Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
¥ İyi hesaplanmış risk, risk değildir zaten. Örneğin bizim Yapı Endüstri Merkezi’ni çok ortaklı olarak kurmamız, bir anlamda riskin hesaplanması ve dağıtılmasına yönelikti. Üstelik üretici kuruluşların da birikisi dışında hiçbiri bizi yüreklendirmedi. Hatta destek olanlar da “Başkaları denedi bu işi, başarılı olamadı. Kaldı ki siz ticaretten de gelmiyorsunuz, çoğunuz üniversiteden geliyorsunuz, bu işi nasıl kotaracaksınız?” diyordu. Ama girişim için iyi bir hesapla yola çıktık ve başardık. ke bugün başka şeyler konuşuyor olsaydık. Peki, Türkiye kalkınmıyor mu? Tabii kalkınıyor; ancak gelişmiş ülkelere göre yavaş kalkınıyor. Burada bir şeyler yaptığımızı sanıyoruz ama yurtdışına gittiğimizde farkı gördüğümüz zaman başımıza balyoz düşüyor. Dolayısıyla kişilerin çok düşünmeleri, etraflarına iyi bakmaları ve iyi algılamaları gerekiyor. Hatta “bakmak” da yetmiyor; “görmek” gerekiyor. “İNSANIN KENDİSİNİ ANLATMASI ZOR…” Aferin Desinler Diye, aslında sizin yeni kitabınız… Mimarlar Dik Durur ve Anılar Kuşlar Gibidir’de, kendinizle baş başa kalarak metinleştirdiğiniz fikir ve gözlemler yer alıyor. Bu sefer ise karşımızda, Derya Nüket Özer’e verdiğiniz yanıtlardan oluşan bir kişisel tarih anlatısı var. Bu iki anlatma/aktarma biçimi arasında büyük farklılıklar görüyor musunuz? Bu, bir biyografi kitabı. İnsanın kendisini anlatması zor… Kendiniz yazdığınız zaman, kendinizce önemli bulduğunuz şeyleri ifade ediyorsunuz; okuyucunun neyi merak edebileceğini pek de bilemiyor, kestiremiyorsunuz. Dolayısıyla karşınızda soruları doğru bir şekilde soran bir insanın olması sizi daha kapsamlı, içten cevaplar vermeye zorluyor. Öte yandan soruları soran kişi, okuyucunun da temsilcisi konumunda. Örneğin, şu an siz de okuyucuyu temsil ediyorsunuz; merak edilebilecek soruları yöneltiyorsunuz. Bence bu çok önemli… Öte yandan açıklamalarda anlaşılmayan, eksik kalan noktaları didikleyebiliyorsunuz, deşebiliyorsunuz; konu daha kolay anlaşılır hale geliyor. Kendiniz yazdığınız zaman daha didaktik de olabiliyorsunuz. Son kitabın bir başarısı varsa, burada Derya’nın çok büyük payı var. Onun isabetli sorularıyla kitap çok daha kolay okunur, kolay anlaşılır hale geldi herhalde. Aferin Desinler Diye, otuz sene öncesine dayanan ve fotografik hafızanızdan süzülen, okuyucunun ise zihninde canlanıveren görsel, işitsel ve mekânsal detaylarla dolu. Hayatınız boyunca bu gibi günlük yaşam notları almadığınız doğru mu? Doğru, çok not tutarım ama bilgiye ilişkin. Diyelim ki bir düşünürün söylediği özlü bir söz vardır, onu bir kenara kaydederim. O tür bir arşivciliğim var ama günlük hayatıma ilişkin notlar yazmadım hiç… Belleğim güçlü; kolay kolay unutmuyorum. Gerçi kötü şeyleri çok çabuk unuturum ama iyi şeyleri bellekte saklarım. Belleğim beni yüzüstü bırakmadı; buna şükrediyorum. Öyle olmasaydı zaten bunları anlatamazdım. Kişinin anılarından bahsetmesi, yalnızca bir yaş meselesi midir? “Artık anılarımı paylaşabileceğim yaşa geldim” demek mi gerekir? Yoksa birikmiş deneyimlerin yarattığı bir tür borçlanma ile mi ilgilidir? Herkesin anısı vardır; sekiz yaşındaki çocuğun da… Ama bu anılar, biriktiği ve eklemlendiği zaman daha bir anlatılmaya değer oluyor. Onlarla birlikte yaşıyor, birlikte yoğruluyorsunuz. Onlar üzerinden adeta tarihi bir belge gibi o döneme, dönemin olaylarına ışık tutabiliyorsunuz. Çoğu yitip gitmiş, unutulmuş… Birçoğunun tekrarı yok artık. İnsan, çevresinden soyutlanmış, o ortamı hazırlayan olaylardan soyutlanmış bir şekilde yaşamıyor ki! üstri ak ola rla fleşme erimiz apsak? nda amacı kinlik ışımız u. Peama geliştirvereyi daha için. Harbiılım du: Yatabe girdi noktase Yapı ük. Are, üre yaygınin ya. törünm ne miyorum ğa zence triından İstanyılında sanıyouk. İlk alanı nradan ilkin düzü Fuarı rulu lik ve e çoğamüzün niz öğüt n, yeBiz e, reneticiapamıiçinde mek, k yetielikler dar koim yamayabiilirsiniz irsiniz. mak ler ol¥ 1132 “MİMAR, BU ANLAMDA İYİ DONATIMLI İNSANDIR” Peki, sizce mimar oluşunuz, akademik üretimlerde bulunmanız, el attığınız her işi bilimsel bir tabandan algılamanızda ve o taban üzerine inşa etmenizde fayda sağlamış mıdır? Kesinlikle! Bakın, zaman zaman mimarlar konusunda, “İş bulamadıkları için her işte çalışıyorlar” deniyor. Oysa ki mesele bu değil… Mimar, çok geniş kapsamlı düşünmeye alışmış insandır. Basit bir örnekle, henüz binayı planlarken çatıdan suyu nasıl indireceğini düşünmek zorundadır. Mimar, öncelikle, planlama fikrine sahiptir. Her işin, her girişimin bir planı olmak zorundadır. Dolayısıyla mimar, bu anlamda zaten iyi donatımlı bir insandır. Benim mimarlıkta edindiğim bilgileri ve davranış biçimini öteki alanlarda da kullandığım kuşku götürmez. Reklamcılık alanında, YEM’de, başka yöneticiliklerde ve görev aldığım diğer pek çok sosyal kurumda mutlaka bu planlama fikrinden yararlanmışımdır. Kariyeriniz boyunca öncelikle Yapı Dergisi ve YEM’in varlığıyla ama aynı zamanda asistanlığınız, akademiyle kurduğunuz yakın ilişki üzerinden daimi olarak kenti yakından takip eden, kent üzerine, mimarlık üzerine söz söyleyen, söz söyleyenlerle bir arada bulunan ve fikrini insanların duyabileceği şekilde dile getirme şansına sahip aslında bir aktör oldunuz. Ancak Türkiye’nin kentsel ve kamusal mekânlarının kaderinde, sözünü ettiğimiz 50 yıllık aralıkta –üzülerek söylüyorum ki iyi yönde pek az şey değişti. Her yönetim tartışmalı yıkımları ve çoğunlukla şaibeli başka inşaatları beraberinde getirdi. Geriye dönüp baktığınızda kendi söylemlerinizi tekerrür içinde bulmak belli bir hayal kırıklığı hatta bıkkınlık yaratıyor mu? Açıkçası, evet… Bu anlamda çok yoruldum… Ben bir yandan da hep yazmayı denedim. İnanıyorum ki yazmak, düşünmenin, bilgilenmenin en güzel yoludur. Yazmak için çok okur, çok araştırırsınız, bilgilenir ve düşünürsünüz. Edindiğim bilginin de esasında biraz yazmaya dayandığını, yazma sayesinde arttığını söyleyebilirim. Herkes yazabilir aslında; ancak yazmak için öncelikle bu yollardan geçilmesi gerekir. Türkiye, ne yazık ki kötü yönetiliyor. Bu, yalnızca bugünün konusu değil; yıllardan beri kötü yönetildi. Yöneticilerimiz az düşünüp, az planlayıp kendi bildiklerince çok şey yapmaya çalıştı. Her konuyu en iyi bilenin kendileri olduğunu düşündüler; uzmanlıklara, bilgiye saygı göstermediler. Bu nedenle, düşünen insanlar çoğu kez salt onları eleştiren konumunda kaldı. 1965’te Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri olduğum dönemde söylediklerimiz, bugün hâlâ geçerlidir. İmar afları, gecekondu afları yapmayın, plan yapın dedik. Aradan bunca yıl geçti ama anlayış pek değişmedi. Ben de elbette aynı şeyleri hâlâ söylüyor olmaktan ötürü üzgünüm. Keşke olabilseydi de, bütün o söylediklerimiz o günlerde gerçekleştirilmiş olsaydı! Keş Aferin Desinler Diye “Doğan Hasol Kitabı”/ Yayıma Hazırlayan: Derya Nüket Özer/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 412 s. 27 EKİM 2011 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1132