Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K İlk kitabı Ortadan Yarısından (1997) yayımlandığında yirmilerini süren bir öykü filiziydi. Üç yıl geçmeden ikinci öykü kitabını yayımlamıştı: Sandık Lekesi (2000). İki yıl dolmuş dolmamış, üçüncüsü gelmişti: Doyma Noktası (2002). İki yıl sonra da dördüncüsü: Esir Sözler Kuyusu (2004). Yedi yıl içinde dört öykü kitabı; müthiş bir verimleme gücü… Ama dördüncüsünde, ilk öykü kitabına değgin, kendini sıygaya çekiyor havasındaydı yazar. Öykücülüğü, bu bağlamdaki yaklaşımları üzerine bir manifesto yöneltiyordu sanki kendine, öykü okuruna, sonuçta yazınsal alana. Ne ki yazarlığına değgin kalem oynatan pek çoklarında görüldüğünce çelişik duygular da sezilmiyor değildi satır aralarından. Derken “öykü yazarı” olarak bir büyük suskunluk dönemine girdi Kaygusuz. İlk yedi yılda peş peşe dört öykü kitabı yayımlayan yazar, aradan geçen sekiz yıl boyunca, öyküde adını unutturmaya çalıştı sanki görece. Yayımladığı iki romanla avunmaya mı girişti demeliyim yoksa? Roman yayımlamanın albenili, ortalığa dökülmüşlükle insanı görünür kılan yanı bulunduğu açık. Bunun da etkisi olmuş mudur bilemem, ancak Kaygusuz’un yayımladığı romanları “Kitaplar Adası”nda değerlendirirken, öyküleri üzerinde o güne dek duramayışıma üzüldüğümü vurgulamaktan kaçınmamıştım. Belki öyküde bunca suskunluğuna bakarak, biraz da dürtmek amacıyla Dünyanın Öyküsü’ndeki “Unutulmaz Öyküler”e almaya karar verdiğimde bir öyküsünü, Eray Ak demez mi: “Kaygusuz’un yeni öykü kitabı çıkıyor!” Hemen o gün Sema’nın yayıncısı Doğan’ı aradım, basım aşamasındaki kitaptan dosya halinde bir kopya gönderdi de yayınevi, bu son dönem öykülerini bir çırpıda okuyuverdim böylece yazarın: Karaduygun (2012). Kendi payıma öykücülüğün yüz metre koşusu olmadığını düşünürüm. Maraton da değil, engelli koşudur, hatta krostur öykücülük; önünde hep farklı hedefler olan. Bu yüzden dokundurulacaksa eğer sekiz yıl boyunca neden yayımlamadığı değil, yedi yıl boyunca neden arka arkaya dört öykü kitabı yayımladığı sorgulanabilir ancak bana göre Kaygusuz’un… SEMA KAYGUSUZ’UN İLK ÖYKÜ EVRESİ: 19972004 “Küçük insan”ın “kısa öykü”de taşıdığı önemi nice öykü ustası, birbirinden güzel örneklerle gösteregeldi bugüne dek. Kısa öyküyle küçük insan arasında doğrudan bir ilinti olduğuna yorduk belki biz bunu. Oysa herkes biliyordu ki ne öykü “kısa”dır, okunduğunda bitirilip atılır bir köşeye ne de insan “küçük”tür, önüne ardına bakılıp bir tarafa bırakılıverir… Günümüzde de iş, kısa öyküyle küçük insanı buluşturmakta yatıyor galiba. Sema Kaygusuz, bunu başaran öykücülerden biri işte. Kitaplarına yayılmış yetmişe varan öyküsü, onun bu ustalığını yansıtan birer kanıt halinde; hak edilmiş ışıltıyla parlarken her biri okunmayı bekliyor bizden… Ortadan Yarısından, Sandık Lekesi‘ne göre SAYFA 20 ? 3 MAYIS itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Öykücülüğümüzde bir semazen... Zaten gide gide anlatıcı yazar (adı Sema Kaygusuz olan yazarın kendisidir bu) Birhan’la özdeşleşmeye de koyuluyor. Nitekim Birhan’ın dışarıdan duyduğu gürültüleri anlatıcı yazara “emanet” edişi de (103) bunu gösteriyor. Böylelikle Sema Kaygusuz, aradan sekiz yıl geçtikten sonra karşımıza çıktığı bu yapıtıyla yeni bir öykülemenin verilerini de döşüyor kanımca. Gerçi öykücülüğümüzde, bu şekilde ara metin örneğiyle ilk kez karşılaşıyor değiliz, ama yazar, yeni bir hava kazandırabilmişse anlatısına bunu önemsemek gerekmez mi? Kendi payıma bunları giriş değil yalnız, anlatı olarak öykülerden hem ayrılan hem onlara ulanan havasıyla en az öyküler denli benimsediğimi söyleyeyim. Kaygusuz’un daha önceleri de Borges’e göz kırptığı oluyordu bir çalım kimi öykülerinde, ama bu kez iyiden iyiye bunu benimsemiş bir hava yayıyor. “Köpek Çağı”, “Adak”, “İki Değişik Lokma” bu yönde örneklenebilir. YAZARLIĞIN SEMAİ GİZİ: ÇOK YÖNLÜ BAKIŞIM Varlık’ta okumuş, not almıştım, şöyle diyordu Kaygusuz: “Bir yazara ‘ne’ öykü yazdırır? Onun içine dokunan, algılarını harekete geçiren nedir de yazar onunla uğraşır? Kastettiğim şey kendini yazmak değil, duygularını yazmak. Bugüne kadar özyaşamsal bir tek olayı öyküleştirmedim. Bundan hem kaçınır, hem de rahatsız olurum. Ancak öykü yazarken, duygularımı saklamam. Çünkü ruhuma baktırmak için yazıyorum.” Yazarın, “ruhuna baktırma”sı üzerinde duralım biraz. En eski konulara bile yeni kılıflar biçen, bunları yeniden giyindirip donatan bir yazar Kaygusuz. Onun bu yönde, anlatımına, sözdizimine, sözcüklere, ses uyumuna nasıl egemen olduğu görülebiliyor öteden beri. Dilde yansıttığı özenle dikkati çekmişti zaten en başta da o. Ayrıca Kaygusuz’un, öteki kimi genç yazarlara oranla çok geniş bir sözcük dağarına sahip olduğu ortada. Farklı sözcüklerden kalkarak öbeklemelerle değişik imgelere gittiği de gözleniyor yazarın. Sözcükleri tümceye yerleştirirken özenli bir kuyum işçiliği sergiliyor yazar. Bunu yaparken ses değerlerine dikkat ettiği, dizilişleri buna göre sıraladığı, bunların yalnız kendi içlerindeki uyumda değil, birbirleriyle ilmeklenişlerinde de seçkinci davrandığı seziliyor Kaygusuz’un. Siz, bu öyküleri Türkçe bilmeyen birine de okusanız, ezgisel tat alacaktır seslerin birbirine ulanışından, kuşkum yok bundan. Sonra Kaygusuz’da burkulma, yerini birden bir sıcak alaysamaya, alaysama boncuk ışıltılı gülmeceye dönüşebiliyor birden, gülümseme de diyebilirsiniz buna. Öte yandan öykülerin, kendi iç dinamikleri yönünde ayrı ayrı işlenmelerinden çok daha fazla önem taşıyor onun bunlara yerleştirdiği gizli dil. Bütün öykülerde, her okurun kendince geliştireceği bir “giz”inin bulunması, okurun, öykülerin her birinde saklı “sandık lekesi”ni bulgulaması, tüm bunların art alanına sızılması hiç değilse bir an yüz yüze gelinmesi bununla… Sandık Lekesi böyle de özetlenebilir sanıyorum, Karaduygun ise bu bağlamda bir doruk. Sema Kaygusuz, insanı yeni ufuklara uçuran öykülerin yazarı. Hemen bütün öykülerinde dil içine yerleştirdiği geçenekler, birbirine akan, birbirinden kopan farklı dolantılar bunu gösteriyor. Öykülere ağdalanmış bir güzellik katıyor elbette bu. Işıltılar yansıtan deyişlerle… Genç bir öykücüyken onu tanımayanlar, Kaygusuz olgun bir öykücü olarak yeniden önlerine geldiğine göre bu kez onu tam olarak tanıyabilirler… Öyleyse öykünün bu semazeniyle birlikte bir büyüyle buluşup dönmeye hazırlasınlar kendilerini… ? enç bir öykücü olarak Sema Kaygusuz’u başımızın üzerine koymuştuk on beş yıl önce… O sıra genç öykü yazarlarından biriydi Sema. Ama on beşinci yılını karşıladığı şu sıra yazınımızın erişkin, olgun kalemleri arasında artık. daha “arkayik” görünüyor. Neden? Dilinden ya da biçeminden mi? Hayır. Kaygusuz, bu ilk öyküler demetinde bana kalırsa yazarlık heyecanını da yanında taşıyor, buysa öykülemede denetimini güçleştiriyor onun. Zaman zaman gereksiz ayrıntılarla öyküyü tıknefes ettiği, kimi zaman da öykülemesinin rüzgârında, kendi sesini beğenenlerde görüldüğünce, “artık yeter!” dedirttiği yerler görülmüyor değil… Örnekse “Dilenci”de Berfu’nun çocukluğuna sızarken, böyle bir yazar tutumu sergiliyor. Ama bu savrukluk ya da şişkinlik, Kaygusuz’un “Televizyon Çocuklarım”, “Sarhoş”, “Bir Dolmuş Şoförünü Sevmiştim”, “Nehir’in Gelmediği Yer”, “Hediyeler” gibi çok çarpıcı öyküler çıkarmasını engellemiyor yine de! Gerçekten Ortadan Yarısından biraz kekre bir tat bırakmıştı belki, ama olgunlaştığında nasıl da ballanacağının imlerini vermekten geri durmamıştı bir an olsun. Henüz perdah çekilmemiş izlenimi veren ürünlerdi belki bu nedenle, ama ustalaştığı ikinci öykü kitabında hiç mi tökezlemiyordu peki? Aradaki üç yıl, büyük atak yapmasına yol açmıştı Kaygusuz’un, daha ilk öyküler demetinde bu yolun nasıl da erden emekçisi olduğunu ortaya koymuştu zaten o. Şunu da ekleyeyim: ilk öyküler demetinde tencereye uyumlu kapak havasında “muhkem” bir öykü yazarı bağlamında koymuştu kendini ortaya. Demem o ki, dördüncü öykü kitabında ilk öykü kitabı üzerine onca söz edebilirdi elbette, ama kıyıcı davranamazdı kendisine, buna hakkı yoktu, çünkü ilk kitap, artık kendisinin dışında soluk alıp veren bir varlıktı. Öyle ya, kimileyin kitaplar, yazarlarına karşı da savunulabilir, çünkü yazarınki denli okurun hakkı da söz konusudur alanda. Öte yandan Kaygusuz, ilk öykü kitabında daha, kendisini anlatamayan kadınlar için bir “umar” olarak görünmüştü öykülerinde sürekli. O, kadınların acılarını, diyelim erkekleri kanatarak değil, ama bu arada onların sapkınlıkları ya da saçmalıklarına göndermede bulunarak, örneğin “yerlere kadar uzanan cinsel organlarıyla” aktarmıştı bize… (59) Andığım kitaplarında Kaygusuz, bir öykü yazarının, öyküsünü soğukkanlılıkla nasıl ilmek ilmek örüp geliştirdiğini, nerelere ne kancalar atıp yazınsal olanın ta canevinde tutunmaya çalıştığını gösterdi bize. SEMA KAYGUSUZ’UN SON ÖYKÜLERİ: “KARADUYGUN” Her öyküsünde, etkin bir okuma edimine çağırıyor okurunu Sema Kaygusuz. Bunu daha öncekiler kadar Karaduygun’daki öyküler için de söylemek olası. Öykülerinde alımlayıcıya bıraktığı bu tutumundan izlerle karşılaşmak olanaklı onun. Başka türlü satır aralarının ya da boşlukların alımlayıcı tarafından doldurulması nasıl beklenir bir öyküde? Sözgelimi “Aşkâr” (Sandık Lekesi), “Doyma Noktası” (Doyma Noktası), “Esir Sözler Kuyusu” (Esir Sözler Kuyusu) “Adak” (Karaduygun) vb. öyküler bu yönde örneklenebilir. Ama bunlar arasında anlatımcı yoğunluğuyla denemeye çalan “Yaprak ve Tüy Zamanları” (Doyma Noktası), iletişim diline dayalı gazete röportajı havasındaki “Çağrılan Musa” (Karaduygun) vb. öyküler de yok değil. Ne ki bunlar Sema Kaygusuz’a özgü öykü düzeyi yansıtıyor yine de. Gelin şimdi yazarın Karaduygun’la öykücülüğü açısından getirdiklerine bir göz atalım kuşbakışı da olsa… Önce meraklısı için bir not; “karaduygun”, yazarın, “Anadolu’da birçok kez kulağı(n)a çalınan… melankoliğe denk düştüğünü yıllar sonra kavradı”ğı bir sözcük. (71) Bu son öyküler toplamında yazar bizi yedi öyküsüyle buluşturuyor; ancak her öyküye birbirini izleyen girişler de ekliyor. Böylelikle öyküler, yalnız bağlamlı olmakla kalmıyor, yanı sıra yazarın, şair Birhan’la kurduğu anlatı kadar, bunlara farklı damardan ulanan, ama kendisi de başlı başına bütünlük, ötesinde doruk sergileyen bir metne dönüşüyor. Örneğin, “Karaduygun’u yazarken Birhan’la ilgili bölümleri Roma rakamlarıyla ayırdığımı yeni fark ettim” diyor yazar. (55) Böylelikle öyküleri verimleyiş serüvenine okuru da alımlayıcı olarak ortak ettiğini dillendiriyor bir bakıma. G 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1159