Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Carlos Fuentes altmış yıla yayılan yazarlık uğraşında altmıştan fazla yapıt vermişti FUENTES’TEN SÖZÜN ÖZÜ Meksika’nın kültür simyacısı uente”, İspanyolcada “pınar, çeşme, kaynak” gibi anlamlar taşır. Seksen üç yaşında yitirdiğimiz Carlos Fuentes de soyadının çağrıştırdığı cömertlikte bir yazardı. Altmış yıla yayılan yazarlık uğraşında, romancı, öykücü, denemeci, oyun yazarı ve eleştirmen Fuentes’in gür pınarı altmıştan fazla yapıtla sulamıştı edebiyatın engin topraklarını. Üstelik Terra Nostra ya da Bizim Toprak’ın, Aura’nın, Yanık Sular’ın, Laura Diaz’lı Yıllar’ın, Deri Değiştirmek’in, Körlerin Şarkısı’nın, Doğmamış Kristof gibi başyapıtlar vermişti Fuentes. Orta ve Güney Amerika’da diktatörlerin at oynattığı bir dönemde, Asturias’ların, Rulfo’ların ardından, yakın dostları Gabriel Garcia Marquez ve Mario Vargas Llosa’yla birlikte, Latin Amerika edebiyatındaki “patlama”yı (el boom) yaratan, dünyanın dört bir yöresindeki okurların ilgisini Latin Amerika kültürüne odaklandıran yazarlardan biriydi. 1928’de Meksikalı bir anneyle babanın çocuğu olarak Panama’da doğan Fuentes, babasının diplomat olması dolayısıyla çocukluğunu Güney Amerika başkentlerinde geçirmiş, dört yaşında ABD’nin başkenti Washington’da okula gitmişti. Yıllar sonra kendisi de Meksika’nın Paris büyükelçiliği görevini üstlenecek ama 1977’de eski devlet başkanı Gustavo Diaz Ordaz’ın Madrid Büyükelçiliği’ne atanması üzerine istifa edecekti: Mexico kentindeki bir gösteri sırasında yüzlerce öğrencinin öldürülmesi buyruğunu veren biriyle aynı mesleği paylaşmak istememişti. Daha sonraki yaşamını Mexico kentiyle Londra arasında bölüştürecekti. Uzun yıllar yurdundan uzaklarda yaşamasına karşın Meksika, insanıyla, tarihiyle, kültürüyle yapıtlarının odağını oluşturdu Fuentes’in. Ama hep eleştirel, sorgulayan, gerçeklerle yüzleşmekten çekinmeyen bir yaklaşım ve derinliğine düşünsel bir bakış açısıyla. Daha ilk romanı Havanın Temiz Olduğu Yer’de (1958), ulusal kimlik sorununa ruhbilimsel ve felsefi yaklaşıyor, hava kirliliğiyle toplumsal kirlilik arasında bağlantılar kurarken yeni ve zengin bir seçkinler sınıfı yaratmasına karşılık yoksul kitleler için hiçbir şey yapmayan Meksika Devrimi’ne eleştirel bir büyüteç tutuyordu. Fuentes, kendisini uluslararası üne kavuşturan Artemio Cruz’un Ölümü (1962) adlı ikinci romanında da Meksika Devrimi’ne ve izleyen kuşaklar üstündeki etkilerine odaklanacaktı. Birçok eleştirmence başyapıtı sayılan bu romanın başkahramanının son saatlerinde geçmişiyle yüzleşmesi üzerinden devrimi sorgularken biçimsel açıdan da gözüpek yenilikler getiriyordu Fuentes. 1967’de yayımlanan Deri Değiştirmek’te eski söylenceleri yeniden yorumlayarak kolektif Meksika bilincinin varoluşsal bir tanımına yönelecek; 350 bin sözcükten oluşan Terra Nostra’da (1975) ise, İspanyol ve Latin Amerika kültürünün alt katmanları araştırarak kendi kültür mirasını kavramaya çalışacak, 2000 yılı aşan bir tarih diliminin İspanyolAmerikan panoramasını sunacaktı okurlara. Pek çok Meksikalı gibi Fuentes’in de ABD’yle karmaşık bir ilişkisi oldu. Bir zamanlar hem Komünist, hem de Castro hayranı olduğu gerekçesiyle ABD’ye girmesi yasaklanan Fuentes, 1970’lerden sonra ABD’nin saygın üniversitelerinde ders verecek, bu ülkeye bakışını şu sözlerle dile getirecekti: “ABD’nin en iyi yaptığı şey kendini anlamak. En kötü yaptığı şey ise başkalarını anlamak.” 1985’te yayımlanan Koca Gringo ise Fuentes’in ABD’de iyiden iyiye tanınmasını sağlayan roman olacaktı. Romanın kahramanı, gerçek yaşamda da Meksika Devrimi’ne katılan ve gizemli bir biçimde ortadan kaybolan Amerikalı gazeteci ve yazar Ambrose Bierce idi. Koca Gringo, Luis Puenzo tarafından beyazperdeye aktarılacak, filmin başrollerini Gregory Peck ile Jane Fonda paylaşacaklardı. Fuentes, yapıtlarında ülkesini yüreklilikle sorLuis Puenzo’nun beyazperdeye aktardığı Koca Gringo filminin afişi. gulamakla kalmayacak, SAYFA İ “F bir yandan Bush’a Karşı adlı kitabında ABD Başkanı George W. Bush’u kıyasıya eleştirirken, bir yandan da Latin Amerika solunda ender rastlanan bir tutumla Fidel Castro Küba’sının özellikle aydınlar ve düşünce özgürlüğü üstündeki baskılarına karşı çıkmaktan kaçınmayacaktı.? şe yaşamak için yazmakla başlarsınız. Sonunda kendinizi ölmemek için yazarken bulursunuz. İnsan, Şehrazat gibi ölmemek için bir öykü yazmak ister. İnsanlığın en eski dürtülerinden biridir bu. Ölümden kaçınmaya çalışmanın bir yolu. Yazmak, suskunluğa karşı bir savaşımdır. Yazar ile okuyucu arasındaki sözleşme bir oyundur. Ve bu oyun … Batı uygarlığının en büyük buluşlarından biridir: öykü anlatma, karakterler icat etme ve bireyin düşsel cennetini yaratma oyunu; bu düşsel cennetten kimse kovulamaz, çünkü bir romanda hiç kimse gerçeğe sahip değildir ve herkesin sesini duyurma ve anlaşılma hakkı vardır. Hiçbir iyi kitabın gerçek yaşanmışlığa dayandığını sanmıyorum. Kötü kitaplar, yazarın onları yazmadan önce bildiği şeyleri anlatır. Geleneği olmayan hiçbir yaratı yoktur; ‘yeni’, daha önceki bir biçim üzerinde bir değişikliktir; yenilik, her zaman geçmiş üzerine bir çeşitlemedir. Edebiyat, tarihin unuttuğunu gerçek kılar. ? MÜREKKEBİ KURUMADAN Dünyayı ve kendini keşfet! 005’te Berlin’de düzenlenen Uluslararası Edebiyat Şenliği’nin açılış konuşmasını Carlos Fuentes yapmıştı. 2006’da çevirdiğim “Romana Övgü” başlıklı bu konuşma Sözcükler dergisinin 2. sayısında yayımlanmıştı. Romanları ve öyküleri kadar edebiyat üstüne derin düşüncelerle yüklü denemeleriyle de tanıdığımız Fuentes’in bu konuşmasından birkaç bölümü anımsamakta yarar var: “Roman, Cervantes’in döneminden günümüze, hem yazarlığı, hem de okurluğu çoğaltarak, demokratik bir araç olmuştur; benliğin, dünyanın, kendimle ötekiler arasındaki, senle ben arasındaki, bizle onlar arasındaki ilişkinin değişkenlik gösteren yorumlarının seçim alanı olmuştur. Din, dogmacıdır. Siyaset, ideolojiktir. Akıl, mantıklı olmak zorundadır. Oysa edebiyatın belirsiz olma ayrıcalığı vardır. Bir romandaki belirsizlik, kuşkululuk, belki de, yazarın (dolayısıyla yetkenin) belirsiz ve birçok açıklamaya yatkın olmasının dünyaya pek uygun düştüğünü anlatmanın bir yoludur. Gerçeklik durağan değil, değişkendir. Gerçekliğe ancak onu olmuş bitmiş bir şey olarak tanımlamaya kalkışmazsak yaklaşabiliriz. Bir romanda ortaya konulan gerçeklerin bütünsel olmaması, dogmacı dayatmaların karşısına dikilen bir barikattır. (…) Kafka’nın kurmacaları, kendi kurmacası 2 nı güçlü kılan bir gücü betimler. İktidar, Şato’daki otoriteler gibi gücünü şatonun dışındakilerin düşgücünden alan bir görünüştür. Bu düşgücü güce güç katmayı bırakır bırakmaz kral çıplak kalır ve kralın terzileri ona yeni giysiler dikerken, bunu açığa vuran o güçsüz yazar sürgüne, toplama kampına ya da darağacına gönderilir. Diyeceğim, edebiyatta siyasal güç olsa olsa ayrıksı bir biçimde olabilir. ‘Olağan’ dediğimiz koşullarda, yazarın siyasal önemi yok denecek kadar azdır. Yazar, hiç kuşkusuz, bir yurttaş olarak siyasetle ilgilidir. Ama yazar, sessizce, arka planda ve dolaysızca da olsa, kente kişisel olanla ortaklaşa olanı birleştiren onsuz edilemez iki değeri sunmanın büyük siyasal önemine sahiptir. Demek, Rabelais ve Cervantes’ten Grass, Goytisolo ve Gordimer’a kurmaca, gerçeği sorgulamanın bir başka yoludur; bir yalanın paradoksu aracılığıyla gerçeğe erişmeye çabaladığımız bir başka yoldur. Bu yalana düşgücü adını verebiliriz. Bir koşut gerçeklik olarak da görülebilir bu yalan. Alışılagelmiş, beylik dünyada gerçeğin yerini tutan şeyin eleştirel bir aynası olarak da görülebilir. Bu yalan, Don Quijote, Heathcliff ve Emma Bovary’nin, gündelik yaşamın hızı içinde tanışıp unuttuğumuz yurttaşlardan hiç de daha önemsiz olmadığı gibi çok daha büyük bir gerçekliğe sahip oldukları ikinci bir varoluş evreni kurar. Aslında, Don Quijote ve Emma Bovary, gündelik yaşamda tanıdıklarımızın erdemleri ve kötülüklerini ele gelmez, kaçkın kişiliklerini aydınlığa çıkarırlar, ete kemiğe büründürürler. (…) Romancı bize der ki: Kendi içine gir ve dünyayı keşfet. Ama şöyle de der: Dünyaya açıl ve kendini keşfet...” ? 6 ? 24 MAYIS 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1162