25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

René Girard’dan ‘Kültürün Kökenleri’ Mimetizm üzerine yeni bir düşünme kılavuzu Fransız antropolog ve düşünür René Girard, “kendi karmaşıklığı içinde tam olarak kavranamamış” olan mimetizm konusuna yeni bir antropolojik paradigma gözüyle baktığı Kültürün Kökenleri‘nde, teknik gelişmesinin görünür kimi çelişkili yönlerini bu paradigma ile açıklama yoluna gidiyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN anatın kaynağı ve estetik konusunda Platon’un 2 bin 500 yıl önce kuramsal tabanını oluşturduğu “Mimesis” kavramına ilişkin mağara metaforu ve sanatın üçüncü elden bir yansıtma ya da “taklit” olduğu görüşü üzerine kurulan yorumları, özellikle Baumgarten’den bu yana güncelliğini ve önemini kaybetmedi. Örneğin Whithead’e göre Avrupa felsefesi, sonuçta Platon’a düşülmüş dipnotları. Zekâ, gidimli bilgi, sanı (“doxa”) ve imgelem (“eikasia”), bilme ediminin dört düzeyi olarak insanla gerçeklik arasındaki iletişimin farklı evreleridir. Çevremizi tanırken bu düzeyler gerektikçe devreye girer. Nitekim Aristoteles de taklidin edilgin olmadığına değinmiş ve onu, bir şeyin güzel tasarımlanması olarak tanımlamıştı. “GÜNAH KEÇİSİ” KURAMI Girard’ın görüşlerini açıp genişletme olanağı veren kitabın bölümleri bir soruyanıt düzeneği içinde gelişiyor. Doğrusu bir düşünürün, görüşlerini onun kaleme aldığı metinden çok böyle bir karşılıklı görüşme çerçevesinde öğrenmek en pratik yol olsa gerek. Darwin’in doğal seçim kuramı, hayvan türlerinin evrimini yöneten düzenekleri açıklıyorsa, Girard’ın La violence et le sacré adlı kitabında ortaya sürdüğü “günah keçisi kuramı” da kurumların ve etik değerlerin eğreti yapısını özetlediği gibi kültürün doğuşunun ve evriminin temelinde bulunan düzeneği göstermeyi amaçlar. Bu kuramın yanı sıra kitap boyunca vurgu yapılan mimetik kavramı, mimetik arzu ve kurban düzeneğine gönderme yapar. P. Antonello’ya göre Girard yönteminin temeli bu kavram. Mimetizm kavramı içinde büyük önem taşıyan düşüncelerden biri de evrilme (“conversion”) düşüncesi. O halde evrilme kuramı özne ile antropolojik soruşturmanın nesnesi arasındaki kurgusal ayırmayı sorguSAYFA 24 12 MAYIS S lar. Biz insanlar, mimetik arzunun hem özneleri hem de nesneleriyiz (s. 17). Yani kendimize bir model ararken aynı zamanda başkaları tarafından aranan bir model oluruz. Bu konuda her tür katı toplumsal basamaklar dizisinin bozulması, insanı yeniden toplumsalın mimetik çalkantısı, istekle kin arasında gidip gelmeler içine çekecektir. Görüşmenin bir yerinde Girard, “günah keçisi” kuramını kitle konusunda gerçekten köktenci bir eleştiri olarak açıklıyor (s. 26). Çok “seçkinci bir duruş” olmasa da bir yanlış anlamanın sonucu bu. Çünkü kültürel devrimler sırasında bütün yeteneksizler, kendilerini mahkum edenin “kendi sıradanlıkları” değil “seçkincilik” olduğunu iddia eder. Bu nedenle gerçekten yaratıcı olanlar (Matisse ve Picasso gibi) çoğunlukla yeteneksiz görülür. Girard’a göre gerçekten özgün sanatçılar ve düşünürler, bu türden engellenmesi olanaksız böyle bir tehlikeye açık olur. Girard’ı mimetik gerçekçi yapan asıl etkense, okuduğu metinlerin birbirinden farklı olmalarına karşın “çözümleme”nin “aynı” olması. Bu arada Malraux’nun sanat psikolojisini ele aldığı kitabından etkilendiğini itiraf ediyor. Nedeni de onun “klasik ötesi dünyaya olan tutkusu”dur. 1960’lı yıllarda büyük ölçüde antropoloji ile ilgilenir. Mimetik arzu kuramını dayandırdığı ana kaynakların başında da Oidipus miti gelir. Mimetik kuramın disiplinlerarası boyutu (Hindu mitolojisi) onu yakından ilgilendirir. Mimetik düzeneğin temelinde özne ve model bulunur. Bu düzenek, öznenin “kendi modelinin modeli” olmasıyla sonuçlanacak. Böylece de daha çok çatışmaya doğru bir gelişme süreci ortaya çıkar (yazar bunu “ikizlerin ilişkisi” diye adlandırıyor). Kısacası mimetik arzu, bizi insan yapan, bize alışılmış ve hayvansal açlıklardan uzaklaşma ve hiç yoktan yaratılamayacak olan kendi öz kimliğimizi oluşturma olanağı veren şeydir yazara göre (s. 50). İşte bizi uyum sağlamaya yetenekli kılan insana, kendi öz kültürüne katılması için bilmek zorunda olduğu her şeyi öğrenme olanağı veren şey, mimetik arzunun bu özelliğidir. İnsan bunu icat etmez, kopya eder (Burada çocukla babası arasında ilk köprüyü kuran şeyin “öykünme” olduğu gerçeğinin altını çizer yazar). Öykünememek ise çok ciddi bir “kültürel yıkım” göstergesi. Öykünme ve öğrenme birbirinden ayrılamaz. İnsanın öykünerek öğrendiğini savunan düşünürlere burada bir gönderme olduğu kuşkusuz. Paul Ricoeur, öykünümsel davranış sergileyen bir kişiyi oyun oynayan çocuğa benzetmişti (Burada da sanatın taklitten doğduğuna ilişkin görüş anımsanabilir). Yani o kişi kendi eylemlerini kontrol edemez öykünme eylemi sırasında. O halde öykünme eyleminde bir dereceye kadar “biliçdışılık” vardır. 2011 René Girard Buradan yola çıkarak René Girard, öykündüğümüzde çok hoşlandığımız davranışları bir türlü kabullenmeye yanaşmadığımız sonucuna varmaktadır (s. 51). Çünkü orada utanılacak bir şeyler görürüz. O halde yazar bu bağlamda niçin öykünme (“imitation”) kavramını değil de mimetizm kavramını seçmiştir? Bu soruya yanıtında iki kavramı da kullandığını söyler: Mimetizm sözcüğünde daha az bilinç var, oysa öykünmede daha çok... Freud, çocukların anababalarına öykündüklerini gördüğü her yerde en küçüklerin bile büyükleriyle aynı şeyleri arzuladıklarını düşünmüştü. Ancak öykünme, mimetik olan hevesi (arzu) tatmin etmez. Deneysel psikolojinin ilgilendiği konular arasında yer almış olmasına rağmen, her gün rastlanabilecek bir gözlemdir yazara göre mimetik heves. Aziz Augustinos “İtiraflar”da aynı anadan süt emen iki çocuktan söz eder: Yeterli süt bulunduğu halde, biri ötekini engellemeye çalışır. Bu durum, “mimetik rekabet”e tipik bir örnektir (s.53) Soruna sınıfsal açıdan bakıldığında arzu duygusunun her insan için geçerli olduğu görülür. İnsanlar aynı şeylere sahip olmaları gerektiğini düşünür, aynı reklamlardan etkilenirler. Oysa sınıf ayrımının belirgin olduğu eski toplum sisteminde (örneğin kast sisteminde) mimetik arzu ve rekabet vardı. Hint vedalarında ve Kutsal Kitap’ta bunu görebilmekteyiz. (Yazar burada mimetik arzunun eski kültürlerdeki yeri konusunda örnekler veriyor. Orada rekabet, “duru bir duygu” olarak görülür. Örneğin Brahmanlarda tanık olunan bir başkasının arzusuna sürekli öykünme duygusu, salt tanrılara özgü değildir, bu durum insanlarda da görülür. (Hobbes buna “herkesin herkesle kavgası” demişti.) Mimetik çılgınlık, yani arzunun sınır tanımaz bir düzeye gelmesi, bir suçlunun bulunmasını zorunlu kılar. İşte yazarın “günah keçisi” dediği, bu sorumlu bulma çabasıdır. Rahiplerin hep birlikte arzuladıkları nesne konusunda anlaşmaları bir yerde olanaksız olsa da birlikte nefret ettiği kurbana karşı çok iyi anlaşır (s. 59). Buradan varılacak sonuç şu: Kültürün kökeni, günah keçisi bulma düzeneğine dayanır ve insansal anlamda ilk kurumlar bunun yinelenmesi, ısrarla sürdürülmesinden ibaret. TÜKETİM TOPLUMU TİPOGRAFİSİ Kültür nasıl gelişir? Bu sorunun yanıtı yazara göre “ritüel.” Kültürler belli tarihlerde kontrollü, önlenebilir ve ritüelleştirilmiş şiddet anları düzenler. Zamanla ritüel durmadan benzer kurbanlar üzerinde aynı günah keçisi düzeneğini tekrarlayarak bir öğrenim biçimi haline gelir (yazar, burada Prometheus mitini örnek gösterir). Mimetik arzu, modern bir buluş olmadığı gibi günah keçisi düzeneği de yalnızca ilkel mitlerde ya da eski toplumlarda görülen bir şey değil. Hıristiyanlıkta suçsuz bir kurbanın öldürülmesi, ilk günah keçisi örneklerinden biri. Girard bu konuda Freud’un aksine bilinçsizlik yerine bilgisizlik kavramına öncelik veriyor (İnsan daha mimetik oldukça bilgisizliği daha ileri düzeylere varır). Modern toplumda sık sık tanık olduğumuz şiddetin tarihi de mimetik. Başka bir deyişle mimetik rekabet, şiddetin tek kaynağı (s. 71). Günümüzün tüketim toplumu mimetik rekabeti bastırmanın ve onun çatışımsal gücünü azaltmanın bir yolu yazara göre: Çünkü aynı nesnelere, aynı mallara herkesin erişebilmesini sağlamak, bireyler arasında çatışma ve rekabet nedenlerini azaltmak anlamına gelir. Ama sonunda bir “usanma” yaratır bu durum. Yazara göre, böylece tüketim toplumu kendi yıkımını hazırlar. Dahası, bir tüketim toplumu tipografisi çizer: Bu toplumun insanı, bir eliyle aldığı nesneyi öteki eliyle attığı için çağdaşlarımız artık “minimalist ve iştahsız” bir dünyada yaşıyor. Tüketimin bir varsıllık göstergesi olduğu dünya, çekiciliğini kaybetmiş oluyor böylece (Thomas Frank buna, “hoşnutsuzluğun nesneleştirilmesi” demişti. Çünkü insanın “cool” havasında olması için zayıf ya da yıkıcı görünmesi gerekir. Tek sorun, herkesin bir örnek hale gelmesi ve bir kez daha herkesin birbirine benzemesi). Modern toplum, yoğun mimetik bunalımlar yaşar ve bu bunalımlar, günah keçisi düzeneğiyle çözümlenebilir olmaktan uzaktır. Kitabın beşinci bölümünde mimetik arzu ve rekabet kuramının Frazer ve Lévi Strauss’a uzanan kaynakları üzerinde duruluyor. Bu, aynı zamanda Girard’ın kendi bilimsel görüşlerini de açtığı bölüm. Gene yazara göre dine düşmanlık geleneğinde yetişmiş olan çağdaş araştırmacılar, Frazer gibi din unsurunu günah keçisi olarak görür (s. 131). René Girard, bir alan antropoloğu olmadığını itiraf ederken, kendini antropoloji, arkeoloji ve etnolojinin verilerini düzenleyen bir “yorumcu” olarak tanıtır. Kitabın sonuç bölümündeki Régis Debray’ye yanıtı, onun bu tanımını haklı gösterecek nitelikte yorumlar içerir. Kültürün Kökenleri/ René Girard/ Çeviren: Mükremin Yaman, Ayten Er/ Dost Yayınları/ 188 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1108
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear