24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Şiirler/ ASOY Ş A KUŞKU Varsın desinler ki bir düştür şiir, Zehirlenmiş ruhun çılgın hülyası, Yalanla günahtır onun dünyası Ki güzellik orda sanrı gibidir; Varsın gezginci de tümden reddetsin Denizlerin eşsiz sirenlerini, Eşsiz kır ve nehir perilerini – Altın saçlı düş kızları herkesin. Varsın hırçın Zeus korkunç eliyle Öldürücü yıldırımlar saçmasın Helios, tutsağı gizli bir aşkın, Gece Fetida’ya koşmasın yine. Hiçbiri olmasın! Ne ki yapraklar Hışırdarken akşamüstü gizemli, Kaynağın akışı, denizin yeli, Güneşi kuşatan kor kızıllıklar Ve sonra ayın nazlı nazlı doğuşu Denizin yüzünü gümüşleyerek Bir tuhaf oluyor zevkten, doğrusu, Doğanın sesini dinlerken yürek. Ve sen de dikkatle dalıp onlara Yaşamanın güzelliği diyorsun Üstelik bu tatlı yanılmalara İnanıyor hem de inanmıyorsun! iir Atlası CEVAT ÇAPAN Apollon MAYKOV/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin ATASOY dır’ ‘Seveceksen düşünmeden sev beni’ pollon Nikolayeviç Maykov, 23 Mayıs 1821 tarihinde Moskova’da soylu bir ailede doğdu. 18371841 yılları arasında Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. 1852’den yaşamının sonuna kadar Uluslararası Sansür Komitesi Başkanlığı’nı yaptı. Şiirleri önce elyazması olarak hazırlanan derlemelerde yer aldı. Kardelen (18351838) ve Dolunay Geceleri (1839) Maykovlar ailesince çıkarıldı. İlk yayımlanan şiiri Kartal’dır (Okurlar Kütüphanesi, 1835, c. 9). İlk kitabı Şiirler 1942’de çıktı. Maykov 8 Mart 1897’de Petersburg’da öldü. Canlandırmayı kolay bir şey mi sandın sen? Bu yüzden, bak Alaylı bir gülümseyişle dinliyor seni peri kızları ve faunlar. OKTAV Sen, şiir ahenginin Tanrısal gizemini Yorumlama, bilgenin kitabına bakarak; Önce, gece kamışın inlediği yemini Kalbinle duy, uykulu sulara yaklaşarak. Meşelikleri dinle, o sesin büyüsünü Kavra, derinden hisset… Göreceksin o zaman Düşlerinin müzik olup zevkle döküldüğünü Kusursuz oktavlarla senin dudaklarından. FARTUNATA Seveceksen düşünmeden sev beni, Büyük laf etmeden, hüzünlenmeden, Açmadan geçmişin defterlerini – Ben seninim, sen kiminsin? demeden. Her şeyi unutup bırak kendini! Kanamasın bakışında son ümit. Soru sormadan aç gönül evimi, Teslim ol büsbütün, sonra da çek git! Ben severken ölçüyü reddederim, Kalbimdeki bu aşk, her şeye bedel. Severken gülerim, şarkı söylerim… Dünya, derim, ey sevgilim, ne güzel! İnan mutluluğa, bitmeyen aşka, İnan ki gururlu yaşayalım biz, Ayrılık araya girmesin asla Ve bitmesin hırslı öpüşlerimiz. ANAKREON a rimiz’ YANKI VE SUSKU Solgun benizli ağaçların kurumuş yapraklarını Savurmaktaydı yine güz. İnce saydam bir zar gibi Parlıyordu dereciğin üzerini örten buz… Çıplak ormanda dolaşıyordum öyle, üzgündüm Ve fundalıkta, çam ve meşe dallarının altında, İki peri kızı gördüm mışıl mışıl uyuyan. Rüzgâr dalgalandırıyordu gür ve uzun saçlarını, Yeşil giysilerini titretiyordu hafiften Ve şefkatle okşuyordu sıcak yanaklarını. Derken şamata ve havlamalar duyuldu birden, Ardından da boru sesleri avcıların. Fırladılar yerinden peri kızları: Birisi korkuyla Koştu çabucak, kaybolup gizlendi fundalığa Soluk soluğa… öteki şen kahkahalar patlattı Art arda, hem de katılasıya ve koştu var gücüyle Vadilerden, derelerden geçti, sıra sıra tepeler aştı Öyle deliler gibi ve sonra yavaş yavaş eriyip yitti Sonsuz uzaklıklarda… Ne ki onun güzel sesi Yankılandı durdu ormanda uzun zaman. *** Olimpos Tanrıçası esin perisi, birbirinin aynı her iki flütü Ormanlar Tanrısı Pan ile aydınlık Tanrısı Phoibos’a uzattı. Phoibos kendi flütüne dokunduğunda, cansız kamıştan İnanılmaz sesler döküldü. Akan sular hayranlık içinde durdu, Şırıltısıyla bu güzelim şarkıyı bozmak istemediler. Şiddetli Rüzgâr da, arasına girerek meşe yapraklarının, tatlı bir uykuya Daldı. Seslerin dokunduğu çalılar, çiçekler ve ağaçlar sessizce Gözyaşları döktüler. Nefesini keserek gıptayla dinledi orman ve Fundalıklardaki utangaç peri kızları, birbirine sıkı sıkı sarılıp. Şarkıcı sustu, kırbaçladı sonra dörtnal koşan ateş aygırlarını. Ve altın savaş arabası yitip gitti gün batımının kızıllığında. Zavallı orman Tanrısı, o güzelim sesleri her ne kadar anımsamak Ve flütüyle yeniden çınlatmak istediyse de, nafile. Gamlı ezgiler Döküldü flütünden ama toprak kokan, hayat kokan ezgiler… Ey, zavallı meczup, gökyüzünde gördüklerini yeryüzünde İ. A. Gonçarov’a Bağbozumu günlerinden birinde Bahçedeki Bacchus şölenlerinde Bulunmayı gayet münasip gördük Bir de Cupido’un sadık dostunu, Namı diğer yaşlı Anakreon’u Bizimle birlikte alıp götürdük. Yanımızda nice gençler de vardı Hepsi yakışıklı ve cesurlardı, Bülbül gibi şakıyordu dilleri Ama cam kadehler parladığında Baktık ki o zevkli içki anında Kart çapkın tavlamış tüm güzelleri. Darmadağın, mey kokuyor nefesi Ama gülle süslü dazlak tepesi – Neydi sırrı kalpleri fethedişin? Yanıtı da kızlar sezdirdi hemen: Meğer biz sevmeyi beceremezken, O, gençlikte ustasıymış bu işin. *** Seni öpeceğim ama Korkuyorum görür diye Parlak ayla şen yıldızlar Ve bir yıldız aceleyle Denize duyurur diye Sonra deniz – küreklere Onlar – balıkçı Yanko’ya, Yanko – dilber Mara’ya. Mara bir kez öğrendi mi, Mahalleye düştü demek Ayışığı altında Bahçeye girişimiz Ve seni okşayıp öpmem Elma gümüş çiçeğini Üzerimize elerken… *** Dün seninle o ayrılık anında, Bir dize döküldü dudaklarımdan Ne gözyaşı kaldı yanaklarında, Ne yüzünde hüzün, gün ışığından Bir el sanki cilaladı düzlüğü… Ne darılman, ne de kızman gerekir! Çünkü salt sanatın yaratma gücü Acıdan güzellik yaratabilir. Ruhun işkence gayallarından Sessiz isyanlarla çıkan bu dize, Bir inci gibiydi, kasten atılan Cehennemi anımsatan denize. ? 10 MAYIS 2012 ? SAYFA 23 1151 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1160
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear