Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
İlhan Eksen İstanbul’da Bir Nihavent Tango‘ da, dönemin İstanbul’unu ve onun gitgide kaybolan ve yozlaştırılan değerlerini şaşırtıcı bir bütünlük içinde ve akıcı bir dille yansıtıyor. Kitap, tekrenklilik arzusuna yenik düşen İstanbul’da, zamanda geriye doğru yolculuk yapmaya heves ve özlem duyan okurlara sesleniyor. Ë Naim ATABAĞSOY stanbul’un aklıma düşürdüğü ilk kavram “arzu” olmuştur hep. Belki de bu, tarihin en çok arzulanan şehirlerinden biri olmasından. Ancak burada sözü edilen arzuyu iki farklı boyutta ele almak gerek. Bunlardan ilki yozlaşmayı veya kötücül bir değişimi beraberinde getiren maddi, ikincisi ise heves ve kavuşma gibi kavramları çağrıştıran maneviyata ilişkin bir arzu. Arzuya ilişkin böyle bir ayrıma nasıl ulaşılabileceğine dair en büyük işaretleri İlhan Eksen’in ‘İstanbul’da Bir Nihavent Tango’ adlı kitabında bulmak mümkün. “BATILI OLMA YA DA OLMAMA” Beyoğlu’nun kozmopolit bir mahallesinde yetişen, çokkültürlülüğü ve farklı olanın öteki olmadığı bir dünyayı yakından deneyimleyen Eksen’in İstanbul’a dair ilk kitabı değil bu. Dünkü İstanbul, Çokkültürlü İstanbul Mutfağı ve İstanbul Sende Kalsın, kâh bir roman sayfasında, kâh zengin bir sofrada İstanbul’u karşımıza çıkaran yaza İlhan Eksen’den ‘İstanbul’da Bir Nihavent Tango’ Silinen mozaiğiyle bir İstanbul portresi rın kitaplarından yalnızca birkaçı. Yazar bu kez “yaşantısının ilk yirmi üç yıllık bir dönemi ile İstanbul’un o yirmi üç yılda geçirdiği değişiklikleri özetlemeye çalıştığını” dile getiriyor. Bu noktada “nihavent tango” ifadesinin üstünde de durulmalı elbette. Eksen, kitabın hemen başında “Doğulu duygusallıkları Batılı enstrümanlarla icra etme” şeklinde açımlıyor bu ifadeyi. “Kırklı yılların sonuna doğru” hayatla tango yapmaya başladığını söylemesi, neredeyse iki yüz yıldır bu coğrafyada tartışılan ve tartıştıkça genişleyen “Batılı olma ya da olmama” meselesini bireysel bir perspektiften daha kuşatıcı bir zemine doğru yeniden gündeme getireceğinin ilk belirtilerini ortaya koyuyor. Kitaba giriş niteliğindeki “Nihavent Tango” başlıklı bu bölümde “hoşgörü” kavramının irdelenmesi, metin açısından önemli bir izleği de önümüze koymuş görünmekte. Zira farklılıkların bir arada özgürce yaşayabildiği zamanları yaşamış olan Eksen, “mozaikleşme”den “mermerleşme”ye doğru evrilen o talihsiz çizgiyi ve yanı başımızda saklanan öfkeyi tüm çıplaklığıyla gösteriyor: “Evet, hoşgörü de var gibiydi. Ama bir süre sonra anladım hoşgörünün aslında boyun eğdirme, tepeden bakma (küçük görme?), her an vazgeçilebilecek, bize özgü göstermelik, üzeri örtülü bir düşünce ve davranış biçimi olduğunu.” Eksen’in belirlemesinin ne kadar isabetli olduğu üzerine konuşulabilir, ancak neresinden bakarsak bakalım hoş görmenin ne ölçüde hor görmek olduğunun tekrar düşünülmesi için önemli bir nokta bu. Yirmi dokuz bölümden oluşan kitapta yazar bizi önce doğduğu eve götürüyor. Kumkapı Meydanı’nı Sahil Yolu’na bağlayan Çapari Sokağı’nda bir balık lokantasında buluyoruz kendimizi. Yolun hemen karşısında, artık “Fish Restaurant” olmuş üç katlı evin, yazarın doğduğu ev olduğunu öğreniyoruz. Değişime direnemeyen ve elimizden alınan, sonra da üzeri örtülen bildik güzellikleri hatırlıyoruz birden. Ayrıca biliyoruz ki, alt üst edilmenin yarattığı bu ruh halini tanımak için bir zamanlar, İstanbul’un artık pek bulunmayan boş arsalarında dünyanın geri kalanını düşünmeden oyun oynamış bir çocuk olmak şart değil. Bu duyguyu tanıyan herhangi bir taşranın herhangi bir çocuğu da aşina bu can yakıcı duruma. İşte böylesi bir kuşatıcılığı olan psikolojik travmayla başlıyor yolculuğumuz. Yazarın uzun yıllar geçireceği Yenişehir semtine taşınmalarını, bu yeni mahallede tanışılan insanları ve mahallenin genel itibarıyla sosyal yapısını anlatan “Eski Şehirden Yenişehir’e” başlıklı bölümle birlikte, kırklı yılların sonunda orta halli insanların yaşadığı bir mahallede gündelik yaşantının akışına dair ilk imajlar beliriyor zihnimizde. Eksen bu bölümde ayrıca “dışarlıklı” kavramına eğilerek mahallenin gerçek yerlilerinin “ekalliyet (azınlık) denilen gayrimüslim komşular” olduğunu belirtiyor. Böylece çocukların oyun oynadığı güvenli sokaklarıyla, birbirinden farklı komşularıyla altmış yıl öncesinin İstanbulu’nda bir sokağa misafir olduğumuzu iyiden iyiye hissetmekle kalmıyoruz, birbirinden farklı kültürlere ait ritüellerin nasıl olup da birlikte devamlılığını koruduğunu da hayretle(!) izliyoruz. Sonra mahalleden yükselen sesler eşlik etmeye başlıyor yolculuğumuza. Mahalleye gelen sokak satıcılarının sesleri duyulmaya başlıyor. Bugün artık sokaklarda rastlayamayacağımız zeytinyağcı, ciğerci, zerzevatçı, tenekecilehimci gibi birçok meslekten insanın mahalleye girip çıktığını görür gibi oluyoruz. Eksen’in çocukluğunda yaptığımız gezinti sürerken çocuklar için oyun alanı niteliğindeki arsaların birer birer yok oluşunun sıkıntısı içimizi kaplıyor. Ancak yazarın bizi çıkardığı yolculuk belki de yeni başlıyor. Yenişehir Çarşısı’nın ellili yıllardaki bir panoraması karşımıza çıkıveriyor. Rum çocuklardan Adalar’a “köy” denildiğini öğreniyoruz. Bu arada 67 Eylül olaylarının sıkıntısı dolaştığımız mahalleyi boydan boya kaplıyor. Celal Bayar’ın Amerika’dan dönüşüne, Amerikalı denizcilerin Beyoğlu’ndaki “garip” isimli eğlence yerlerine girişlerine, İngiltere kralı için ülke çapında tutulan yasa şahitlik ediyoruz. ESKİ İSTANBUL Yeri gelmişken Eksen’in metinde yer yer dönemin siyasi gelişmelerini ön plana çıkardığını ve belirli ölçüde yorum yapmaktan imtina etmediğini söyleyelim. Anı niteliğindeki bu anlatıda başvurulan yöntem, ellili yıllarda bir çocuğun yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla aktarmak ve “ezberletilmiş” söylemi bugünün penceresinden eleştiriye açmak biçiminde kendini gösteriyor. Saatlerce bekledikten sonra devlet büyüğüne “nedenini bilmeden” yapılan sevgi gösterileri, İstiklal’in göbeğinde propaganda hizmeti gören Amerikan Haberler Merkezi’nin etkinlikleri, İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yılı şerefine çekilen filmin hatalarını gölgede bırakan millî hezeyanlar bunlardan bazıları. Kitaptaki bir başka ilginç bölüm, eve alınan ilk radyoyla ilgili. Radyonun sekizdokuz yaşlarındaki bir çocuğun muhayyilesinde yarattığı etkileri okurken, radyo programının akışına, en sevilen sanatçılara ve diğer yayınlara ait birçok detayı bulmak mümkün. Örneğin ellili yıllarda güreşin de futbol kadar ilgi gören bir spor olduğu ve maçların radyodan takip edilebildiğini öğreniyoruz. Bunun yanı sıra dönemin müzik zevkine ve müziğin gelişim çizgisine dair kapsamlı bilgilere ulaşılabiliyor. Okurun ilgisini çekecek başlıklar bunlarla da sınırlı değil. Her ramazan ve bayramda, görsel medyada tekrarlanan “eski bayramlar” temalı sohbetlere konu olan o bayramlar, kitapta her yönüyle ve oldukça canlı bir biçimde sunuluyor. Ramazan için yapılan özel hazırlıklardan, alışverişlerden bayram yerlerinin telaşına kadar dönemin havasını sonuna kadar teneffüs etme imkânı bulunuyor. Yazarın İstanbul’daki dönemin ulaşımını ayrıca ele almış olması dikkat çekici. Çocukluğun heyecan verici tramvay yolculuklarını ve tramvayların giderek silinmesini adım adım takip ederken Galata Köprüsü de unutulmamış, köprünün eski cazibesi detaylı olaraj aktarılmış. Ancak yazar bununla da yetinmeyerek okuyucuya vapurla yapılan bir Boğaz gezintisini çok görmemiş. Bu bölümde şehrin Anadolu yakasının o dönemki resmi de karşımıza çıkıyor. Eksen’in anılarında yaptığımız sürükleyici yolculukta, zamanla büyüyen ve İstanbul’a dair merak duygusu artan bir birey görüyoruz. 1960 askerî darbesi ve sonrasında esen geçici özgürlük havası içinde, Galatasaray Lisesi’nde okuyan bir delikanlının çok renkli Beyoğlu’ndaki tanıklıklarının izinde artık var olmayan sinemalara, tiyatrolara girip çıkıyor, birbirinden farklı eğlence mekânları ve barlarda soluklanıyoruz. Yazar bu esnada hoş bir denge içinde küçük hatıraları ve maceraları metne yerleştiriyor. Bütün bunları sıralarken iki önemli unsur var ki göz ardı edilemez. Bunlardan ilki, tüm anlatılanları destekleyen ve pekiştiren fotoğraflar elbette. Eksen, kitabında sık sık fotoğraflara başvurmuş; eski İstanbul fotoğrafları metinden alınan hazzı arttırırken her fotoğrafın altına koyulan açıklayıcı notlar, hayal gücüyle sınırlı olmayan bir dünyaya yolculuk yaptığını sık sık hatırlatıyor okuyucuya. İkinci unsur ise edebiyat. İstanbul deyince kendiliğinden akla gelen edebiyat, bu metinde de onu yalnız bırakmamış. Turgut Uyar’dan İlhan Berk’e, Özdemir Asaf’tan Orhan Veli’ye birçok şairin dizeleri, okuru İstanbul’un çeşitli yerlerinde gezdiren Eksen’in kaleminden yeri gelince dökülüveriyor. Metinde, Burgazada der demez akla gelen Sait Faik’le ilgili de çarpıcı bölümler mevcut. İstanbul’da Bir Nihavent Tango/ İlhan Eksen/ Everest Yayınları/ 216 s. İ SAYFA 20 27 EKİM 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1132