22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Doğan Hasol kitabı ‘Öncelikle bir görev adamıyım’ Ë E. Seda KAYIM lli yıllık hayat kesitinizde çok sayıda ve eşzamanlı işiniz, göreviniz ve sorumluluğunuz olduğunu görüyoruz. Mimarlık, yayıncılık, fuarcılık ve reklamcılık uğraşlarınızdan birkaçı… Bunların arasında Galatasaray Spor Kulübü ve Mimarlar Odası’nda, öteki mimarlık kuruluşlarında yöneticilik ile YapıEndüstri Merkezi’nin kuruculuğu gibi yüksek profilli uğraşlar da mevcut. “Bir koltukta üç karpuz taşımak” olarak tanımladığınız bu çok yönlü girişimcilik güzergâhını nasıl anlamlandırıyorsunuz? Benim her an taşıdığım, en az üç karpuzdur herhalde! (Gülüyor.) Yaşamım biraz daldan dala gelişti ama bu bilinçsiz bir daldan dala konma hali değildi. Rastlantılar olmadı değil elbette… Örneğin, kardeşimin vefatı üzerine reklamcılık yapmak zorunda kaldım. Ama bütün bunları hep görev bilinciyle yapmaya çalıştım. Kendimi tanımlayacak olursam, bir girişimciden çok, öncelikle bir “görev adamı” olduğumu söylerim. Gerçi, insan henüz kendini kanıtlamadan bunca farklı dalda faaliyet gösterdiğinde buna “maymun iştahlılık” diyebiliyorlar. Ne zaman ki ürünler vermeye başlıyorsunuz, yorum değişiyor: Bu kez, “karizmatik kişilik” demeye başlıyorlar. Çok yönlü ve çok disiplinli kariyerinizin miladı neydi? Daha Mimarlık Fakültesi’nin son sınıfındayken beni, Bülent Özer’in bazı öğretim üyeleri ve asistanların katılımıyla çıkardığı Mimarlık ve Sanat dergisine çağırdılar. İlk yayıncılığım böyle başladı. Mezun olmama yakındı; Bülent Özer adeta bir oldubitti şeklinde hocalarla, Prof. Kemali Söylemezoğlu ve Prof. Orhan Safa ile konuştu ve benim üniversitede asistan olarak kalmama zemin hazırladı. Öylece asistan oldum. Bir süre sonra parasal soluğumuz tükendiği için Mimarlık ve Sanat’ı kapatmak zorunda kaldık. Hemen peşinden Mimarlar Odası yeni çıkarmaya başladığı Mimarlık dergisi için ekip olarak bize talip oldu. Ben de orada yayın uzmanı olarak görev aldım. Çalışmamdan memnun kalmış olacaklar ki, bir cumartesi günü gitmediğim bir Mimarlar Odası Genel Kurulu’nda yönetim kuruluna seçildim. Ardından, pazartesi günü çağırdılar, “Yönetim kurulu toplantısı var; seni sekreter üye seçeceğiz” dediler. Reklamcılık ise kardeşimin konusuydu. Onun bir trafik kazasında, ani bir şekilde vefatı üzerine Has Reklam’a çaresiz el atmamız gerekti. Orada sanıyorum ki benim koyduğum katkı, araştırmacı reklamcılığı başlatmamız oldu. O tarihte araştırmacı gazetecilikten söz edilirdi ama araştırmacı reklamcılıktan hiç söz edilmezdi. Oysaki bir ürünün reklamını yapacaksanız, önce 2011 ¥ İy zat tri Merk mız, bir dağıtılm kuruluş bizi yür olanlar şarılı ol gelmiyo geliyors nız?” d hesapla E Aferin Desinler Diye, kapağı üzerinde de belirtildiği gibi bir “Doğan Hasol kitabı.” Derya Nüket Özer’in soruları eşliğinde şekillenen kitap, Hasol’un öznel deneyimleri ile kamusal deneyimlerinin “çakışarak çatallandığı”, çok yönlü ve elli yılı kapsayan bir hikâye sunuyor. Üstelik de bu, bir tür girişimcilik hikâyesi: İTÜ Mimarlık Fakültesi mezuniyeti ardından asistanlık, Mimarlık Dergisi ve Mimarlar Odası görevleri; Has Reklam, Hasajans, PİAR’ın kuruluşu ve elbette YapıEndüstri Merkezi, Hasol’un “koltuğundaki karpuz”lardan yalnızca birkaçı. Doğan Tekeli’nin “çok cepheli, zengin bir yaşam öyküsü” olarak tanımladığı bu kitap, “geniş bir vizyon, mesleğin farklı alanlarında giderek büyütülen hedefler ve onlara ulaşmak için durmak bilmez bir çalışma” ve “sadece mimarlar değil, tüm diğer kuşaklar için ilham verici ve yüreklendirici” bir hikâye ortaya koyuyor. Aferin Desinler Diye’nin yayımlanması üzerine bir araya geldiğimiz Doğan Hasol’la kariyeri ve mimarlık mesleğini konuştuk, girişimcilik ruhunun doğasını ve anıların aktarılması deneyimini ayrıntılı bir şekilde ele aldık. SAYFA 16 27 EKİM araştırmasını yapmanız gerekir: Reklamı ne için yapıyorsunuz, hedef kitleniz nedir, hangi mecralarda hangi dozda yapmanız gerekir? Bütün bunları baştan araştırıyorduk. Tabii o fikir daha sonra piyasa araştırma firması PİAR’ı doğurdu. PİAR’ın kurucularını oluşturan ekip ise Hastaş’ın danışmanlığını üstlendiğim Körfez Şehri girişimi döneminde bir araya geldiğimiz isimlerdi. Dönemin tek araştırma kuruluşu PEVA’da çalışmış olan Bülent Tanla’nın yanı sıra, Bülent Ünal, Akın Alyanak, Ali Yetkin Mutlu, sonradan YASED Genel Sekreteri olacak Abdurrahman Arıman, Hüseyin P. Pur gibi isimlerdi. Tüm bu girişimcilik hikâyesinin belki de en uzun soluklu ürünü olan YapıEndüstri Merkezi’ni (YEM) kurduğunuz tarih de, oldukça erken bir tarih. Mimarlık ve yapı sektörüne hizmet edecek bir “bilgi merkezi” oluşturma iddiası, ilk olarak nasıl aklınızda belirmişti? Böylesi bir kuruluşa duyulan ihtiyacı nerede gördünüz? Daha üniversite yıllarında, yurtdışında benzer kuruluşların varlığından haberdardım. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 80’i yıkılan Rotterdam’da, kentin yeniden inşa edilmesi gündeme geldiği zaman gerçekleştirilen ilk bina “Bouwcentrum” (yapı merkezi) binası olmuş, şehir oradan sağlanan bilgiye göre yeniden inşa edilmişti. Bu, çarpıcı bir örnekti. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugün “Mühendishane” diye anılan ve lokanta olarak kullanılan yapısı o zamanlar böyle bir yapı malzemesi sergisi için hazırlanıyordu. İmar ve İskân Bakanlığı’nın da buna benzer bir girişimi vardı: Bugünkü Harbiye Kongre Merkezi’nin olduğu yerde bir yapı malzemesi sergisi gerçekleştirilmesi düşünülüyordu; hatta maketi bile yapılmıştı. Fakat zaman içinde gördük ki o girişimler çok yavaş ilerliyor, hatta yerinde sayıyordu. O dönemde taşıdığım “karpuzlar”dan bir tanesi de, Lufthansa’nın Elmadağ’daki ofisinin içmimarlık düzenleme işiydi. Bu iş için Lufthansa’nın merkezinden gelen Avusturyalı bir mimar, piyasada mevcut yapı malzemelerini görmek istedi. Ben de kendisini Perşembepazarı’na götürdüm. O zaman yapı malzemesi ancak Perşembepazarı’nda bulunurdu. Dükkânlarda tek tük bir şeyler vardı; fayansların çoğu zaten işportada satılıyordu. O dükkân, bu dükkân gezerken adam yoruldu. Şaşırdı da: “Bütün bu malzemeyi topluca görebileceğimiz bir merkez yok mu?” dedi. Benim açımdan çok çarpıcı bir deneyimdi. O gün böyle bir merkezin kurulması gerektiğine iyice inandım ve “Biz bunu yapabiliriz!” diye düşündüm. “İYİ HESAPLANMIŞ RİSK, RİSK DEĞİLDİR” Ancak YEM’le hedefiniz, sosyal sorumluluk düsturunun yanında ticari kimliği de olan bir işletmeydi. Dolayısıyla “yapabilmek” ile doğru orantılı finansal parametreler devreye girmiş olmalı… Genç bir asistan olarak YapıEndüstri Merkezi’nin kuruluşuna nasıl önayak olabildiniz? YEM’i üniversiteden arkadaşlarla imece halinde, adeta bir kooperatifleşme gibi kurduk. İlk adımda tereddütlerimiz oldu: dernek mi yapsak, vakıf mı yapsak? Sonra “şirket”te karar kıldık. Aslında kimse ya da çoğunluk diyelim, kâr amacı gütmüyordu. Bir tür toplumsal etkinlik biçiminde gerçekleşecekti; yola çıkışımız böyle bir idealist yaklaşım taşıyordu. Peki, kâr etmesin mi? Tabii edecekti ama ağılıklı olarak kendi etkinliklerini geliştirmek için edecekti; daha iyi hizmet verebilmek, iyi yayın yapabilmek, bilgiyi daha iyi derleyebilmek ve aktarabilmek için. YEM’in ilk daimi sergisi 1968’de Harbiye’de açıldı. YEM için farklı bir atılım zincirini temsil eden yıl ise 1973 oldu: Yapı Kataloğu, Yapı Dergisi, Yapı Kitabevi… Bütün bunlar 1973’te devreye girdi ve YEM tarihinde yeni bir dönüm noktası oluşturdu. 1978’e geldiğimizde ise Yapı Fuarı’na girişebileceğimizi düşündük. Artık sektörde ürün sayısı da, çeşit de, üretim kapasiteleri de artmıştı. Yani yapı malzemesi bilgisinin yaygınlaştığı ve fuar ölçeğinde bir sergi için yapılanmanın hazır olduğu dönemdi. Geçen sürede Türkiye yapı sektöründe çok büyük gelişmeler oldu. Bizim ne kadar etkimiz olmuştur, onu bilemiyorum ama sektörün gelişmesinin fuarcılığa zemin hazırladığını düşünebiliriz. Önce tribünleri sökülüp sergi kurulan, ardından yeniden takılıp basketbol oynanan İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda 1978 yılında yapı fuarlarını başlattık. O zaman sanıyorum 1500 m2 net alan kullanıyorduk. İlk başlarda 6000 m2 civarındaki brüt alanı bile tam değerlendiremiyorduk, sonradan üst katları da kullandık. Ardından, ilkin Yeşilköy’e geçtik, sonra da Beylikdüzü TÜYAP’a… Bugün İstanbul Yapı Fuarı 81.000 m2’lik bir kapalı alanda kuruluyor. Fikir alışverişi, finansal birliktelik ve geliştirme anlamında ortaklıklar ile çoğalan üretimleriniz üzerinden, günümüzün girişimcilerine başarı için vereceğiniz öğüt ve tavsiyeler nelerdir? İnsanların, özellikle de gençlerin, yeteneklerini iyi keşfetmeleri gerekir. Biz çoğu kez yeteneği yalnızca müzikte, resimde, heykelde arıyoruz. Oysa yöneticilik de bir yetenek; o işi de herkes yapamıyor. Girişimciliğin ve yöneticiliğin içinde doğru ve zamanında karar verebilmek, kararları iyi ve hızlı uygulayabilmek yetileri yatıyor ve şayet kişilerde bu nitelikler yoksa sonradan geliştirilmesi o kadar kolay değil. Nasıl ki çok çalışarak resim yapabilirsiniz ama iyi bir ressam olamayabilirsiniz; çok çalışarak yönetici olabilirsiniz ama çok iyi bir yönetici olamayabilirsiniz. Peki, kariyerinizde aldığınız, almak zorunda kaldığınız çok büyük riskler oldu mu? Risk, gerçekten de iş haya¥ tında kaçınılmaz bir olgu mudur? “MİM İYİ D Pek mik üre her işi b nızda ve fayda sa Kes marlar k için her ki mese kapsam Basit bi ken çatı şünmek planlam girişimi Dolayıs donatım ta edind ni öteki götürm YEM’d rev aldı da mutl lanmışım Kar Dergisi zamand duğunu olarak k üzerine söz söyl fikrini i dile get tör oldu ve kamu zünü et rek söyl değişti. ve çoğu beraber tığınızd içinde b hatta bı Açık ruldum mayı de düşünm ludur. Y rırsınız, Edindiğ yazmay arttığın aslında; yollarda yazık ki bugünü kötü yö nüp, az çok şey iyi bilen ler; uzm diler. B ğu kez s kaldı. 1 Şubesi G nemde çerlidir. yapmay bunca y di. Ben yor olm olabilse günlerd CUMHURİYET KİTAP SAYI 1132 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear