Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
D iir görüşü olmayan ozanın kişilikli bir şiir geliştirmesi beklenemez. Sözcükler arasındaki gizli ilişkiyi sezen, yeni imgeler oluşturmasını bilen bir ozanın şiirbilime bakışında öğretici özellikler vardır. Her ne kadar değişik bir şiir, görmesini bilen bir okura gizlerini açsa da, ozanın yorumu görmeyi kolaylaştırabilir. Hüseyin Atabaş şiirin gizilgücü olarak tanımlıyordu imgeyi. Şiiri şöyle yorumluyordu: “Şiir, gündelik yaşama kurgulanmış olan dil ile varılamayan aygılamaanlama derinliğine ulaşma işi ve bir duyarlık alanı oluşturma çabasıdır.” İmgenin dile çok katmanlı bir anlam derinliği kazandırdığına inanan Hüseyin Atabaş, “sözün akılda kalma ve içe işleme katsayısı”nı da yükselttiğine inanıyor (SİNCAN İSTASYONU, Şiirde İmgenin Yeri, Ağustos 2008). Dilin inceliklerini bilmeden, nasıl kullanılacağını denemeden şiirinin gizlerine varmak olanağı bulunabilir mi? eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN “Çıplak Su”da yıkanmak Umutsuzluğa sığınmak insanı kurtarmaz ki! Kendi korkusuna yuvalanmış insan konuşabilir mi? Korku toplumunda yaşamanın umutsuzluğunu bir sevi kırgınlığında göstermek isteyen Hüseyin Atabaş geçen zamanın bir yerinde eski kimliğini arıyor: “Gençliğim umudun uç beyi sanıyor kendini, cebinde metelik yoksa ne gam! Sabırdan denizler biriktirdim; takaya binip gelsem kıyılarına, karşılar mı beni eski hevesin? Martılar geçim derdinde ben cehennemin, çengelindeyim hâlâ gelgitlerin. Ey vaah ödevini yapmayı unuttu ömür defterim!..” Demek sevi ilişkisinin insanı kurtaracağına inanıyor Hüseyin Atabaş. Demek umutsuzluk da yeni bir umuda yol açabiliyor. Demek anımsamak bile yetiyor insana. OZANIN TOPLUMCU DURUŞU İnsana yaşama umudu veren, yeryüzünde bir işlevi olduğuna inanmasıdır. Bir “uğultu” halinde olsa da, sevi ilişkilerinin anısı yaşamaktadır: “Seni sevdiğim günlerin defterini buldum, dertlerimden eski birini: Seni sevmek kanat açmakmış göğe, aranızda uçan kuşun yere inmemesi bir daha!.. Bahar dalına konamamak gibi bir şeydi aşk ya da bozkırın deniz özlemiyle boğulmak. Sarışın çocuğu düşlerimin, kederin gülümseyen iç yüzü, İçimdeki rüzgârın uğultusu!..” Hüseyin Atabaş “kederin gülümseyen içyüzü” diyor. Enver Gökçe’nin yüzünde de o gülümseme vardı. Üzgünlüğü, yapıştırma bir gülümseme gibi kendimize yakıştırdığımızdan beri, şu yeryüzünde bir işlevimiz olduğuna inanmaya başladık. Bu uğultulu akışta eksik bir taş mı var? Belki de ozan olarak görevimiz o eksik taşı yerine koymaya çalışmaktır. O zaman bu bozuk düzen daha iyi işleyecektir. Hüseyin Atabaş “Uğultu” bölümüne Fuzuli’nin bu anlama gelen bir beyitiyle girmiş: “Bu işretgehin itmamında bir taş olmasa noksan Beni yerden yere nakleylemezdi dehr sultanı.” Yenilgiler içinden geçse de bir ozan duruşu vardır. O ozan duruşunda zor koşulları yenen bir iyimserlik olduğuna inanılır. Hüseyin Atabaş’a ne kadar yakışıyor o duruş: “Gözü pek çocuklardık; biz eskiden şiirle devrim yapardık, deniz kabuğuna sığınmış uğultunun çocuklarıydık!.. Her ayrılığın sonunda bir çukur bulunmalı özlemek için, deniz ürperen bir hüzün tortusudur çünkü: İyi ki annem görmedi bu günleri. Dilini ver bana, sözcükler senin olsun; Konuşup arındıkça dirilsin iyimserlik.” “Çıplak Su” belki de uğultucu bir akıştır. O akışa yön vermek, yatağına alıştırmak için ozana düşen görevler vardır. “Çıplak Su” kolayca alışmaz yatağına. Bu anlamsız akışın kıyısında boşuna mı kandıracağız kendimizi? Hüseyin Atabaş kırık ayna parçalarına yansıyan görüntüleri anıyor: “Kaçmak gitmek taa bilmem nereye kadar; korkular, kuşkular kırık ayna parçaları... Nerde Metin, nerde Behçet: rakının tadı mı kaldı?.. İşitmiyoruz hızın sesini, vay kurban; yufka yürekli ömrüm benim!..” Geçmişte yaşanan acıları zaman nasıl yatıştıracak? Sildikçe genişleyen bu lekeyi nasıl örteceğiz? Yakılan ozanların acısını içinde duymayanlar o “Çıplak Su”yun akışını yavaşlatabilir mi? Hüseyin Atabaş’ın şiirleri kendiyle, geçen zamanla ödeşirken; yenilgilerden geçmenin acısıyla karanlığı boğmaya, düze çıkmaya çalışıyor. Peki ne kurtaracak bizi? Dizginlenemeyen bir öfke mi? Kırık sevilerin yanlızlığına sığınmak mı? Kurtuluşu bir başka insanda aramak mı? Hüseyin Atabaş sevi ilişkisini yalnız kişisel bir umut olarak görmüyor. İster düş olsun, ister gerçek; insanlığın kurtuluşunda sevi gücünü aramak gerekir: “Geceyi güne devindirdi senden gelen telgraf, kendine yer açtı yeni düşler eskileri ite kaka; romantik bir yalandı oysa yaşam, ne gam! Dilin ağzımda ha eridi ha eriyecek, ama düş ama gerçek; ömür bitiyor söz ağırlaştı!..” Bu bir umut olabilir ama insanın kendini aldattığı bir umut. Sonuç olarak sevgili de bir başka insandır. “Bütün umut gene insanda” derken ille de sevgili mi olmalı o insan? DİNGİNLİK ARAYIŞI Hüseyin Atabaş “Çıplak Su”yun son bölümünü “Adamlar”a ayırmış. Cemal Süreya, İlhan Berk, Çetin Altan, Cevat Çapan, Hasan Ali Toptaş, Ahmet Ada gibi edebiyat insanlardır onlar. Değişenler de var. “Bir insanı sevmekle başlar her şey” demiş Sait Faik. Bütün umut insanda. Önemli olan insanı tanımak, ondaki gizilgüce inanmaktır. Hüseyin Atabaş’ın şiirindeki insanlar yarınlara umutla bakmamızı kolaylaştırabilir. Ama o, Çetin Altan için aynı umudu taşımıyor: “Ne o eski köprü duruyor yerinde ne de o zamanki Altan Çetin.” Oysa anlamsız akıp giden şu çıplak suya karşı çağının sorumlusu olan insanın bir duruşu olmalı. Cemal Süreya o duruşu zamanın maliye bakanına karşı gösterdi. İnsan onurunun kurtulması savaşımıydı bu! Gerçek sevi söz konusu olunca, onur, kendini gizlemek ister. Ama insanlığın kurtuluşu için öne çıkar. O zaman sarnıçta bekleyen “Çıplak Su” gerçek sevi değil de nedir? “Unutman dert değil, yeter ki ırak olma benden, yeterki ilk yaz sesinle bir hanımeli çağırsın beni bahçenden içeri. İster son olsun ister başlangıç, çağrılmak ömrümce özlediğim bekleyiş oldu ey sarnıçta bekleyen çılgın ve çıplak su!..” Artık anıların başladığı dönemde insanın sığındığı bir yeşil gölgedir sevi. Hüseyin Atabaş’ı o gölgeye çekilen bir bilge saymalıyız: “Dinginlik arayışımdı aşk ve bilgelik hevesi belki de suyun göğe olan özlemiydi sarnıç.” Atabaş’ın şiiriyle şiir görüşü örtüşen bir bütünlük oluşturuyor: “Şiir, kurgulanmış yaşamı aşarak derinleşmeyi sağlar. Şiir, insanın evrensel tınısı olarak yaşamla girişilen savaşımın ürünü olan duyarlığa, insanı insan yapan o özgün birikime sahip çıkmasını sağlar ve dolayısıyla insanın kendine yabancılaşmasını önler...” “ “Çıplak Su”; imge yoğunluğu içinde, değişik yorumlarla çoğalan bir şiirler bütünü. Hüseyin Atabaş’ın olgunluk dönemi ürünü. “Çıplak Su”; sevi ilişkileri içinde, toplumsal sorunların dağınıklığında insanın kişiliğini bulduğu şiirler toplamı. Hüseyin Atabaş’ı okurken insanı şiirin kurtaracağına inanabilirsiniz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Ş Bir ozan yaşama deneyiminden gelen ustalıkla dilin özelliklerini tanıştırabilmişse, nasıl bir şiir dokuyacağının bilincine varmış sayılır. Şiirini oluşturmaya özen gösteren deneyimli bir ozan kendine özgü bir çalışmanın izini sürer. Melih Cevdet Anday “Şiir Yazmak” bunalımını bir şiirle açıklamaya çalışmıştır: “Kimi bir sözcükten yola çıkarım Aç kalmış güzel bir kurttur o Kimi bir düşünden ki Kör bir gül gibi dönenir Bedevi bir sabır gibiyimdir Ey tesellisiz gece.” Arif Damar, sanki Melih Cevdet Anday’ın şiirini yorumlar gibi, o bunalıma nasıl düştüğünü şöyle anlatıyor: “Kimi zaman bir düşünceden, kimi zaman bir duygulanmadan, bir kırgınlıktan, bir öfkeden yola çıkarım şiirin başında. Bazan da düşündüğüm, kurduğum, tasarladığım şiirin dışına çıkarım. Bir ayrıntı, yakaladığım bir imge şiirin bütününe egemen olur. Kimi şiirlerimi aylarca çalışarak bitiririm, kimini de bir oturuşta.” Dilin bütün inceliklerini bilmeden ona yeni bir biçim kazandırmak olanağı bulunabilir mi? Demek ki dilin inceliklerine doğru bir “keşif” gezisine çıkılacaktır. Hüseyin Atabaş diyor ki: “Çünkü imge keşiftir.” Hüseyin Atabaş’ın şiirine geçerken “şiir görüşü” üzerinde durmamın bir anlamı var. Bir ozanın şiir görüşü ile şiirinin örtüşen özellikleri olmalı. KİŞİLİKLİ BİR OZAN Hüseyin Atabaş’ın dosyası “2009 Yunus Nadi Şiir Ödülü”nü kazanmıştı. O şiirler kitaba dönüşünce özellikleri üzerine yorumlara varmak kolaylaştı (ÇIPLAK SU, Boyut Kitapları, 2009). Bir ozanı yakından tanırsanız, kişiliğiyle şiirin örtüşen özelliklerini daha kolay anlayabilirsiniz. Hüseyin Atabaş da kendinden yola çıkarak geliştiriyor şiirini. Nice yakınmalardan sonra, nasılsa kotardığı, “korsan bir ömür” gibi görüyor geçen zamanı: “Anlasam hayranlık duymazdım ki sana dünya. Taylar gibi gelip geçen korsan ömrüm, bir ışık bile görmedi bu ıssız adanın kıyılarında!” Zaten hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz yaşamanın anlamını. Eskilerde kalan anılara dalacağız da, boşa geçen zamanı yeniden yaşamanın özlemini duyacağız: “İncinen bir yolculuk oldu bu ömür ve gelecek anımsanmayacak kadar eskide kaldı. Ne olursan ol, hadi gel bir kez daha vuruşalım seninle!..” Hiç olmazsa kendiyle ödeşmesidir insanın yaşama serüveni. Kaldı ki onun bile üstesinden gelemeyiz. Yaşamadığımız zamanın üzgünlüğüdür bakışlarımızdaki uzaklık. “Çıplak Su” şiirleri; birtakım insanlardan, “beklemeler”den bakıyor “uğultu” halindeki yaşama serüvenine. Bizi gerilerde bırakan boş bir akış bu! Zaman o sağır akışı içinde geçe dursun, kurtarılmamış insanın mutsuzluğudur geride kalan. Godot’nun beklediği gerçek bir sevgili var mıydı? Enver Gökçe’nin gülüşündeki acıyı anlayamadık mı? “Kirtim kirt” halı dokuyan zaman içimizdeki mutsuzluğu mu çoğaltıyor? O mutsuzlukla yola çıkmışsak kendimizden kurtulabilir miyiz? Hüseyin Atabaş umutsuzluğa sığınıyor: “Kurtarılmış zamanlara sızdık; zaman kurtuldu biz kalakaldık. Karaya vuran balık olduk, ister bekle ister bekleme; biz bize kaldık! Okunmaz el yazgısı, çözülmez sır ömrümüz. Godot’yu bekliyor hâlâ Samuel Beckett, bir umudu var aslı yoksa da! Bizi kim beklesin ikimizden başka, bizi be ömrüm?” Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1048 SAYFA 22