24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

OKURLARA Müslüman bir genç İsmail âşık olursa neler olur? Bu sorunun yanıtını bir roman boyunca almaya hazırlanırken şunu bilin ki romantik, acıklı, acımaklı, klişelerle bezeli bir öykü değil okuyacağınız. Zaman zaman ırk dayanışmasının vardığı uçlara da yaklaşan romanda, zincirleme savaşların patlak verdiği ya da vermek üzere olduğu, savaşın ve hoşgörüsüzlüğün girdabına kapılmış insanlığın hızla yıkımlara sürüklendiği İkinci Dünya Savaşı yıllarında, karartma Türkiyesi’nin refleksleri her ikisine de ayrı sirayet etmiş iki âşık, iki zihin, iki dünya Frida ile İsmail. Liz Behmoaras’ın yeni romanı “Sevmenin Zamanı”, bağnazlık ve ırkçılığın yol açtığı yıkımlar ve her şeye rağmen mutluluğu inşa etme gayretlerine dair sarsıcı bir roman. Behmoaras’la Sevmenin Zamanı üzerine söyleştik. Sürek avı... Avlanan avlanana... Siyaseten, manen, ruhen ve bedenen… Kaçma zorunluluğu hisseden bir kadın... Çaresiz kaçacak... Sistem onu da er geç avlayacak, bir şey yapsın yapmasın. Evlatlarına yapacağı işkencelerin ihtisasını şevkle öğrenen yurdundaki milyonlar gibi, onun da hissettiği bu... Derin bir kuyu gibi yurdu, sürekli enerji yutuyor! Tek korkan kendi değil ki... Korkmak ayıp değil ki... Amerika onu bekliyor... Doktora bursu da hazır... Eee ne bekliyor Esra? Nilüfer Kuyaş imzalı “Ada’daki Ev”, sokağının adı Âşıklar Yolu olan manzarasız, metruk, kör bahçeli ama ey özgürlük diyeceği, öyle hissedeceği Büyükada’da kiraladığı evde vereceği o kısa “ara”nın öyküsü ve yaşama, demokrasiye, yüreğe çekili bir rölanti halinin öyküsü... Bol bol düşünmenin, kendine yüklenmenin, veda etmenin başkahramanının deyimiyle “şu güzelim cehennem ülkemize”... Öte yandan bir böcek başa tebelleş ki sormayın gitsin… Böcekleşmekten korkmak onunki… E haklı da; erkin elinde terlik, peşimizde, ha tepeledi, ha tepeleyecek! Tek O mu böyle hisseden? Kimsenin kendini ne tam ait ne tam sürgün hissettiği bir ülkenin topraklarından seslenen bir roman da “Ada’daki Ev”. Kuyaş’la romanını konuştuk. Bol kitaplı günler... Musevi bir genç kız Frida’yla P ervasız Pertavsız ENİS BATUR İlk ve son günah: Merak Kime, neye baksak böyle kurulabilir denklemi. Nüfus oranlaması yapılırsa: Çekirdekte 10100 kişi, taramalı alanda 1001000 kişi, bir sonraki halkada 1000100000 kişi, son halkada 100 bin – 100 milyon kişi ölçeği kullanılabilir. Yelpazenin uçları vardır. Kaynana zırıltısının ya da Ayhan Kırdar’ın “uzman”ı olmayabilir; yedi milyar insan güneşi tanıyordur. Şemsiye dükkânı sahibi şemsiye uzmanı elbet değildir genelde. Biri, bir başkasını kendisinden iyi bilebilir. İnişli çıkışlı, çapraz atkılı çizginin önemli bir özelliği üzerinde durulmalı. Merak, insanı şeye odakladığında bir süreçtir başlayan. Kısa ya da uzun süreye yayılabilir ilgi. Yeterli nektar toplandığında, başka bir şey çağrısıyla araya girdiğinde kopuş gerçekleşir. Gelgelelim, has merak maymun iştahlılığa boyun eğmez, ikidebir geri döner, kendi kesintili ama süreğen varoluş tabakasını yaratır zaman içinde. Her şey için geçerli olmasa da, merak güdüsü, bir dönem üstünde enikonu koyulaşılmış konudan hepten kopmaz sonuna dek. 1970’li yıllarda, bir ara Jung’un yapıtlarına yöneldiydi ilgim. Ne kadarı genel merak (“bilinçaltı” sorunları), ne kadarı özel merak (simya geleneğinin simgesel arkaperdesi) kapsamına giriyordu bu yönelişin bilemiyorum, bir süre kitaplarının arasında dolaştım. 199091 olmalı, UFO’larla ilgili kitabını okudum: O inanışın kökenlerindeki ruhsal durum aklımı çelmişti. On yıl sonra, bu kez “Kule” sorunu nedeniyle kapısını çaldım Jung’un, başta Anılar, Düşler, Düşünceler kimi yaşamöyküsel metinlerini okudum. Şimdi, Kırmızı Kitap nedeniyle yeniden uğramaya hazırlanıyorum o bilge adama. Yaklaşık kırk yıllık bir süreye yayılıyor yazdıklarıyla temaslarım, belirttiğim somut noktalar dışında, aradere, şu ya da bu gerekçeyle, kütüphanemde bir düzineden fazla kitabı bulunan ruhçözümcüye uğramış olsam gerektir. Tablo, beni bir Jung meraklısı yapmıyor. Sonuncu halkanın, bir önceki halkaya yakın bir bölgesine yerleştirebilirim olsa olsa, kendimi. Hâlâ merak besliyorum oysa, dünyasına. Henüz okur önüne çıkarılamamış, “uzman”larının bir tek tanıdığı günlüğü, daktilo versiyonu yayımlanmayı bekleyen seminerleri kayıtsız bırakmıyor beni. Benim “tür”ümdekilerin bir dolu düşünürle, yazarla, sanatçıyla, konuyla, sorunla ilişkileri ister istemez bu düzeyde kalmaya yazgılı olur. Bir kez daha ölçeklemeye çalışırsam: Çekirdekte O, ilk halkada 10100 arası, ikincide 1001000 bin arası, üçüncüde binlerce noktadan sözedebiliriz yanılmıyorsam. “Tür”ün her üyesi merakını yansıtmaz. Kimi üyelerin (örneğin benim) yazdıklarından görülür merak(lanma) odakları. Şu var: Merak duyduğumuz her şeye yazdıklarımızda yer verdiğimizi düşünmek yanılgı olur. Proust’tan pek az, leylâktan azın azı, tenisten hiç sözetmemişimdir yazdıklarımda onlarla o oranda ilgilendiğim anlamına gelmez bu. İkidebir, Merak konusunda asıl yazmak istediklerimi Kırmızı Eşek kitabıma bıraktığımı ifade ediyorum, doğru mu bilmiyorum. Belki de o kitaba merak duymalarını sağlamaya çalışıyorum okurların, şimdiden. Bir aşamadan sonra takla atıyor merak/ım: Yazabilecek, bitirebilecek miyim kırmızı eşeğin öyküsünü? Merak, nesnel anlamda olumlu bir kavram sayılamaz: İlahiyatçılar ondan itkiyle, horgörüyle söz açmışlardır. Merak sahiplerine değer verir, kayırırım, ola ki yalnızca öznel gerekçelerle, onlardan biri olarak gördüğüm için kendimi. Meraklı insanlardan hiç hoşlanmam: Yılışık, özensiz, fütursuz kişilerdir çoğu. Ölçüyü kaçırmaya yatkın olurlar. Meşru bir merak biçimi değildir dikkatlerini yönlendiren. Nasıl ayıracağız birini ötekinden? Hemen anlaşılır: Karşımızdaki hangisi. ? “M erak Böceği” (1980) ile “Merak Cemiyeti” (2008) arası, ortaya “sıçrayan fasulye” ve “ansiklopedi”yi de koyarak bir ‘bünye portresi’ çizilebilir sanırım. Bir “tür”se bizimkisi, bir “tür”e dahil edileceksem bu bağlamda, gitgide uçlara doğru açılan bir ilgi yelpazesi’nden, yanlamasına ilerleyen bir ufuk çizgisinden söz edilebilir. Böyle etiketlemelerden gene de çekinirim: Çekim alanına kapılıp, ister istemez indirgerler insanı. Kimisi iyi niyetlidir ayrıca, kimisi kem niyetten kalkışır o tanımlama işlemine, sizi nektar toplayan “çalışkan arı” imgesine hapsetmektir tasaları. Etrafımız, Foucault’nun dediği gibi, uykusundan “yargılamak istiyorum!” diye fırlayanlarla doludur. Gelgelelim, bunlar, çerçevelemeyi doğru(ya yakın) yapmaya engel sayılmamalı. Her vakit, her yerde “tür”ün örneklerine rastlanmış olduğuna göre, özellikler tartılarak saptanabilir. Bizler, gizli bir okuldan mezun olamayan sonsuz sonrasız öğrencileriz. Samih Rifat ile Ekrem Işın’ın, bir konu üstünde bir süre konuştuktan sonra, “Enis’i arayalım, o nasılsa bu konuda yazmıştır” dediklerine değinmiştim. Anekdotu severim; yarısı şakaysa, öteki yarısı doğrudur: Çok şey üzerine yazdım ben. Bir şey üstüne yazmak, ona sokulmuş olmayı gerektirir: Az ya da çok düşünmüşsünüzdür, az ya da çok okumuş, bakmış, kulak kabartmışsınızdır. Şaka tarafı şurada: Az ya da çok ilgilendiğim her şey ille de yazı masasına taşınmamıştır şüphesiz. Sık sık belirtme gereksinmesi duydum: Benim herhangi bir uzmanlık alanım olmadı olamazdı: “Tür”ün temel özelliklerinin başında gelir bu. Hangi alana el atarsam atayım, bir edebiyat adamı kimliğiyle eğildim oraya. Oysa, Edebiyat bile uzmanlık alanım değil benim; yapıtlarını oldukça iyi tanıdığım şairlerin, yazarların uzmanı olarak görmem kendimi. ‘Konu’lar bağlamında farklı mı durum? Kravatı ele alalım, malum nedenlerle odaklandığım şeyi hayli yakından tanıdığımı, konu üstünde derinlemesine çalıştığımı söyleyebilirim de, uzmanlık taslamayı aklımdan geçirmem. İnişli çıkışlı, çapraz atkılı çizginin içinde bir düzçizgi saklanıyor: Ortalaması o, genel meraklılık statüsünün. Görünmez ortalama düzçizginin bazan çok üstünde (çünkü uzun süre imgelemi işe koşarak), bazan derinliklerinde, kuyusunda (çünkü bilgilenme sürecini enikonu kat ederek) oluşan noktalar farklı ilgi rakımları’nı gösteriyor. Viyola da gamba ya da Wölfli uzmanı ilk, sınırlı sayıda benzerinin yeraldığı bir çemberin içindedir, ben sonraki halkada bulunanlardanım. Uzmanın yeri: Çekirdek. Merak odağı olarak seçen kişininki: İkinci, taranmış alan. İyikötü haberdar olanınki: Üçüncü halka. Duymuş olanın, varlığını bileninki: Bir sonraki halka. Çemberin dışındakiler. Duymamış, görmemiş, haberi yok varlığından. TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1147 9 ŞUBAT 2012 ? SAYFA 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear