Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
D aşanmış acılar zamanla hafifler. Gene de bir ince sızı kalır. Yatışan öfkelerin kırgınlığa dönüşmesidir bu! Ozan, içindeki yalnızlığı dinler. Yalnızlığın sesine bırakır kendini. Ateşin köze dönüşüp küle sığınması gibi bir gizli sızıdır bu! Bir sevi ilişkisinden arta kalan yalnızlığa benzer. İçinizdeki uzaklara çekilmişsinizdir. Şükrü Erbaş “Kül Uzun Sürer” diyordu. Küle gömülen köz sımsıcak erimiş, yitip gitmiştir. Ama “kül” uzun sürer. Sevi kırgınlığı toplumsal acılarla birleşir. Külün sıcaklığı kolayca geçmez. Toplum sorunlarından uzak durmaya çalışırsınız. İçinizdeki öfkeyi küllenmeye bırakmışsınızdır. “Yeni Toplumcular”, “Kırk Kuşağı Toplumcuları” gibi yüksek sesle konuşmayı sevmez. Nice yenilgilerden geçilmiştir. Bir dargın duruş gibi dolaylı anlatımla bakarlar toplumdaki çalkantıya. Ahmet Telli de Şükrü Erbaş gibi “Yeni Toplumcular”ın ikinci kuşak ozanlarından sayılır. Küle gömülen közü eşelerken eski anıların çağrışımıyla, biraz da Attilâ İlhan’ın diline özenerek “ahker” diyor. Bir koca ninenin cezveyi küle sürüp kahve pişirmesini anımsıyor: eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Ahmet Telli’nin ‘Nidâ’sı şen bir özelliği var. Sevi ilişkisinin gücü insana çok yönlü bakmayı kolaylaştırabilir. Şükrü Erbaş diyor ki: “Sevgilim, Bu ülke senin gövden kadar masum olsaydı Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı...” Ahmet Telli bütün “hasarlı” ilişkileri “aşkın iyileştireceğine” inanmaktadır: “Deniyor bir taşın sabrını, çocuğun uslu sevincini de. Sinsi Tarih, aklı evvel felsefe, şımarık geometri Canına okuyor şiirin, yalnızca aşk onarıyor onu Onarıyor ve coğrafyanın her yanı yara bere içinde.” Taşlıcalı Yahya’nın beyitini gerçek anlamıyla değerlendirmek gerekecek. Çünkü şiirin en eski işi sevi ilişkisini yaşatmaktı. Kendini yineleyip dursaydı o ilişki çoktan tükenirdi. Ahmet Telli’nin “Nidâ”sı o ilişkiye değişik bir anlam derinliği kazandırıyor. Alaturka şarkıları yeniden yorumlarken, eski söylencelere çağdaş bir anlayışla bakarken, toplumsal barışa ışık tutarken sevi ilişkisinin gücünden yararlanıyor. Yangınına köz taşınmalıydı Yazısıysa elbet yazılacaktı.” KABUĞUN ALTINDAKİ YARA “Nidâ”da kendini sorgulayan bir Ahmet Telli var. Yaşamanın bir yerlerine mi savrulduk? Bir zamanlar savaşım vermenin bir anlamı yok muydu? Dipte bir balık gibiyiz sanki, solungaçları tıkanmış bir balık: “Dipte: Acının ve cansıkıntısının Boşluğun ve en beterin dibinde Solungaçları tıkanmış bir balık Arasıra yokluyor cürufun içinde Sınıyor kanatan ucuyla bir zoka Hayat mı diyorlar içgüdü mü ne.” Sevi ilişkilerinin anlamını yitirdiği bir umutsuzluk mu bu? Kendimizi umutsuzluğa bıraktığımız bir karabasan mı? Bu sevi çıkmazından kurtulamaz mıyız? “Sahileşen bir kâbus oluyor Her macera yani her aşk Ki orada sitemli sözler Bırakmıştın sayfalar dolusu.” Ahmet Telli’nin “Nidâ”sı kırık sevilerin de sesini taşıyor. O kırık sevinin kabuk bağladığını sanırsınız. Kim bilir nasıl bir anımsama eşeler o anıyı: “Dağlayıp geçmişti kor Ve örtülmüştü üstü Eşeliyorsun; sızlıyor Kabuğun altında yara Kanatacaksın.” Bir sevi yenilgisinden sonra toplumcu savaşıma girişmek gücü kalır mı? Sahi, biz neyi kurtaracaktık? Arkadaşlar o kadar uzakta ki, “gitgide artıyor yalnızlığımız.” Oysa Cahit Sıtkı Tarancı, “Dayandım aşk ile yürüttüm gemiyi” diyordu. Şimdi o coşku olmayınca, yanlızlığa sığınmak insanı kurtaracak mı? Ahmet Telli hangi yılgınlığın eşiğinde duruyor da soruyor bize: “Şimdi hangi duvar dibinde Kurşuna diziyorlar bizi?” Belki de kendimizden kurtulmanın şiirini yazıyor Ahmet Telli. “Çöle ve ölüme dönmeden önce”, kendimizi yalnızlıkla sınamanın şiirini: “Yalnızlığın serin imgesiydi Ve yakıştırıldıydı mermere Kalbi kırık bir sevgili gibi Sığınmıştı kimi tenhalara Tozlaşan ruhunda nice çöl Ve ölümün izini taşıyarak.” O “NİD”NIN YANKISI Ahmet Telli biraz ara vermişti şiire. Onu yorumlamak bu kadar kolay değil. Anlattıklarının ötesinde bir şey var. Yenilgilerden geçen insanın kırılganlığını anlatan bir şey. Divan şiirinin “mısraı berceste” sayılan Nev’i’nin bir dizesinde anlatmaya çalışıyor o bilinmeyeni: “Gönüldendir şikâyet kimseden feryadımız yoktur.” Kötülük toplumundan kurtulmanın, mutluluğu sevi ilişkisinde aramanın yolu, suçlu sözcükleri bırakıp kendinden çıkmaya çalışmak mıdır? Ahmet Telli eski sözcüklerin çağrım gücünden yararlanmadan da bunu başarabilecek bir ozandır. O “Nidâ”nın yankısı içimizde sürüp gidiyor.? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Y “Büyükbüyük nine alacakaranlıkta bir gölge gibi kalkıp cezvesini, kallavi fincanını sessizce alırdı tel dolaptan. Sonra cezvesini sürmek için maşasıyla külleri bir yana itince, ahterler belirirdi magalda. Öyle göz göz, öyle kıpkızıl, bütün geceyi ısıtan iri ahterler. Ve ben çocuk kalbimle onları magala düşmüş yıldızlar sanırdım. Büyükbüyük ninem, her gece bu yıldızlarda pişirirdi kahvesini.” KÖZ Ahter sözcüğü Necati Bey’in bir beyitini anımsattı bana: “Yandı kül oldu Necati eyle ahından hazer Gâh olur hâkister arasında ahker gizlenir.” Sevi ateşinden küle dönüşen Necati’nin öfkesinden kendini sakın. Unutma ki küller arasında ateşini yitirmeyen közler gizlenir. Şiirinde gizli bir ateş olduğunu anımsatan Ahmet Telli diyor ki: “Harflerle üstü örtülmüş Bir ahter olsa gerek şiir Yine de yanar birinin canı Kalbiyle açmakta çünkü kitabı.” Ahmet Telli’nin sesine kulak vermek için gönül kapılarını açmak gerekecek. (NİDÂ, Şiirler, Everest Yayınları, 2010). Yayın dünyasının sonsuzluğuna açılmak varken şiirin kapısını yoklamaya çalışmak kimi okurları usandırabilir. Ama şiir geleneğimizi, çağdaş edebiyatımızdaki şiirin özel konumunu düşünürsek, bütün etkinliklerin temelinde şiirsel bir güç olduğunu anımsarsak, değişen şiiri anlamaya çalışmak, yaşamaya çok yönlü bakmayı kolaylaştıracaktır. Taşlıcalı Yahya’nın beyitini anımsayalım: “Kâşki sevdiğimi sevse kamu halkı cihan İşimiz cümle heman kıssai canan olsa.” Buradaki “kıssai canan”ı şiir olarak benimseyelim. Ahmet Telli’nin “Nidâ”sına kulak verelim. Ahmet Telli “Yeni Toplumcular”ı Yetmiş Kuşağı’na taşırken duyarlı bir şiiri yalın bir içtenlikle geliştiriyordu: “Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı Gözlerimizin yorgun sularında Yaşamak bir inat oldu artık Yaşamak bir direnme oldu zulme.” Ama Ahmet Telli toplumsal duyarlığa o alıştığımız şiirle bakmıyor. Baksa kendini geliştirebilir miydi? Şiir yorumlarına varmak, şiirbilim üzerine açıklamalarda bulunmak nice ozanın, nice eleştirmenin değişik görüşler sergilediği bir alan haline geldi. Belli bir ozanı yorumlarken bile birbiriyle çelişen görüşlerin ortaya çıkması, sıradan okurları şaşırtabilir. Ahmet Telli gibi deneyimli bir ozanın “Nidâ”sı, kendi şiir geleneği içinde nasıl bir gelişme göstermiş? Eski sözcüklerin çağrışım gücü yeni imgelere yol açıyor mu? Dil aracılığıyla nasıl bir şiir yapısı kuruyor? Bu soruları yanıtlamaya çalışmak, Ahmet Telli’nin “Nidâ”sını yorumlamak anlamına gelecektir. SEVİ İLİŞKİLERİ İster gizemci, ister toplumcu bir şiire yönelsin, bir ozanı sevi ilişkilerinden soyutlayamazsınız. Tam tersine sevi ilişkisi, herhangi bir düşünceye daha sıkı bağlanmayı sağlayabilir. “Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra” diyordu Ataol Behramoğlu. Ahmet Telli şiirinin Şükrü Erbaş şiiriyle örtü Ahmet Telli Ahmet Telli, “Barikat Günleri” olarak nitelediği o kargaşa zamanından geçerek sevi dinginliğine varmıştı. O “yoldaşlık günlerini” de anımsamak gerek: “Polisle çatışırken bitti galiba çocukluğum ve ilk gençliğim Yoldaşlık günleriydi; “Kardeşler!” diyordu içimizden biri “Dağın geyiği, dilin şiiri tanık olsun; anamızın ak sütü Tanık olsun ki haklıyız, kazanacağız!” Barikat günleriydi.” Kavga günlerinde insanın sesi yorulmuyor, daha bir inançlı, daha bir gür çıkıyor: “! Alev bir nidâ idik ve arkadaşlık günleriydi.” Ama o ses sevgilinin sesine dönüşünce “alev bir nidâ” olmaktan çıkıyor. İçten içe konuşur gibi, daha etkili, daha yumuşak anlamlar kazanıyor: “Sesin ne kadar benziyor sana La minör, kumral, biraz şehlâ Hüzünlü bir güz akşamı belki Solgun ezgiler ve hatıralar Derliyor Çerkes çiçeklerinden.” Yunus Emre’den bu yana sevi, barışı çağıran, sığınmamıza yarayan korunaktı: “Ben gelmedim davi için Benim işim sevi için.” İnsanı iyileştiren, kendine yeni bir insan yaratan bir serüven midir sevi? Ya da bir yangına ateş taşımak mı? Ahmet Telli’nin içindeki köz sönmek bilmiyordu: “Kapı dışra çıkmak içinse aşk Levhasına yüz sürüp, mâcera Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1045 SAYFA 26