Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ş Nikola Vaptsarov iir Atlası CEVAT ÇAPAN Nikola VAPTSAROV/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin Atasoy ‘Ey halkım, biz seni hep çok sevdik, çok’ MEKTUP Anımsıyor musun deniz ile makineleri ve yapışkan karanlıkla dolu o ambarları? Ve Filipinler’le süslenmiş yabanıl hayalleri, bir de Magosa düşlerindeki kocaman yıldızları? Tek bir denizci olsun anımsıyor musun ki susuz bakışını yitirmiş enginlerde, orda, akşamları güneşin battığı yerde, tropiğin kokusu içinde yoğun? Anımsıyor musun nasıl yavaş yavaş defnetmiştik biz buzlaşan en son umutlarımızı, nasıl bitti iyiliğe ve insana yönelik olanca güvenimiz, nasıl yitirdik romantikliği ve o bomboş kuruntularımızı? Anımsıyor musun nasıl birileri acele etti ve biz yaşamın tuzağına takıldık. Uyandık uyanmasına. Ama çok geçti. Acımasızca kıskıvrak bağlanmıştık artık. Kafese kıstırılmış hayvanlarınki gibi kederli parlıyordu susuz gözlerimiz ve merhamet dileniyor ve yalvarıyordu. Oysa o denli genç, inanılmayacak denli gençtik biz! Ve sonra… sonra tanımadığımız bir kin sarmaya başladı derinden içimizi. Kangren gibi, hayır, cüzam gibi vahim büyüyerek o, çürütmeye başladı yüreğimizi, acımasız ağlarını örüyordu o, bomboş ruhlarımıza karanlık ve bezgin; kanımızda sürünüyor, tehditlerle köpürüyordu o, oysa vakit erkendi, çok erkendi bizim için… Üstelik orda yüksekte, derinliğinde göğüneski haliyle gözalıcı uçuşu sürüyordu martıların. Gökyüzü mika örneği ışıyordu yine, engin yine maviydi ve alabildiğine aydın. Ufukta her akşam üzeri yine yavaş yavaş siliniyordu rengi bezlerin ve yitiyordu yelkenler uzak bir yerde, ama feri bitmişti bizlerdeki gözlerin. Önemsiz, geçmiş bir zamandır bu benim için, ama unutmuyorum paylaştığımız saman yatağı ve tek sana açma gereksinimi duyuyor içim ne denli dinç olduğumu ve yarına inandığımı. İşte budur aslında beni caydıran şakağımı parçalama deliliğinden. Ama yüreğimin derinindeki o kin durmadan bir savaş azmine dönüşüyor artık kükreyen. Odur bizi kavuşturacak olan Filipinler’e ve kocaman yıldızlarına Magosa’nın ve makine sevgimizi diriltecek o yine ve sonsuzluğunu denizdeki uzaklıkların, tropiğin o eşsiz kokuları içinde. Gecedir şimdi. Makine tekdüzelikle dinlenmeden okuduğu şarkıyla sımsıcak umutlar saçıyor işte. Yaşamı nasıl sevdiğimi bilmelisin sen! Ve sınır tanımadığımı boş şeylere nefrette… Yarın tan ağaracağını bildiğim kadar kesin – biliyorum buzları başımızla kıracağımızı. Ve karanlık ufuktan doğacağını güneşin, evet, parlayacak bizim güneşimiz, güneşlerin hiç batmazı. Varsın o, minik bir kelebeğin kanatları gibi, alazlasın kanatlarımı en nihayet. Ne ileneceğim, ne de yerineceğim, çünkü nasıl olsa bir gün öleceğimi biliyorum elbet. Ama, farklı bir şeydir, yeryüzü zehirli pasından silkinirken ölmek, başlarken milyonların ölümsüzlüğü, aslında bu, şarkı demek, evet, bu şarkı demek. ANI Bir dostum vardı benim dostlarımın en iyisi, ama… kötü öksürüyordu. Ateşçiydi kendisi, önce kömür taşıyarak ve sonra dışık atarak geceleri on iki saat vardiya sürüyordu. Gözleri bu ateşçinin hep belleğimde kaldı. Ah, o gözler, o susuz gözler siyah isler arasından hücremize seyrek giren hiç istemeyerek girenışıkları birer birer nasıl da yutuyorlardı. Sıtmalı bir susuzluk belirirdi o gözlerde aniden baharın gelmesiyle, hışırtısıyla avludaki dalların ve kuşların uçuşuyla sürü sürü ve ok gibi yararak boydan boya engini. Gözbebeklerindeki o duyguyu sezinliyordum ve biliyordum ne demek istediklerini, neler yaşayıp, neler çektiklerini! Kısa bir süre istiyordu onlar – bahara kadar, sonraki bahara kadar. Ve o bahar geldi ihtişamıyla tastamam: güneşiyle, sıcak esintisi ve güllerin nefesiyle. Uzaktan gelen bir menekşe kokusu sardı gökleri buram buram. Oysa içerisi karanlıktı ve ağırdı tekdüzelik bildik hikâyesiyle… İşte böyle, yaşamımız altüst oldu bizim de. – Motor sık sık bozulur oldu. Hırıltılar çıkarıyordu arada birde derken … tamamen durdu. Nedenini bilmiyorum, öteki, yani dostum, öldü diye belki de. Belki de öyle değildir, kim bilir, belki de bu aç, bu obur motor onu doyuran eli beklemektedir bir yerden zamanında gelsin diye ve kömürü habire ateşe versin diye. Belki, fakat tam olarak bilmiyorum yine de. Ama, her ne hikmetse, bu motor kekeleyerek sürdürdüğü sitemde sanki bana kahrolarak soruyor: “Hadi söyle, öteki genç nerde?” O, öteki dediği, yok artık. Ama işte dışarıda bahar. Göklerde sonsuza dek ok gibi uçuşsa da kuşlar o, onları bir daha görmeyecek. Oysa mükemmel bir dosttu o, dostların en iyisiydi… Ama kötü öksürüyordu. Sıradan bir ateşçiydi. Kömür, dışık taşıyarak geceleri on iki saat vardiya sürüyordu. BAHAR Baharım benim, benim beyaz baharım, hiç yaşanmamış, kutlanmamış olan sen, hani salt o sabah düşlerinde görünen, seyredersin servilerin üzerinde alçakta, ama uçuşunu kesmezsin nedense buracıkta. Baharım benim, benim beyaz baharım – fırtınalı yağmurlarla geleceksin bu yere, ateşli dalgalarınla korkular saça saça ve umutlar dağıtıp her yoksul ve muhtaca, geleceksin kanlı yaraları sarmak üzere. Çınlatacak kuşlar ekinlikleri! Neşeyle yüzecek enginde onlar… Emeğine sevinecek tüm insanlar ve kardeşçe sevecekler birbirlerini. Baharım benim, benim beyaz baharım… Ben varsam, tek senin uçuşun için varım, meydanlara can verecek olan yeniden, ah, keşke güneşini yakından görebilsem ve senin barikatlarında ölebilsem ben. VEDALIK Karıma Bazen ziyaret edeceğim düşlerini davetsiz konuk gibi, hiç istenmeyen. Dışarda yol ortasında bırakma beni – kapını sürgüleme, lütfen. Sessizce gireceğim. Oturacağım usulca, süzeceğim karanlığı ve seni göreceğim. Sonunda, güzelliğini seyretmeye doyunca, öpeceğim seni ve tekrar geriye döneceğim. *** Savaş ki, hep kıyasıya acımasızdır, savaş ki, destansıdır söylendiği kadar. Ben ölünce yerimi bir başkası alır. Onun kimliğinin sanki önemi mi var? Kurşuna diziliş ve sonra – çürüyüş. Burada akıldışı hiçbir şeycik yok. Fırtına kopunca olacaktır son görüş, ey halkım, biz seni hep çok sevdik, çok. ? SAYFA 23 âzım Hıkmet’in “O benim kardeşimdir” sözleriyle özel değer verdiği devrimci Bulgar meslektaşı Nikola Vaptsarov’un 100. doğum yıldönümü, bu yıl boyunca sadece Bulgaristan’da değil, dünyanın birçok ülkesinde de büyük şairin adına layık bir biçimde sonsuz bir değerbilirlik duygusuyla kutlanmaktadır. Şair, 1909 yılında Bansko kasabasında doğdu. Razlog Lisesi’ni bitirdikten sonra (1926), babasının dayatması üzerine Varna Denizcilik Okulu’na yazıldı ve 1932’de denizci olarak mezun oldu. Öğrencilik yıllarında pratik amaçlar doğrultusunda da olsa İstanbul, Magosa, İskenderiye, Beyrut, Port Sait limanlarını ziyaret etti. Çok etkilendiği bu ziyaretlere ilişkin izlenimlerini daha sonra yazacağı şiirlerde dile getirdi. Edebiyat öğrenimi görmek istediyse de ailesinin maddi durumu buna uygun değildi. Koçerinovo’daki “Bulgar Orman Sanayisi” AŞ’de önce ateşçilik, daha sonra makinistlik yaptı (19321936). İşten çıkarılınca Sofya’ya yerleşti. 1937’de tren makinisti oldu ve kendini tamamen edebiyata ve faşizme karşı mücadeleye adadı. 1940’ta, tek şiir kitabı olan, Motor Şarkıları’nı yayımladı. Faşist Almanya’ya karşı imza toplamaya yönelik “Sobolev Kampanyası”nın düzenleyicileri arasında yer aldığı için apar topar Godeç köyüne sürgüne gönderildi. Oradan döner dönmez de faşist Almanya askerlerine karşı örgütlü eylemlerde bulunma suçlamasıyla tutuklandı. Mahkemenin verdiği ölüm kararından sonra, aynı günün akşamında, beş arkadaşıyla birlikte Sofya’da kurşuna dizildi (23.07.1942). Nikola Vaptsarov, halkını ve ülkesini ölümüne seven, dünyaca tanınmış en ünlü antifaşist Bulgar şairidir. Bulgar şiirine kazandırdığı devrimci romantizmin ürpertileriyle birlikte klasik nazım kalıplarını kırma mücadelesi ve klişeleşmiş söylemlere karşı açtığı cepheyle de dikkat çekmiş, böylelikle yenilikçiliğin öncülerinden biri olarak ün yapmıştır. Duygu gücü yüksek şiirine konuşma dili ve yalın bir anlatım egemendir. Şair tüm şiirlerinde özgürce çalışmayı, emeğin değerini, eşitliği, paylaşımı, insanın büyüklüğünü yüceltir. Onurlu kişiler gibi yaşamayı ve insanlar arasındaki gerçek kardeşliği en yüce ideallerinden biri olarak gören ve onun gerçekleşmesi için kahramanca savaşan Vaptsarov’un şiirleri birçok yabancı dile çevrildiği gibi 1952’de Dünya Barış Ödülü’ne değer görülmüştür. Motor Şarkıları adlı kitabı ile öteki şiirleri ölümünden sonra da defalarca yayımlanmıştır. N CUMHURİYET KİTAP SAYI 1021