Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kış ldinan le rttısı, aza zümlemeye yönelten Anne Frank’ın ve Vermeer’in müzeye dönüşen küçücük yaşama alanlarıdır. “Anne Frank da, Vermeer de daracık bir alan içinde yaşayıp güç koşullar altında ölmüş ve arkalarında dünyada görüp kayda geçirdikleri bir avuç çarpıcı resim bırakmışlardı” (s. 29). Yazarı ilkönce arayışa sürükleyen ve ardından hiçbir zaman olmayan şeyin arayışında dur diyen de, varlığın arkasında bir iz bıraksa da bu yokoluşsal serüvenidir. Yazar bir başka yüzleşmeyi de Bordeaux’da bir bayram sabahında yaşar. İki kavram “neşesiz” ve “huzurlu olmak” onu tekrar bir eyleme, özlü düşünmeye yönlendirir. “Huzurun belli bir inançta ya da yaşama biçiminde olmadığını, hiçbir yerde olmadığını, ya da belki de yalnızca, bir ölçüde, hiçbir yerde olmadığının kabullenilmesinde olduğunu öğrenecek kadar uzun bir süre bu dünyada yaşamıştım” (s. 68). Kendi varlığını, varlığının kavramları sorgulayan yazar, elbette “huzursuzdur”. HER ŞEY TOZLU BİR DOLABA MI KİLİTLENMELİ? Zamanın altında kalan insanların “denize açılmak”, “bir başka kıta”ya gitmek gibi deneyimlerinin müzeye dönüştürülmüş olması yazarı “göçmenlik” olgusunun karmaşıklığıyla buluşturur. “Göçmenlik gibi karmaşık bir deneyimi bir avuç duygusal tabloya indirgeyen müzeden fazla hoşnut kalmamıştım (…)” (s. 36). Yazar bu müze ziyaretinin ardından göçmenlerin aksine “karaya açılıp” kafasındaki hayali nehrin (s. 36) rotasını izlemeye koyulur. Şavkar Altınel’in Mavi Defter adlı kitabı da diğer kitapları gibi çok katmanlı bir okumaya açık. İlk okumada yazarın türsel kırılma yarattığının, okuduğunuz kitabın bir gezi kitabı olmadığının ayırdına vararak, paragraf aralarına gizlenen öyküleri, otobiyografik öğeleri yakalayıp, ayrı bir tat alarak okuyabilirsiniz. Bir diğer okumada, Mavi Defter’i Heidegger’in felsefesini oluşturan kavramların ışığında Varlık ve Hiçlik arasında bir arayışın dille olan ilişkisi olarak okuyabilirsiniz (ki bu dil, dünyaya fırlatılmış bir yazarın arzın kabuğunda iz bırakma şekline dönüştüğünde Mavi Defter’in yapraklarını doldurur.) Yazar son noktada bu dille yazı olan ilişkisini de sorgulamaya başlar. “Bütün hayatını yolculuklarda geçirdin. Ama dolaşırken gördüğün sahnelerden özlediğin çarpıcı kurmacaları türetebileceğini, gondolların içinde geçip giden Japon kızlarını, San Marco Meydanı’nda annesi ile oturan adamı, zavallı çılgın Peggy Guggenheim’ı yıllardır sahte mallarını üretmek için kendine öğrettiğin bütün o hilelerle işleyip belli vurgu ve motiflerle donatarak bu insanların hayatlarını hüzünlü bir ritmin garip şiir ve güzelliğiyle yüklü süreçler, onlara bakan kendini de her şeyi gören bir bilge gibi sunabileceğini sanma; durmadan imparatorluğunu kurmaya çalışan, yazı denilen yaratığın haris yürek vuruşlarına kulak vermeyi bırak; senin de, herkesin de yaşadıklarının, hiçbir dil dersinin ya da kelime ? çözümlemek ister. Onu bu çö yığınının değiştirmeyeceğini, bir dizi anlamsız kartpostaldan başka bir şey olmadığını kabullen; her şeyi tozlu bir dolaba kilitleyip unut artık” (s. 116). Altınel başkaları üzerinden, yolculuğu süresince çaldığı insan yüzleri arasından hayatına yazıyla bir anlam katmaktadır. Oysa sonsuzluğu yakalamış olan ölümün karşısında insan neyin sonsuzluğunu yakalayabilir? Farkına vardığında insan olarak dünyada bir çıkmazın içindedir. Varoluşunun kendi faniliğiyle yüzleştiğinde, gördüğü insan yüzlerinden yarattığı öyküleri, var olan her şeyi bilinebilir kılmaya çalışmasının gereksizliğini artık anlamıştır. Bu kendi hayatında yarattığı bir iz değil sadece bir huzursuzluk, bir gerilimdir. Yazar, bir başka yazara gönderme mi yapmaktadır? Sait Faik’in Son Kuşlar (6) adlı kitabında yer alan “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünde söylediği gibi “Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi?” Eğer bir hırssa, Altınel’in dediği gibi her şey tozlu bir dolaba mı kilitlenmeli? ? (1) Ali Püsküllüoğlu,2002, Türkçe Sözlük, İstanbul, Doğan Yayıncılık. (2) Çetin Türkyılmaz,2009, , “ Başlangıca Dönmek: Heidegger ve Tarih Sorunu”, Felsefe Yazın15. (3) Heidegger’in felsefesini oluşturan kilittaşı bir kavram olan Dasein (Varoluş, dünyadaolan) dır. (4) Türkyılmaz, A.g.e., makale (5) Serpil Sönmez, 2012, Osmanlı Klasik Çağında Sivas, Kitabevi, İstanbul. (6) Sait Faik, 1997, Bütün Eserleri Havuz Başı, Son Kuşlar, Bilgi Yayınevi, İstanbul ün teinsanllık ve zdır. klara (2). aman o tısına şisel ntısıyla “Danun lımı, asegerekir. un vare göste, onun n araü bu duğu Mavi Defter/ Şavkar Altınel/ Yapı Kredi Yayınları/ 116 s. ekânızda i İstanroluşcelik rünüardan ocukbularine züne, nlar dığıü hayadına afına n camıki yaNeresola indeki ama n kısıştı: n garip mü ekte m” (s. di le ? 1178 Şavkar Altınel’in de şair olduğunu hatırlayacak olursak, komodinin üzerindeki nesneler için kullandığı“ölüdoğa” kavramı, “eğer saatim komodinin üzerinde olursa artık hayatta değilim” diyen Paul Celan’ı (19201969) hatırlatır. Celan, hayata karşı kırılgan deneyimini Alman Nazi kampında kaldığı günlerde edinir. Devam eden yaşamında bir nesneyle, saatle, saatiyle bir bağlılık geliştirmiştir. Ve saatinin bileğinde olmadığı bir gün, kırk dokuz yaşında hayatın acı yükünü sözcüklerden alarak kendisini Seine nehrine bırakır. Altınel de zamanın göstergesi olan saati kolundayken hayattadır. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1178 13 EYLÜL 2012 ? SAYFA 15