22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Alpaslan Işıklı’dan ‘Yeni Ortaçağ’ Karanlığa karşı dip dalga Küreselleşme, neoliberalizm ve onun gelişimi adına mücadele sürdüren ile sömürülenler arasındaki gerilim ve uçurum günden güne büyüyor. Küresel oyuncularla onun kapana kıstırdıkları karşı karşıya. Alpaslan Işıklı’nın Yeni Ortaçağ isimli kitabı, bu karanlık dönemi ve çıkış yollarını tartışıyor. Ë Ali BULUNMAZ ünya değişiyor; kişiler, toplum ve olaylar da. Tarihin tekrardan ibaret olduğunu savunanlar ise büyük bir yanılgı içinde. Ama şunu da unutmamalı: Geçmişin benzer olayları, farklılaşarak insanın önüne çıkıveriyor. Alpaslan Işıklı da bu iddiayla okurlara sesleniyor: İşgal, din sömürgenliği, emperyalist politikalar, yoksulluğun derinleşmesi, “özgürlük” ve “refah” adına kotarılan neoliberal “tezler...” Hemen hepsi insanın aydınlık geleceğini elinden almak için tasarlanıyor. Bunlar bir anlamda taze karanlıkların habercisi; Işıklı, kitaba buradan hareketle “Yeni Ortaçağ” ismini veriyor. Sosyal adaletsizlik ve yoksulluk ise yeni ortaçağın kimlik kartını oluşturuyor. yor, istemediğini de ipe götürüyor. İnsanlar tüketiyor, tekeller büyüyor; tekeller de insanı tüketiyor. Küreselleşen ama demokratikleşemeyen dünyada, tüketerek tükenen insan, sosyal devletin de kendisiyle beraber çöküşünün ayırdına varamıyor çoğu zaman. Düzen pazarlanıyor; insan, fikirler, strateji ve düşünceler de. İşte böylelikle hemen her şeye fiyat biçiliyor ancak asla demokratik ve sosyal bir açılımdan söz edilemiyor. Öte taraftan büyük bir hata yapılarak küreselleşme evrensellik ile eş tutuluyor. Temel sorun, küreselleşen dünyanın antidemokratikleşmesi. Uluslarüstü düzeyde yapılanan demokrasi dışı güçler, ulusal demokratik iktidarları zorluyor: IMF; NATO ve BM’de dünyanın zenginliklerini paylaşanlar yer kapladıkça, insanlar ve ulusların dünyanın kaderini belirleme oranı da aynı hızla düşüyor. Nihayet, tekellerin hâkimiyeti yayılıyor, savaşlar, işgaller her yana sıçrıyor. Beri taraftan uluslararası sömürü düzeni “medeniyetler çatışması” gibi bir senaryo yazıyor, komedi filmine benzeyen “medeniyetler buluşması”yla panzehir yaratılıyor ama şiddet alabildiğine büyüyor ya da en iyimser deyişle, alev topuna döneceği günü beklerken içten içe yanıyor. AKIL VE MANTIK KAPI DIŞARI Şiddet de küreselleşmenin bir ayağı. Küreselleşmeyeni yola getirmek için türlü seçenekleri var: Savaş, işgal, ekonomik yaptırım... Zihinleri, cepleri, sosyal hayat ve dokuyu ele geçirme... Gelir eşitsizliği yaratma ve yoksullaştırma da önünde sonunda bir şiddet biçimi ve küreselleşme aktörlerinin başvurduğu yegâne yöntem. Terörü bahane edip işgaller gerçekleştirmek, yalan ve iftiralarla, iktidarları değiştirmek ya da istenilen kıvama getirmek de şiddetin doruk noktası. Işıklı burada 11 Eylül’ü örnek verirken saldırıların, “küresel kapitalizmin faşizme dönüşmesindeki mihenk taşı olduğunu” vurguluyor. Bunalım şiddeti doğuruyor; şiddet, küresel kapitalizmi ve küresel faşizmi besliyor. Döngü böyle. Fırsatlar yaratan bu işleyiş, sosyal devletin kalan kırıntılarını da özenle yok ediyor. Sömürgenler, kendilerine rahat hareket alanı bulup, piyasa ekonomisini kendince biçimlendiriyor. Sömürgeciliğin önemli kollarından biri de din sömürgenliği. Küresel faşizm lokomotifinin kilit parçalarından biri bu aynı zamanda. 11 Eylül’ün ardından daha belirgin bir fotoğraf bu yeni ortaçağ paradigmasında. Işıklı’ya göre bu süreç, Hıristiyanlığın ilkel bir yorumuna dayanıyor: “Akıl ve mantığın dışlandığı, siyasetle harmanlanmış bir ideoloji” söz konusu olan. Medeniyetleri çatıştıran zihniyetin ta kendisi, 11 Eylül’ü arkasına alan neocon (yeni muhafazakâr) yapılanmanın elinden çıkma yeni Haçlı Seferleri’nden başka bir şey değil. Işıklı’nın çizdiği çerçeve, olup biteni şu sözlerle daha duru biçimde açıklıyor: “Yeni bir Ortaçağ’dan söz etmemizin nedeni, günümüzdeki emperyalist işgal ve istila olaylarının, 10941270 yılları arasında hüküm süren Haçlı Seferleri’ni anımsatan vahşet boyutuna varmaya başlaması. Dünküne benzer biçimde bugünün Haçlı Seferleri’nde de Hıristiyanlığın istismarı ortak bir özellik olarak karşımıza çıkar. ‘Medeniyetler çatışması’ safsa D tası da, özünde bu süreci bütünleyen bir unsur olarak icat edildi.” Bu da kendisini demokrasi havarisi gibi gösteren ve küresel faşizmi tetikleyenlerle ilkel ve terörist oluşumun savaşı şeklinde sunuluyor. Her ikisi de terör sayılmaz mı? Sonuçta her şey emperyalizmin yayılım mücadelesinde yoğunlaşıyor. Bunun tam anlatımı ise “egemenlik kayıtsız şartsız uluslararası sermayenindir” cümlesinde yatıyor. Özel çıkarların kamusal yarar gibi sunulduğu düzenin adı küreselleşme. Dolayısıyla kamusal çıkarda ısrar etmek anlamsız (!) Işıklı’nın da vurguladığı gibi “kamusal çıkar, özel çıkara yönlendiriliyor” söz konusu düzende. Bu çıkar ilişkisinin merkezini ise spekülatif kazançlar elde etme yarışı kaplıyor. Rekabet ve kazanma hırsı her şeyin önüne geçiyor. Sonuçta kapitalizmden başka hiçbir şey küreselleşmiyor. Işıklı’nın yorumuna göre, Türkiye’nin AB ve GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) kıskacına alınmasının altında da bu yatıyor. Işıklı’nın buradaki sorusu gayet açık: Türkiye’nin AB ile ilişkileri söz konusu olduğunda genellikle sorun “AB’ye girmeli miyiz, girmemeli miyiz?” sorusunun yanıtına indirgenir. Oysa öncelikle yanıtlanması gereken “AB bizi istiyor mu, istemiyor mu?” sorusudur (s. 174). Türkiye’nin AB’ye alınmaması gerektiği tezini savunan kimi yetkililerin öne sürdüğü nedenler ise belirgin: Türkiye yoğun nüfuslu, işsizlik ve yoksulluğun yüksek olduğu bir ülke. Bu gerekçelerin zaman zaman yüksek sesle dillendirildiği bazen de satır aralarına yerleştirildiği gözden uzak tutulmamalı. SÖMÜRÜYE KARŞI BİRLEŞ Işıklı’ya göre kulağa hoş gelen küreselleşme söylemi, asla eşitlik esasına dayanmaz. Onun eşit biçimde yaydığı tek şey, tekellerin egemenlik alanını genişletme isteğidir. Ulus devletler yerine uluslararası veya çokuluslu sermayenin egemenliği tek amaç haline gelir. Özelleştirmelerin özendirilmesi de neoliberal girişimler de buna hizmet eder. Işıklı’ya göre temel kaygı çok açık: “Daha az devlet, daha çok özel teşebbüs.” Bölyönet ve kullanat politikaları da buradan türetiliyor. Yakın geçmişte Balkanlar ve Ortadoğu’da uygulanan söz konusu politikaların bugün Türkiye’ye uyarlandığını da vurguluyor Işıklı. Neoliberal politikaların palazlandığı ve küreselleşme söyleminin parlatıldığı ilk dönemlerde heyecanla ortaya atılanlar şöyle demişti: “Tarihin sonu geldi, devlet bitti.” Ama aynı isimler çıkış yolları aramak, “medeniyetler çatışması”na ve terorizme “çareler” üretmek amacıyla yeni bir tarih ve güvenliği esas alan devlet inşasına soyundu! Dünyayı kasıp kavuran vahşi kapitalizme karşı çıkanlar da, her fırsatta neoliberal politikaların sonuna gelindiğini ve krizin, Işıklı’nın deyimiyle, uygarlık sorununun ve yeni ortaçağın aşılması adına sesini yükseltti. Gösteriler ve örgütlenmeler bu sesin bayrağına dönüştü. Küresel egemenlerin belki de en büyük çekincesi bu: Sömürüye karşı bir araya gelen kitleler ve onların günden güne genişlemesi. Işıklı’nın Yeni Ortaçağ kitabı, bu kitlelerin sesine ses katıp gür bir tınının yakalanmasına katkı sağlayarak önemli bir sorumluluğa ve göreve işaret ediyor. ? Yeni Ortaçağ/ Alpaslan Işıklı/ İmge Kitabevi/ 278 s. KÜRESEL ANTİDEMOKRATİK DÜNYA Paspas olmayı tercih ederseniz buna kimse hatta sizi ayağının altına alacaklar bile karışamaz. Sömürgeciliğin özünde bu yatıyor. Önemli olan, doğru ve geleceği gören bir tercih yapmak. “Yeni dünya düzeni” ve “yükselen değerler” denilen sistem içinde tercih yapmak belli başlı bir mesele. Gerisi kendiliğinden geliyor. Yönetme ve hükmetme hakkını kendinde görenlere bunu elle teslim etmek de, en az hak görmek kadar suç. Bir başka deyişle suça ortaklık ve çift yönlü bir kırım. Sonra gelsin küreselleşme masalları; Işıklı’nın da dediği gibi “faşizmin uluslararasılaşması.” Ulus devlet ve devletçi politika gibi “dogmaları” yerle bir etme şiarıyla beliren liberal ve neoliberal yeni dogmaların yarattığı kriz, karmaşa ve yoklukla altın çağ düşlerinin un ufak oluşu. Köşe başlarını tutan tartışmalardaki soru şu: 1929’a geri döner mi dünya? Peki, kriz yalnızca ekonomik mi? Işıklı’ya göre bunalım “uygarlık krizi” biçiminde tanımlanmalı. Çünkü tehlike çanları “yeni dünya düzeni” için çalıyor. Kurulu düzenin sürdürülmesi amacıyla ekonomileri denetleyen tekelleşmiş sermaye, siyasete ve sosyal yaşama el atıSAYFA 14 Yakın geçmişte Balkanlar ve Ortadoğu’da uygulanan politikaların bugün Türkiye’ye uyarlandığını vurguluyor Işıklı. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1040
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear