28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

K erhangi tiyatro oyununu, alanın sınırları içinde kendi yasası, kavramları, kuralları, ilkeleri çerçevesinde değerlendirmek yerine tiyatro estetiğinden uzaklaşarak konuşup yazmayı, hele de tartışmayı yakıştıramam kendime… Böyle davrananlara ne demeli peki? Bu kişilerin tutumlarıyla hangi düzeyde bulunduklarını gösterdiklerini mi yalnızca? Bereket tiyatromuz tüm cahilliklere karşın oyun kitaplarından kuram, deneme, eleştiri vb. yayınlara, sahnelemedeki düzeyden deneysel açılımlara, genç topluluklara vb. dek geniş bir halkada, tüm birimleriyle alanın bütününde büyük direnç gösterirken yükselen bir grafik de çiziyor aynı zamanda. Tiyatromuzun yükselişindeki göstergelerden biri de alanda sürdürülen yayıncılığın çeşitlenerek, yaygınlaşarak arttığı, bunların gide gide daha görünürleştiği… Gerçekten de alanda yayımlanan dergi sayısının bile arttığı düşünülürse, bunu kavramak da kolaylaşacaktır herhalde. Dergi yayınında son iki örnek, kurumsal nitelik taşıyor üstelik. Daha önce Tiyatro Eleştirmenleri Birliğinin MitosBoyut katkısıyla yayımladığı Oyun dergisinin ardından OYÇED de (Oyun yazarları ve Çevirmenleri Derneği), Kreatif destekli Dramatik adlı “üç aylık tiyatro seçkisi”yle okura “Merhaba” dedi. İlk sayı anlamlı bir dosya olarak Özdemir Nutku’yu kucaklıyor onlarca sayfasıyla. Tiyatroda dergi yayıncılığının en eski örneği yine bir kurum tarafından, İBB Şehir Tiyatroları’nca sürdürülüyor 1930’dan bu yana. Kimileyin ardışık akışlı kimi zaman sürem dışı aralıklarla, ama yaklaşık seksen yıldır varlığını koruyan, neredeyse beş yüz sayıya ulaşan dergi, Türk Tiyatrosu adını taşıyor. Bütün bunlar bize tiyatro sanatının sahne üzerindeki eylemliliğinin ancak kuramla desteklenerek sürdürebileceği zorunluluğunu duyuruyor kuşkusuz. Ama sanılmasın ki dergiler kurumsal destekle sürüyor yalnız; hayır. İşte çeyrek yüzyıldır İstanbul’da Mustafa Demirkanlı’nın yönetmenliğinde yayınını süren Tiyatro Tiyatro, yıllardır Murat Demirbaş’ın yönetmenliğinde yayınını Ankara’da sürdüren Sahne. Bu ikisini izleyen ötekiler… YÜKSELEN TİYATROMUZDA YÜKSELEN YAYINCILIK... Berkun Oya’nın kaleme alıp yönettiği Krek Tiyatro yapımı Güzel Şeyler Bizim Tarafta adlı oyunu yenice izleyebildim. Krek Tiyatro’dan izlediğim ikinci oyun bu. İlkini 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlemiştim. Yine Berkun Oya’nın kaleme alıp yönettiği Hoop Gitti Kafa. Oyunlara dönük ayrıntılı değerlendirmelerimi, Tiyatro Tiyatro’da kaleme aldığım için burada oyunlara girmiyorum. Krek Tiyatro, “Krek Yayın” adı altında Berkun Oya’nın bir oyununu yayımlamış bu arada: Bayrak (2009), ona değineceğim iki satırla. Tiyatromuzun, dünya tiyatrosu ile aynı gökkuşağı altında dip dibe, kol kola birbirine ayna tutması itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Tiyatro emektir! H nı sağlayan İKSV imzalı Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin başta gelen öncülerinden, dünya tiyatrosunu avcunda gezindiren Dikmen Gürün, Oya’nın yazarlığı üzerine şu değerlendirmeyi yapıyor kitabın arka kapağında: “Oyun yazarlığının sadece Türkiye’de değil, dünyada kısır bir döngü içinde olduğu şu yıllarda Berkun Oya, gerek metinlerindeki evrensel renkler, gerekse dilindeki zengin açılımlar nedeniyle dikkatle izlenmesi gereken yeni kuşak yazarlarından biridir.” Dikmen Gürün’ün saptamasına yürekten katılıyorum. Gerçekten yazar, artalanı sıkıştırılmış yoğun anlam/durum söylemiyle dikkati çekiyor metinde. Önde görünen eylemle sözün ardında kuruyor çünkü anlamı. Bu nedenle usta bir yazarla karşı karşıyayız. Ama bu arada yazardan kaynaklandığı anlaşılan pek çok yazım yanlışı, bu iyi yazarın kitaplarında mutlaka editörle çalışması gerektiğini gösteriyor. Yazımdaki yanlışın sahnedeki vurgu yanlışı gibi görüneceği unutulmamalı… Ayrıca iyi oyun yazarlığında tek olduğu da sanılmamalı Berkun Oya’nın. Bu doğrultuda kadın, erkek büyük bir genç yazar çoğunluğu yalnız oyun yazarlığımıza soluk getirmiyor, tiyatromuzu da yeni baştan biçimlendirip yeni dönüştürümlere kapı aralıyor. Böyle bir dizi yazar sayarım şuracıkta. Kaldı ki bunlara, oyunlarına aralıklarla değiniyorum zaten “Kitaplar Adası”nda. Krek gibi yayınla içlidışlı topluluklardan biri de Savaş ÖzduralKerem Komanbay ikilisinin kuruculuğunda perde açan Ak’la Kara. Bu mevsim sergiledikleri oyunlardan biri de Agatha Christie’den Ayşe Sarıalp Cebesoy’un çevirip Burak KaramanElif Erdal ikilisinin yönettiği Fare Kapanı. Ne ki tiyatrocu yazar Komanbay, romanla sesleniyor bize: Herkes Aynı Rüyayı Görür (Saklı, 2011). Kerem Komanbay, belli ki sahne deneyiminden besleyip geliştirdiği kıvraklığa dayalı, geçmelerle, hızlı aktarımla dizilediği olay örgülü romanında, okuru çabucak etki altına alıyor. Ancak genelde bu tür hızlı tartımlı oyunların akışında gözlendiği üzere çizgi bandı havasından da pek kurtaramıyor kendisini. Bunca hızın sonunda kişiler karaktere dönüşemeden tipler halinde sönerken roman alımlamaya değil, tüketmeye yönelik düzeye geriliyor yazık ki… Her iki topluluk ötekilerle birlikte, tiyatromuzun çok hızlı denebilecek süreçte tiyatro yapıcı bir yazarlık anlayışına doğru kaydığının birer ipucu anlamında önem taşıyor. Daha önce Ferhan Şensoy, Nesrin Kazankaya, Zafer Diper, Ali Erdoğan gibi örnekler üzerinde durmuştum “Kitaplar Adası”nda. Berkun Oya, Kerem Komanbay dışında daha pek çok örnek var. Sözgelimi Şahika Tekand, Nihal G.Koldaş, Yeşim Eyüboğlu, Yeşim Özsoy Gülan, Gülşah Özdemir vb. bunlar arasında anılabilir. Dikkat edilirse kadınlar, bu alanda da öncü rol üstleniyor. Ancak yayın yapan topluluk yine de az… TİYATRODA YAŞAM BOYU SÜREN BİN BİR EMEK... Tiyatro sanatının salt sahnede algılanan düzenlemelerle, olup bitenlere dayanılarak kurulmadığı, buna sahnenin üzerindekiler kadar, arka alandan tutun afişten broşüre, fotoğrafa uzanan katkılara, kente, dünyanın her yerine yayılan birikim beslenmelerine, geniş emek ağına yaslandığını görmemek elde mi? Bu nedenle seyirci sahnede yalnız ülkesinin değil, tüm dünyanın tiyatro müzesiyle de yüz yüze geliyor aynı zamanda. Bakan gözler ayırdında bunun. Görmeyenlerse sahne gerçekliğinin ön yüzünde kalıyor birer alık olarak. Bu gerçekliği algılayıp anlamlandırmaktan uzak… Zaman zaman bu alıklı29 ğa entelektüel çevrelerin de eşlik ettiği görülmüyor değil. Sahne tasarımı sanatında doruk oluşturan Osman Şengezer, büyük emekle, değerbilirlikle, ahde vefa duygusuyla verimlediği Cumhuriyet Dönemi Türk Gösteri Sanatları Öncü Sahne Tasarımları (artshop, 2010) başlıklı albüm kitabının girişinde bunu bir kez daha vurguluyor: “Türk sahne tasarımcılarından geriye ne kaldı?… Ne bir belgelik, ne bir araştırma, ne bir inceleme, ne bir albüm… Su üzerine yazı ya da su üzerine çizim tam onları anlatıyor. Kalan birkaç fotoğraf, onlar da çoğunlukla siyahbeyaz. Neler yaptılar, neler çizdiler, tabloları nasıl değiştirdiler. Hangi marangozhanelerde, boyahanelerde, demircilerde gerçekleştirdiler. Yoksa buz gibi bir merdiven aralığı mı? Güneşli havalarda sokaklarda mı boya yaptılar. Nasıl malzemeler keşfettiler. Nasıl inanılması zor durumlarda işlerini yürütmeyi becerdiler. Nasıl yoktan var ettiler. Kimse anlatmıyor, yazmıyor.” (6) Şengezer’i okurken insanın yüreği ince ince çiziliyor acıdan… Şengezer, bizi alanın yetkesi dokuz anıt insanla buluşturuyor: Turgut Zaim, Tarık Levendoğlu, Ulrich Damrau, Refik Eren, Hüseyin Mumcu, Turgut Atalay, Max Meinecke, Acar Başkut, Doğan Aksel. Haldun Dormen’in deyişiyle “onuncu dev adam” ise Osman Şengezer… Albüm kitap da zaten, “19602010/ Osman Şengezer’in 50. Sanat Yılında, Türk Öncü Sahne Tasarımcılarına bir saygı duruşu” olarak sunulmuş. Böylesi acılar, buna yakın duygulanımlar, mesleğin, sanatın hem kendi içinden kaynaklanan hem de dış dinamiklerin etkisiyle yaşanan sorunlar, açmazlar söyleşiler yoluyla da açığa çıkabiliyor tiyatroda. Refik Erduran’ın yürütümünde Kenan Işık, Yıldız Kenter, Ali Poyrazoğlu üçlüsünün katılımıyla gerçekleştirilen Tiyatro Açılımı (İstanbul Kültür Üniversitesi, 2011) adlı kitaptaki söyleşi okurun tiyatral konuları yeniden üretip alımlamasına olanak tanıyor. Sözgelimi Kenter’lerin, tiyatro salonu yapma aşamasında yaşadıkları koltuk satma serüveni unutulabilir mi? (16 vd.) Tiyatro sanatının eylemcileriyle kuramcılarının bu sanata döktükleri emeğin sonu gelir mi? İşte Genco Erkal, Bertolt Brecht’in şiir, öykü ve şarkılarından uyarlayıp yönettiği, Yiğit Özatalay’ın piyanosu eşliğinde Tülay Günal’la birlikte sunduğu Ben Bertolt Brecht oyunuyla yeniden yapılandırıyor tiyatro sevginizi. Bu büyük ustaya sunulmuş bir eleştirmen armağanı sonra: Tiyatroda Ayna Var (artshop, 2011). Üstün Akmen, yazarlığının ellinci yılında Genco Erkal’a sunduğu, oyun eleştirilerinden oluşan yapıtıyla tiyatro yayıncılığındaki bu emeğin öncülerinden biri olduğunu gösteriyor. Akmen, tiyatromuzun Evliya Çelebi’si… Yetişmediği, izleyip düşünce üretmediği topluluk, oyun yok neredeyse. Üstelik yalnız İstanbul’da değil, Türkiye’nin her yerinde geziniyor. Tiyatro yazılarında, o da Evliya Çelebi gibi yaptığının tadını çıkarıp akide şekeri dağıtırcasına tutum sergiliyor. Bu nedenle Tiyatroda Ayna Var, tadı çıkarılacak bir yıllık havası yayıyor… Geldik de geçiyoruz 27 Mart’ı… Ne yapsak, ne yapsak? Önde gelen oyun yazarlarımızdan Behiç Ak’ın kaleme alıp resimlediği Akvaryumdaki Tiyatro (Günışığı, 2011) ile mi yetinsek? Torosların eteğindeki Balıklı köyüne yerleşip suların durma yükseldiği bu yerleşimde cam duvarlar arasına alınan akvaryum aracılığıyla Balıklı Gölde yapacağımız tiyatroyla mı avunsak? Hey Tanrım, ne günlere kaldık… Tiyatromuzun böylesine havalanmaya çabaladığı, yükselişe geçtiği bir evrede sevinçlerin yanında acılarla örülü bir Dünya Tiyatro Gününü yaşamak, doğrusu ya kekre bir tat bırakıyor insanda… Ne diyelim peki? 2013’ün 27 Mart’ına mı bırakalım dileklerimizi? ? MART 2012 ? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1154
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear