Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Salman Rushdie, ölüm tehdidi altında yaşadığı yılları anlattığı kitabını yayımladı ‘Joseph Anton’ ya da ‘Cemal Saygun’ oseph Anton’u tanıyor musunuz? Aslında, tanıyorsunuz. Çünkü Joseph Anton, Geceyarısı Çocukları’nın, Şeytan Âyetleri’nin yazarı Salman Rushdie’nin onu yıla yakın bir süre kendine seçtiği ad ve soyadı. 1989 yılında, İran İslam Cumhuriyeti’nin dinsel önderi Ayetullah Homeyni, Rushdie için “Katli vaciptir!” diye fetva çıkardığında, Hint asıllı İngiliz yazarın “yeraltına geçmek” ve sürekli ev değiştirmek zorunda kaldığını, Britanya güvenlik güçlerince koruma altına alındığını hepimiz anımsıyoruz kuşkusuz. İşte tam o günlerde, polis yetkilileri, Rushdie’den kendisine “yeni bir ad” seçmesini isterler. Gizlilikte yaşadığı sürece, koruma görevlileri kendisine o adla seslenecek, bütün konuşma ve yazışmalarda Rushdie’den o adla söz edilecektir. Bu önlem, yazarın can güvenliği açısından çok önemlidir; ama seçeceği ad kolay ve çabuk söylenebilecek bir ad olmalıdır. Rushdie, sevdiği ve etkilendiği yazarların adlarını geçirir aklından. Onların ad ya da soyadlarından yeni bir ad uyduracaktır kendine. İlkin, Vladimir Nabokov ile James Joyce’u bileştiren “Vladimir Joyce”, Marcel Proust ile Samuel Beckett’i kaynaştıran “Marcel Beckett”, Franz Kafka ile Laurence Sterne’ü buluşturan “Franz Sterne” adları geçer aklından. Liste uzar gider, ama hepsini gülünç bulur. Sonunda, Joseph Conrad ile Anton Çehov düşer aklına ve “Joseph Anton”da karar kılar… Hiç kuşku yok ki, hakkında verilen “ölüm fermanı” yüzünden kendine yeni bir ad seçebilmek için çıkardığı listeye bugün baktığımızda, Rushdie’nin gözde yazarlarını da öğrenebilmemiz fazlasıyla ironik. Acı bir gülümseyiş uyandırıyor insanın dudaklarında… Ama belki de, o listeyi hazırlarken adları ve soyadlarını alt alta ve yan yana yazdığı yazarların bir bileşimidir Salman Rushdie. Kuşkusuz, onlardan aldığı esinlerle kendi yaratıcılığını, birikimini, biçemini harmanlayan bir bileşim… Sözü fazla uzatmayayım. Rushdie’nin o günlerde kendine seçtiği takma ad, bugün onun yeni kitabının adı: Joseph Anton: A Memoir (Joseph Anton: Bir Anı). Rushdie, eylül ayında Random House’tan yayımlanan 663 sayfalık kitapta, hakkında çıkarılan “ölüm fetvası”nı ilk kez nasıl haber aldığını, onca yıl polis koSAYFA 6 ? 25 EKİM J ruması altında nasıl yaşadığını, bu olayın yazarlığını ve evliliğini nasıl etkilediğini tüm ayrıntılarıyla ve içtenlikle anlatıyor. Joseph Anton: Bir Anı’nın ilk paragrafı, kitabın olanca çarpıcılığını fazlasıyla yansıtıyor: “Çevresindeki dünya berhava olurken ve ölümcül kara kuşlar okulun bahçesinde yükselen yapının üstünde toplaşırken, telefonda kendisine eski yaşamının sona erdiğini ve yeni, daha karanlık bir yaşamın başlamak üzere olduğunu söyleyen kadının, o BBC muhabirinin adını unuttuğu için sonradan kendine kızacaktı. ‘Az önce Ayetullah Homeyni tarafından ölüme mahkum edilmiş olduğunuzu bilmek sizde nasıl bir duygu uyandırdı?’ diye sormuştu kadın. Londra’da pırıl pırıl bir salı günüydü, ama kadının sorusu ışığı karartmıştı. Ne söylediğinin tam olarak farkında olmadan, ‘Pek iyi bir duygu değil’ demiş ve içinden, ‘Ben artık ölü bir adamım’ diye geçirmişti. Aklından daha kaç gün yaşarım acaba diye geçirmiş ve kalan günlerinin sayısının büyük olasılıkla tek rakamlı olduğunu düşünmüştü. Telefonu kapattıktan sonra, Islington’daki daracık sıra evlerden birinin tepesindeki çalışma odasından fırlamış, merdivenlerden aşağıya koşmuştu. Saçma gibi gelse de, oturma odasının pencerelerinin ahşap kanatlarını sımsıkı kapatıp sürgülemiş, sonra da ön kapıyı kilitlemişti…” Evet, bir kitap yazdığı için bir devletin Salman Rushdie Joseph Anton yayımlanmalı ve okunmalı ki, Türkiye’de Joseph Anton’lar olmasın… Fazıl Say, on yıl sonra, Cemal Reşit Rey ve Adnan Saygun’dan mülhem Cemal Saygun adında bir kitap yayımlamak zorunda kalmasın… yöneticileri tarafından “ölüm cezası”na çarptırılan bir yazarın, bunu ilk öğrendiği anlardaki etkilenişi ve tepkisini anlatan bu satırlar, insanlığın yakın tarihine, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından kara bir leke olarak düşen bu olayın bire bir tanığı… Bence, Rushdie’nin Joseph Anton’undaki en önemli bölümlerden biri de, ifade özgürlüğüne ilişkin düşüncelerine ayırdığı satırlardan oluşuyor. Her şeyden önce, hakkında “ölüm fetvası”nın çıkarılmasına yol açan Şeytan Âyetleri’nin İslamiyeti aşağıladığı, Müslümanları küçük düşürdüğü kanısında olmadığını vurguluyor Rushdie. Ama hemen ardından da, bir bireyin “en kışkırtıcı” düşüncelerini bile ifade etme hakkını savunmayı sürdüreceğini söylüyor. Yeni kitabının yayımlanmasının ardından kendisiyle yapılan bir söyleşide, “İnsanın, katılmadığı düşüncelerin ifade edilebilmesini savunmak zorunda olduğu açık” diyor Rushdie. “Yalnızca düşüncelerine katıldığınız insanlarla sınırlı kalacaksa, ifade özgürlüğü neye yarar ki? Kaldı ki, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, sık sık, aslında hiç hoşlanmadığınız düşünceleri de savunmak zorunda kaldığınızı görürsünüz. Rushdie’nin bu yaklaşımı, kaç yıl önce, söylemeye bile gerek yok, Hitler’in tek bir düşüncesine bile katılmadığım gibi tümüyle karşı olduğum Kavgam adlı kitabıyla ilgili bir yazımı anımsattı bana. O sıralar, Kavgam, Türkiye’de telif hakları alınmadan pek çok yayınevince yayımlanıyordu. Ben de, “Hitler’in telif haklarını kim savunacak?” gibisinden bir yazı yazmıştım. Buna karşılık, yine yıllar önce, 1980’lerde, Çekoslovakya’nın önde gelen muhaliflerinden Milan Kundera’nın, ülkesindeki sansür uygulamalarının anlamsızlığını dile getiren bir yazısını çevirmiştim. Yazıyı götürdüğüm “sosyalist” bir yayın yönetmeni, Kundera yayımlayamayacağını söylemişti. Yakın geçmişimiz, yalnızca devletin değil, sağımızın solumuzun böylesi sansür ve otosansür uygulamalarıyla doludur. Açıklıktan korkulur. Farklı düşüncelerin dile getirilebilmesini savunmaktan çekinilir. Karşıt düşüncelere ise hayat hakkı tanınmaz. Şeytan Âyetleri, Türkiye’de hâlâ yayımlanamadı. Karşıt düşüncelerin intikamcı düşmanlıklara vardırıldığı günümüzde ise daha uzun bir süre yayımlanamayacak gibi görünüyor. Ama, hiç değilse, Şeytan Âyetleri yazarının başına gelenleri, yaşadıklarını hiç sakınmadan anlatan Joseph Anton en kısa zamanda yayımlanmalı… Fazıl Say’ı, yüzyıllar öncesinin şair ve bilgini Ömer Hayyam’ın dizelerini aktardığı için “dini aşağıladığı” gerekçesiyle suçlayanlara, Rushdie’nin Joseph Anton’unu okumalarını salık veririm. Joseph Anton yayımlanmalı ve okunmalı ki, Türkiye’de Joseph Anton’lar olmasın… Fazıl Say, on yıl sonra, Cemal Reşit Rey ve Adnan Saygun’dan mülhem Cemal Saygun adında bir kitap yayımlamak zorunda kalmasın… HOMEYNİ’NİN ÖLÜM FETVASININ YANSIMALARI 3 Ağustos 1989. Mustafa Mahmud Mazeh adında biri, Londra’da bir otele bomba koymaya kalkıştı. Bombanın patlaması sonucunda Mazeh öldü, otelin iki katı havaya uçtu. Lübnan’daki bir grup, Mazeh’in aslında Rushdie’yi öldürmeye çalıştığını ileri sürdü. 3 Temmuz 1991. Şeytan Âyetleri’nin İtalyanca çevirmeni Ettore Capriolo, “edebi konuları” tartışmak üzere evine gelen bir “İranlı” tarafından bıçaklandı. Saldırganın, yalnızca Rushdie’yi değil, kitabın yayımlanmasıyla bağlantılı bütün editörler ve yayıncıları ölüme mahkum eden “fetva”yı yanında taşıdığı öne sürüldü. Capriolo, saldırıyı yaralanarak atlattı, ancak Rushdie’nin başka bir kitabını çevirmeyeceğini açıkladı. 11 Temmuz 1991. Şeytan Âyetleri’ni Japoncaya çeviren Hitoşi İgaraşi, bıçaklanarak öldürüldü. Saldırgan yakalanamadı. 2 Temmuz 1993. Aziz Nesin’in, Şeytan Âyetleri’ni Türkiye’de yayımlama girişiminde bulunmasının, gericilerin Sivas’taki Madımak Oteli’ni ateşe vererek 33 aydın ve yazarın ölümüne yol açmasında etkili olduğu ileri sürüldü. 11 Ekim 1993. Şeytan Âyetleri’nin Norveç’teki yayıncısı William Nygaard, bir saldırgan tarafından üç yerinden vuruldu. Nygaard, kitabı yayımlamaktan onur duyduğunu açıkladı. Şeytan Âyetleri’ni protesto etmek için düzenlenen gösterilerde pek çok insan hayatını kaybetti. ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1184