05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ var. Daha sonraki kitaplarda kendi izleğimi oluşturmaya gayret ettim. Behçet Aysan’ın çok şiiri aklımda, hangi birini söyleyeyim.“Beyaz bir gemidir ölüm/ Siyah denizlerin hep çağırdığı.”Behçet Aysan’ı malum Sıvas’ta o büyük vahşette kaybettik, cenaze töreninde Dikmen’den Karşıyaka’ya kadar bütün Ankara halkı yürüdü. O yürüyüşte,“Beyaz bir gemidir ölüm/ Siyah denizlerin hep çağırdığı” dizesi fotoğrafının altına konulmuştu. Bire bir görmedim ama, şiir okumamda, şiirim üzerinde, benim yaşamımda yaptığı çağrışımlarda Behçet Aysan benim dünyamda her zaman vardır. Dolayısıyla da bu ödülü almayı çok istedim. “DERDİM KIRI BETİMLEMEK” “Çantası kendisinden ağır/yürümekten çok düşmeye koşan bir çocuk .. “ dizelerinizle Behçet Aysan şiiri arasında bir köprü kurarak sormak istiyorum, siz çantanızda neler taşıyorsunuz? Acılar bilgisini mi, göçler tarihini mi, yoksulluğun coğrafyasını mı?” S.K: Bu şiirleri okuyarak, kendimle bağlantı kurarak oradan sevdim belki Behçet Aysan şiirini. Zaten her şiiri ve şiirden şaire giden yolu insan kendisiyle bağlantı kurarak oluşturabiliyor. Onu yapamazsa, şiir çok güzel de olsa kendisini ifade ettiğini fark edemezse okuyucu onunla bağ kuramıyor. Çantanızda neler taşıyorsunuz derken, şunu düşündüm. Şiirde kentle hesaplaşmanız daha baskın görünüyor. Sizin yaşarken ve yazarken asıl tasanız ne? S.K: Ben köy çocuğuyum, yaşamımın ilk gençlik dönemine kadar kırda yaşadım. Fakat yazdığım şiir tamamen modern şiirdir. Orada, kırda geçen nesneleri kırda kullanırken o yabancılaşmayı daha belirgin bir şekilde anlatmak için kullanıyorum. Benim derdim kırı betimlemek ve kırın üzerinden doğa şiiri yazmak değil. Tam tersi, şehrin içindeki bunalmış insan halinin, kırı göstererek daha belirgin bir şekilde altını çizmek için kır imgeleri kullanıyorum. “Tek bir harf, tek bir sözcük yüzünden okunamaz nice şairler, şiirler vardır” derdi Dağlarca. Sizin şiirinizde ağırlık yapan, fazla söze rastlamak güç diye düşünüyorum. S.K: Şiir her ne kadar birtakım izlekler doğrultusunda yazılsa da, şiirin asıl güzelliği, şiiri düz yazıdan da ayrı tutan, gizemli bir şekilde estetik bir dil oluşturmak. Hem gizem yaratmak, hem de estetize etmek. Dediğiniz gibi bir harf bile orada yanlış veya fazladan kullanılsa şiirin bütününü götürebilir. Bu nedenle yetenek eğer şiir yazmanın yüzde onuysa, yüzde doksanı çalışmak. Şiirin ciddi bir emek istediğini düşünüyorum ve ben yaşamımın tamamını neredeyse şiire ayırmış durumdayım. Diyeceksiniz ki, sürekli şiir mi yazıyorsunuz, akşam sabah çalışma odasına geçip şiirle mi uğraşıyorsunuz? Tam tersi. Çok zor masaya oturan biriyim. Ama şiirin dünyasıyla soluk alıp veren bir insanım. Bu kitaptaki şiirler için haiku denilebilir mi? S.K: Hayır, haiku değil. Şiirleriniz genelde üç dizeden oluşuyor ve birinci dizenin anlamı ikinci dizede tamamlanıyor. S.K: Haiku Japonların şiir biçimi ve alabildiğine az sözcükle yazılması gerekiyor. Bizde de çok haiku yazanlar var ama ne kadar haiku oluyorlar bilemiyorum. Çünkü o Japonların şiir tarzı ve kültürle üretilen bir şiir. Ben burada dizeleri daha uzun tutarak hem biçim olarak şiiri haikudan ayırıyorum hem de haikunun az şözle söylediğini dizeleri daha uzun tutarak daha can alıcı bir yere getirmeye çalışıyorum. Bundan sonra izleyeceğiniz yol, biçem bu mu olacak? S.K: Hayır bu bir geçiş kitabı. Benim önceki iki kitabımda daha çok içe dönük insanın şiiri; o kadar içe dönük ki neredeyse benim iki şiir kitabımda ağaç sözcüğü hemen hemen hiç geçmez. Yağmur yoktur, çiçek yoktur. Tamamen insanın kendi iç dünyasında yabancılaşması, bireyen kendisiyle yüzleşmesi. Varoluşun dehşeti vardır bu iki kitabımda. Fakat ben bir dizemde de diyorum ki, “Sonra hızla döndüm geçtiğim ovalardan/ gençliğim ardımda yarıya indirilmiş bayrak/ ölümü kırkıma yaklaşınca fark ettim.” Biz insanoğlunun yaşamının gelgitleri içerisinde yıllarla birlikte birtakım değişiklikler de oluyor. Kırkımıza geldiğimizde bambaşka bir algılama gelişiyor. Şükrü Erbaş’ın bir şiirinde,“Nerden mi biliyorum yaşlandığımı/ kadınlar daha bir güzel, daha bir uzak...” Dışa dönüyorsun, kendinle didişip uğraşmanın yanı sıra dışarıda başka şeylerin olduğunu fark ediyorsun dehşet bir şekilde. Bu geçiş kitabımda diğer kitaplarımın içe dönük, bungun belli bir yaşa gelip dışarıda başka şeyler de olduğunu fark edip hepsini hem iç hem dış dünyayı daha kolaçan ederek oluşturulan bir şiire evrildiğini düşünüyorum. Fakat bu böyle yazacağım anlamına gelmez. Şiirinizin kırkı çıktı o zaman.. S.K: Evet kırkımıza geldik, gözlerimiz açıldı. Sözü ödül ortağınız Erol Özyiğit’e bırakalım mı? Selami Karabulut ödülü Erol Özyiğit’le paylaşmaktan sonderece mutlu olduğunu belirtiyor. S.K: Erol’la da ilgili bir şeyler söyleyeyim. Erol’la bizim yaşlarımız yakın. Zaman zaman, “acaba kuşaktaşlarım içerisinde kimi kendime yakın hissediyordum?” diye düşündüğümde Erol’u son dönemlerde düşünmeye başladığımı fark etmiştim. İlginçtir, bana ödül aldığımı açıkladıktan sonra, “Erol Özyiğit’le birlikte almışsınız” dediler. Sevincim bir kat daha arttı. Neden derseniz, hem kendime şiir olarak yakın gördügüm bir arkadaş, hem de onu son dönemlerde keşfettim. Ödülümüz de çok ilginç. Altı jüri üyesi var, altısı da yaşını başını almış insanlar. Türkiye hatta dünya çapında önemli insanlar; Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Ataol Behramoğlu, Ali Cengizkan, Ahmet Telli, Arif Damar. Türkiye’de o kadar çok şiir yazan var ki... Bu insanların Selami Karabulut adını anımsayabileceklerini sanmıyorum. Bizim şiirimize oy vermeleri ve ikimizin de henüz şiirin başında olan insanlar olarak ödül verilmiş olması... Sadece bana ödül verilse tesadüf diyecektim ama ikimize birden verilmiş olmasının, bu seneki Behçet Aysan şiir ödülünü bambaşka bir arenaya taşıdığını düşünüyorum. ? SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1044
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear