Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Atilla Polat’la ‘Berduş Kediler Kırnavalı’nı konuştuk ‘Yazı bir evrense bu evrenin bir komiği, bir çelişkisi olmalı’ Atilla Polat’ın mizah anlayışının arkasında güçlü bir tarih birikimi var. Özellikle mitolojik anlatılardan beslenen mizah anlayışı, günümüz dünyasına da farklı bir gözle bakabilmesini sağlıyor. Dünyayı var eden ışığın, suyun ve dünyanın var oluşunu anlamlandıran insan ruhunun gülmeyle hatta kahkahayla yaratıldığına inananlardan. Sahip olduğu fizyoloji, farmakoloji ve patoloji gibi tıp bilgileriyle mizah anlayışını yasladığı Mısır mitolojisini harmanlayarak ve gerek sosyal gerek fen bilimleri alanındaki kavramları kişileştirerek örüyor birbirini doğuran öykülerini. Polat’la Berduş Kediler Kırnavalı üzerine söyleştik. Ë Senem ÖZCAN izden önce Berduş Kediler Kırnavalı’nın hikâyesini dinleyelim. Bu ilk kitabınızda muhalif kimliğinizi öne çıkardığınızı görüyoruz. Sizce muhalif olmak yazarlığın bir gereği mi? Bir derdim elbette var ancak benimki biraz da edebiyatla aslında. Bunu mizahın tür olarak dahi kabul edilmemesi olarak açıklayabilirim; mizah kitaplarının alt raflarda yer alıp trajedinin ön plana çıkarılması. Tabii ki onlar da okunacak, o ayrı. Gülmek çok uzun dönem, toplumda değilse bile entelektüel toplumda ayıp sayılmış. Latif Demirci konuyla ilgili bir karikatür çizmişti. Bu karikatür benim entelektüellere bakışımı değiştirdi. Karikatür şöyleydi: Entelektüeller daha doğrusu yarı entelektüeller oturuyor, hepsinin suratı asık, sözde çok önemli bir şey düşünüyorlar. Sonra içlerinden biri kalkıp banyoya gidiyor ve gülüyor gülüyor gülüyor… Sonra odaya tekrar somurtarak girip oturuyor. Bir aradayken ciddi olma ihtiyacı duyuyor, yalnızken gülüyorlar. İşte ben bu ikiyüzlülüğü eleştirmek istedim. Eleştiri biçimi olarak da yazıyı kullandığım için yazının içinden bakayım istedim olaylara. O yüzden yazının enstrümanları üzerine mizah yapıyorum. Kediyi seçmemin nedeni de onun muhalif kimliği. Kedi evde yaşayan, bizimle yaşamayı kabul eden ama bize benzemeyen; kendine has özelliklerini hiç kaybetmemiş tek canlı türü. Eyvallahı yok. Karnını doyurduğunuz için kalkıp size yalakalık yapmaz. Bu yapı yazarlara çok benzer bence. O yüzden kedileri yazmak istedim. Kitap zaten kediler üzerinden başladı ama hepsi birbirini tamamlayan öyküler şeklinde devam etti. ‘KIRNAVAL, KARNAVALA BİR GÖNDERME; BİR KELİME OYUNU’ Kitabınızın ismi de oldukça ilginç. Ne demek kırnaval? “Karnaval” ile arasında bir fark var ama bu fark nedir? “Kırnav”, çiftleşmek isteyen dişi kedi anlamında. Bu seksüel döngüsünün artık çiftleşmeye uygun olduğunu gösterdiği döneme, eş aradığı döneme verilen ad. Kırnavdan karnavalı türetmemin sebebi ise karnavalların insanların çok özgürce gülebildikleri yerler olması. Gülmenin yasaklandığı dönemlerde karnavallarda serbestmiş sadece. Oraya bir gönderme, bir kelime oyunu olarak düşünebiliriz bunu. Yine kitabınızda günümüz insanının SAYFA 8 S arayışları, beklentileri ve yaşadığı kavram karmaşasıyla inceden inceye alay ediyorsunuz. Altın imge arayışı gibi. Bir yandan da Türkiye’nin yakın dönem siyasi ve sosyal geçmişine dokundurmalarda bulunuyorsunuz… Ortaokuldayken bizim mahallede organik aydınlar vardı. Halkın içinden insanlardı. Sonra bir sabah darbe oldu, onların evlerinden alındıklarını gördük. O güzel insanlar kayboldu. Onlar kaybolunca kültürel hayat da değişti. Turgut Özal’ın gelmesiyle birlikte Türkiye gerçekten çok farklı bir yere doğru gitti. Bu gidişat esnasında da kendini kaybedenler, bulmaya çalışıp da bulamayanlar, komik duruma düşenler oldu. Çünkü o dönemde iyi insanlar ya cezaevinde ya yurtdışında sürgündeydi. Burada kalanlar o boşluğu doldurmaya çalışırken o yarı entelektüeller kültür hayatımıza da balta vurdu. Bu değişimi ve bunalımları lise döneminde gözlemledik. O tarihlerde insan hafızası daha iyi, fotoğraf gibi alıyor ama yorumlaması sonraki dönemlere kalıyor. Bunları anlatmam gerekiyordu. Kitapta geçen telefon hadisesi de yaşanmış bir olay. Tabii ki Malatya’da değil ama ben kurgu olarak Malatya’da vermek zorundaydım. Gerçek bir olay ve beni çok etkiledi. Sonra Turgut Özal’ın getirdiği kavramlar vardı. Bu kavramlarla insanlar kahvede dalga geçerdi. Ben de imajı o şekilde işledim. Yani Özal’ın getirdiği her şeyle bir şekilde kafa bulundu da telefon ve imaj kavramlarıyla kafa bulmak da bana nasip oldu. Bu noktada aslında Zülküf de biraz dikkat çekici bir karakter… İstanbul’da işportacılık yapan arkadaşlarım vardı. Onları gözlemlerdim, gözlemlerken de Çin’den veya Afrika ülkelerinden gelen kültür simgelerine olan ilgiyi fark ettim. Yani öyle bir kültürel değişim oldu ki 12 Eylül’den önce Mao’yu, Marx’ı, Lenin’i okuyan insanlar birdenbire tapınç malzemelerine yöneldi. Hem entelektüel olmaya çalışan hem de düşünce tembelliği yapan; Latif Demirci’nin de çizdiği gibi salonda arkadaşlarının yanında ciddi duran, gidip banyoda gülüp gelen insanlar… Dönemin ruhunu yakalayan ve Özal’ın istediğitipte bir yatırımcı olan Zülküf karakteri de buradan hareketle doğdu. Abdo Efendi hakkında ne dersiniz? Abdo Efendi tamamen hayali bir karakter ama öykülerde geçen tüm karakterlerin toplumsal karşılığı var. Abdo Efendi de kapıcı ama kapıcılığı makamlı bir iş haline getirmiş. Makam Dağı’nın eteğinde büyüdüğü için gözü zirvede. Üniversitede Erganili arkadaşlarım vardı. Onların sayesinde, Erganililerin de makamı çok sevdiklerini fark ettim. Dağ olarak da Makam’ı seviyorlardı ve makamı, mevkisi olan insanları da seviyorlardı. O zaman şöyle bir şakamız oluyordu bizim: “Erganililer Makam Dağı’nın eteklerinde büyüdükleri için makam mevki peşinde.” Erganilinin ruh halini anlatan bir durum bu. Abdo Efendi de gurbete çalışmaya gitmiş, yaptığı iş de aman aman bir iş olmayan fakat memlekete geldiği zaman havasından geçilmeyen hatta oradan telefon açıp memleketi manipüle etmeye çalışan, hâlâ ağırlığım var orada benim diyen bir karakter. Ben de bu karakteri hicvetmek istedim. Abdo Efendi de birdenbire benim kontrolümden çıktı ve edebiyat şeyhi oldu. Ben bunu böyle tasarlamamıştım. Benim derdim gurbete giden, döndüğü zaman da hava atan tipi yazmaktı ama bu Atilla Polat’ın ilk kitabı “Berduş Kediler Kırnavalı”, mibambaşka biri oldu çıktı. “Yazah anlayışını edebiyat enstrümanlarıyla işlediği, mizar”ın kontrolünden çıktı, günahtolojik anlatılara bolca yer verdiği birbirini doğuran öykülerden oluşuyor. kâr oldu. ‘EVRENİN KOMİĞİNİ ORTAYA KOYMAYA ÇALIŞIYORUM’ Kitabınızda ve sitenizde yer alan öykülerde görülüyor ki mitoloji, özellikle de Mısır mitolojisi sizin için önemli yer tutuyor. Bu ilginin kaynağını bize açıklar mısınız? İlk mitoloji okumam el yordamıyla olmuştu. Liseyi okuduğum yerde kitapçı yoktu, okulun da bir kütüphanesi zaten yoktu. Üniversite döneminde mitolojiye tekrar ilgi duymaya başladım. Yine aynı dönemde Mezopotamya’ya ait mitolojik anlatıların neden olmadığını merak etmeye başladım. Varmış da ben o tarihte Doğu mitolojilerine ait kaynaklara rastlamamışım. Üniversitede bunlardan hareketle başladım mitolojik öyküler yazmaya. Kitapta da yer alan harflerin mitolojisini o dönemde kaleme aldım. Mitolojik öyküler uydurmaya devam ettim. Bunu sevmemin sebebi belki çocukça ama Mezopotamya’nın da mitolojisi olsun istememdi. O yüzden benim öykülerim Mezopotamya’da geçer. Mısır da bu bölgeye yakın olduğu ve Mısır kültüründe evrenin Tanrı’nın kahkahasıyla yaratıldığına inanıldığı için ilgimi çekti. Ne güzel bir Tanrı’ymış ki gülerek yaratmış. Mısır kültürüyle ilgilenmemin bunun dışında bir diğer sebebi de kedinin evcilleştirildiği medeniyet olması. Sizi kitabın dışında tuttuğumuzda kitapta geçen ‘yazar’ aynı zamanda Tanrısal özellikler de gösteriyor. Tanrısal anlatıcı da diyebiliriz sanırım. Bunun dışında anlatıcı ve bizim ismini bilmediğimiz altın imgeyi arayan karakter var. Bu karakterler aslında tek bir kişi mi? Onu ben söylersem tılsım bozulur. Aslında mizah biraz da orada… Öykülerinizin devamı geliyor mu? Evet, gelecek. İkinci kitapta da bu kitapta yer veremediğim, bilinçaltımda kalmış bazı şeyleri yazmayı planlıyorum yine edebiyatın enstrümanlarını kullanarak. Biz biyolojik evren dışında bir evren yaratmışız. Yazı bir evrense bu evrenin bir komiği, bir çelişkisi olmalı. Bu evreni en çok trajedi metinlerinde yüceltmişiz. Ben aslında bu tarz yazarken bu evrenin komiğini ortaya koymaya çalışıyorum. Bununla ilgili iki kitap daha yazmayı planlıyorum. Daha sonra farklı bir evrenin komiğiyle ilgili yazılar kaleme almayı planlıyorum. Dolayısıyla bu kitap devamıyla birlikte bir üçleme olabilir. ? senemozcans@gmail.com Berduş Kediler Kırnavalı/ Atilla Polat/ Gürer Yayınları/ 128 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1048