konusu ettiğim. Yazının, görüntünün çoğu kişinin umrunda olmadığı bir toplumun uzağına düştüğün bir yalnızlık. Yazıdan, görüntüden senin anladığınla çoğunluğun anladığının arasının giderek açıldığı bir yaşam. Tüm bunların gerek yazı gerek görüntü olarak üretimime yansıması da üşümemin benzer sıkıntıları yaşayanlarca fark edilmesini sağlıyor. “Sokağın Ağzı”, “Yaz Bozumu”, “Boğuğun Ninnisi”, “Göl İyimserliği”,“Kıyısız” ve adını anmadığım birçok şiirinde mevsimler, sabahlar, akşamlar, geceler unutmaya yüz tuttuğumuz halleriyle sesleniyor. Bu seslere kulak vermeyi unuttuk değil mi? Unuttuk evet, şiirimi besleyen çocukluk şimdi yaşanan çocuklukla kıyaslanamayacak kadar zengindi. Evlerde geçmezdi çocukluk, sokaklarda nefes alırdı. Şimdi “temassızlık” diye adlandırılabilcek bir çağın içinden geçiyoruz. Bilgisayarlara çakılı bir yaşam. Her türlü alışveriş, kitap okuma, gazete okuma, insanlarla tanışma, ilişkiyi ilerletme herşey ekranın karşısında yapılıyor artık. Bütün bunları sokaklarda, dükkânlarda, kütüphanelerde, kahvelerde kısaca yaşamın içinde yaptığımız dönemlerle kıyaslarsanız büyük bir fark ve bir kopuş görürsünüz, yaşamdan bir kopuş. Sanal Melih Elhan ile Neslihan Perşembe röportaj sırasında... makineleştiği bir dönem. İşte benim için sanat ve edebiyat burada gündeme geliyor. Bu makineleşmeyi kırmak, insan olduğumu hatırlamak için sanat ve edebiyat diyorum. Çünkü ben çektiğim her fotoğrafta, yazdığım her şiirde bu makineleşmeyi biraz daha kırdığımı ve insan olmaya biraz daha yaklaştığımı düşünüyorum. Bu zorunluluklar döneminde ertesi güne tahammül edebilmek için edebiyata ve sanata ihtiyacım var. Edebiyat ve sanat beni diri tutuyor. Fotoğraf çekmek ve şiir yazmak için böyle bir sebebim var. Ayrıca şunu da eklemeliyim: Kendimi içedönük olarak tanımlıyorum. İçedönükler dışadönükler SAYFA 4 ? 13 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1178