05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Taylan Kara’yla ‘Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt’e dair ‘Okuyucuyu harekete zorlayıp rahatsız etmek için yazıyorum’ Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt, “aşırı iletisi” olan bir kitap. Bu işi, iletisini zaman zaman gözlere sokarcasına yapıyor. Gevezeliğin bütün olanaklarını zorlayarak okuyanı söz ile eylem arasındaki pasaport kontrol noktasına götürmeyi amaçlarken bulunduğu söz dünyasının sislerinin arasından okuyucuya asıl olan hayatı işaret ediyor. Taylan Kara’yla Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt‘ü konuştuk. Ë Sevinç KIRGIL öyle de Buyurabilirdi Zerdüşt üçüncü kitabınız. Her kitabınız farklı bir biçeme sahip. Türler arası geçişlerin üslubunuz üzerindeki etkileri çerçevesinde değerlendirecek olursanız üslup ve konu ilişkisi hakkında neler söylersiniz? Bir metni yazmaya başladığımda özellikle belli bir edebi biçimde olmasına çalışmıyorum. Önemli olan anlatılmak isteneni en iyi şekilde ifade edebilecek biçimi seçmek. Üslup elbette ki önemli ama anlatılacak konunun önüne geçmemeli. “FARKINDALIĞI ARTTIRMA AMACINDAYIM” Sanat ve yazın ilişkisini ele alacak olursanız, “sanatsal” olan size ne ifade ediyor? Neden yazıyorsunuz? Picasso “Sanat gerçeği anlamaya yarayan bir yalandır” der. Ben bu söze sadık olmaya çalışıyorum. Amacım, “dürtmek”; sözcüğün tam karşılığı bu, dürtmek. Okuyucuyu harekete zorlamak, rahatsız etmek. Genel olarak benim sanata bakışım mevcut egemen görüş açısından değerlendirecek olursak bildiğiniz “dinozor” bakışı. Sanat, “farkındalığınız üzerinde değişiklik yapar.” Dünyaya, çevrenize, kendinize bakışınızı değiştirir. Edebiyat alanı için konuşacak olursak bir roman okuduğunuzda (diyelim teması aşk olan) onu okuduktan sonra o konudaki farkındalığınız artar ya da azalır. Kısacası sanat eseri sizin algınızı daha hassas hale getirebilir ve artık orada daha çok şey görüyor olabilirsiniz. Çağın serbest piyasayla uyumlu sanat anlayışında sıklıkla görüldüğü gibi azaltabilir de. İşte ben kapasitem yettiğince farkındalığı arttırma amacındayım. Üslup, tema, izlek gibi yazının ayrılmaz bileşenlerini hep bu doğrultuda işlemeye çalışıyorum. Bu ilkeye yaklaştıkça kendimi başarılı, ondan uzaklaştıkça başarısız olarak görürüm. “Farkındalığı arttırmak” zor bir amaç… Dünya başlı başına bir tüketim toplumuna doğru evrilirken; popüler olanın, çabuk tüketilebilir olanın öne çıktığı toplumsal koşullar altında böylesi bir amaç edinmek, ‘aykırı bir duruş sergilemek’ belki de. Sanat eseri ve farkındalık ilişkisini biraz daha açsanız… Bugün için genelgeçer “ana akım saSAYFA 6 B nat”ın temel işlevi zaman geçirmek, rahatlatmak ya da mutlu etmek. Bireyleri ve kitleleri uyuşturan, estetik bilinci körelten, alıklaştırıcı bir “sanat” anlayışı bu. Bu “sanat” anlayışı, dünyanın mevcut durumunun sürmesini isteyenlerin yücelttiği bir şey. Buna karşı duran damara kendimce katkı koymaya çalışıyorum. Savunmaya çalıştığım anlayışı bir kavramla ifade edecek olsaydım ona “aşırı gerçekçilik” ya da Thomas Bernhard’ın dediği gibi “hakikat fanatizmi” diyebilirdim. Sanatın popülarize edilerek içeriksizleştirilmesine karşısınız. Onun yerine daha gerçekçi, yaşayan bir sanat anlayışı içindesiniz anladığımız kadarıyla. Başucu yazarlarınız kim? Biçem açısından Elias Canetti, Henry Miller, Emile Cioran ve Thomas Bernhard örnek aldığım yazarlar. Hayranlık duyduğum yazar ise Stanislaw Lem. Gerçi Lem’in yazdıkları ile benimkiler arasında hemen hemen hiçbir benzerlik yok ancak onun insana bakışta durduğu yer, benim için şu anda aşılmaz gibi görünen bir eşik. Son kitabınızda ilk dikkati çeken şey kitabın başlığı ve alt başlıkları: “Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt”, “Burjuvazinin Gizemsiz İticiliği”, “Dinle Küçük Adam”, “Devlet ve İhtilak…” Buradaki başlıklar, metnin içeriğiyle ilgili olarak az çok okuyucunun bildiği çeşitli klasik eserlere gönderme. Hiç okumayan birisi bile Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabını duymuştur. Diğer başlıkların kaynağı olan Luis Bunuel’in Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği, Lenin’in Devlet ve İhtilal ya da W. Reich’ın Dinle Küçük Adam’ı da daha az bilinen ama yine de alanlarında çok bilindik eserler. “SORUMLULUK HİÇ HOŞ OLMAYAN BİR ŞEY” Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt kışkırtıcı, hatta biraz provakatif bir biçemle yazılmış. Neden? Kışkırtıcı olmaya özellikle çalışıyorum. Çünkü esaslı bir değişiklik arzu eden, değiştirmek istediğini harekete geçirmek istiyorsa ona enerji yüklemek zorunda. Eğer okuyucu, kitabımı okuduktan sonra çevresine baktığında, okumadan önce gördüğünden daha çok şey görüyorsa kendimi başarılı sayarım. Öbür türlüsü uyutucu sanattır, çöpe atılması gerekir. İnsan hayat karşısında kenara geçip seyretme gibi pasif bir konumda durma şansına sahip değil. Yaptıklarıyla ve daha çok da yapmadıklarıyla o, aktif bir durumda; bundan ne kadar rahatsız olursa olsun durmadan seçim yapar. “Bir şey yapmama” ya da “tarafsız kalma” tutumları mevcut durumun sürmesinden yana tavır almak demek. İnsan hayat karşısında sorumluluktan kaçamaz. Bu söylenenler sanat eseri ve onun üreticisi için çok daha fazla geçerlidir. Sorumluluk hiç hoş olmayan bir şey; dünyada olan bitenden kendine görev yontmak ya da suçluluk duymak çok yorucu bir iş. Ama insan olmak zaten kendi başına yorucu bir iştir. Arka kapakta kitabınızın “aşırı iletisi” olduğunu söylüyorsunuz. Bu ifadeyle ne kastediyorsunuz? Sanat, eğer bir içerik taşıyorsa ki mutlaka taşır kaçınılmaz olarak “iletken”dir. Üslubuyla olsun, işlediği temalarla olsun daima bir iletisi vardır. Suyun sıcaklığının, cisimlerin şeklinin olması gibi onun ayrıştırılamaz parçasıdır. “Hiçbir iletinin olmaması” ya da “ben hiçbir mesaj vermiyorum” ifadeleri sadece palavra değil büyük bir yalandır da… Benim yaptığım bu bariz gerçeği abartarak dile getirmek sadece. Bir filin “ben zürafayım” demesi nasıl ki zürafa olmasına yetmezse “mesaj vermiyorum” demek de tıka basa mesaj dolu bir eserin içindeki mesajı yok etmez. “Mesaj taşımayan sanat eseri”, “soğuk ateş” ya da “Ateist Hıristiyan” demek gibi bir şeydir. “Oksimoron” denen şey bu. Kitabın başında “bütün bunları okuduktan sonra hâlâ aptal olmadığını anlamadıysan gerçekten aptalsın demektir” diye bir cümle var. Bunlar sert ifadeler değil mi? Bu tarz iddialı, sert ifadelerle ne amaçladınız? Benim için, okuyucuya karşı yapabileceğim en büyük ahlaksızlık onu kandırmak. Dünyada yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu, tarihi, üzerinde yaşadığı coğrafyayı, yaşadığı evrenin nasıl oluştuğuna dair bilimsel bilgileri, insan türünün biyolojik geçmişini bilmez; bilmemenin eksikliğini de hissetmez, merak da etmez. Dünyanın bütün ülkelerinde halkın büyük bir çoğunluğu ne tarih, ne astronomi, ne mantık, ne matematik ne de biyoloji bilir. Çoğunluk, her yerde bir avuç “profesyonel uzman yönetici” tarafından yönetilir, sözcüğün tam anlamıyla “güdülür.” Bunun bir sürü gerekçesi vardır, onları tartışmıyorum ama gerçek bu. İnsanların çoğu için bilim algısı iki bin dört yüz yıl önce Aristoteles dönemindeki bilim algısından farklı değil. İnsan, bugünü anlamak istiyorsa yaşadığı evreni, gezegeni, türünün sosyal ve biyolojik tarihini bilmek zorunda. Eğer bu alan mitoslarla, kulaktan dolma bilgilerle dolarsa ki çoğu insan için bu ne yazık ki böyle o insan dünyayı anlayamaz, algılayamaz, çevresinde olan biten şeyleri kavrayamaz. Goethe, “3000 yıllık insanlık tarihinin muhasebesini yapmamış olan insan günübirlik yaşayan insandır” der. İnsanların yüzde 99’u Goethe’nin “günübirlik yaşayan insan” diye nitelendirdiği kategoriye girer. Yine aynı oranda insan, atomun içinde ne vardır diye merak etmez, Gödel’in ya da Turing’in kim olduğunu hiç duymadan bilgisayar başında “chat yapar.” Descartes’i ve Platon’u tanımadan “dualistik” düşünür. İnsanların çoğu “Ben kimim?”, “Dünya ve evren nasıl bir yer?” gibi soruları ya hiç sormamış ya da bu alan safsatalarla doldurulmuştur. İnsanların çoğunun bildiği hemen hemen her şey tümüyle yanlış. Şimdi düşünelim. Bütün bu veriler önümüzde duruyorken insan türünün çoğunun akıllı ve yetkin olduğunu söylemek onu kandırmak değil mi? Bu kitap okuyucuya insan türünün büyük bir çoğunluğunun (içinde kendimi de sayıyorum) akli yeteneğinin yetersiz olduğunu anımsatmaya çalışıyor. Bunların içinde kendimi de sayıyorum çünkü okumanın bende bıraktığı şey, ne kadar cahil, ne kadar bilgisiz ve dünyayı algılama konusunda ne kadar yetersiz olduğum yargısını pekiştirmek oldu. Sizce bu konuda neler yapılmalı? Elimde elbette her derde deva reçete yok. Ne yapılması gerektiğiyle ilgili ayrıntı verebilecek yetkinlikte de değilim. Bana göre yapılacak ilk şey insanın çevresindeki mistik buhardan sıyrılıp içinde yaşadığı nesnel gerçekliği kavramaya çalışması. İnsanın akli yetmezliğinden kurtulabilmesinin tek yolu bu yetersizliği kendine sorun yapıp ondan kurtulmaya çabalaması. İçinde yaşadığı sosyal, kültürel, ekolojik felaketi anlamaya yönelmeli; onu değiştirebilmenin yolu bu. İnsan, on binlerce yılda yarattığı kültürü tahrip ediyor. Dünyada var olan korkunç eşitsizliğin, adaletsizliğin ve kâr hırsının artık insan türünün biyolojik varlığını tehdit ettiğini görerek her yanından kendisini kuşatan genetik, sosyal, ahlaki sınırlılıklarını aşmaya zorlamalı. Kısaca, insan merkezciliği bırakıp bir tür “tür ahlakı” edinmek, onu yaratmak zorunda. Bu açıklamalar çok detaylandırılabilir. Bütün bunlar birer ahlaki tercih değil; artık insan türünün devamı için şart. Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt hakkında son olarak neler söylemek istersiniz? Bu kitabı okuyucuya birkaç cümleyle anlatın desem… Bu kitabı fazla abartmıyorum. Her ne kadar bunun karşısında olsa da en nihayetinde insan türünün gerileme ve toplumsal çöküş döneminde yazılmış, her yerine çürümenin ve çöküşün bulaştığı bir kitap. Tarihin iyimser, ilerleyici ve hareketli dönemlerinde yaşasaydık, ben bu kitabı diğer iki kitabımla birlikte çöpe atardım. Bu kitapları yazmamın amacı da bu zaten: bir gün bu kitapların çöpe atılacağı bir toplumsal yapıya kavuşmak. ? Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt/ Taylan Kara/ Hayal Yayınları/ 84 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1057
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear