Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Amin Maalouf’tan ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ Herkes su alan aynı salda... Zamanının tanığı olan Amin Maalouf , Çivisi Çıkmış Dünya adlı kitabıyla günümüzü betimliyor; insanın yüz yüze kaldığı sorunlara duyarlılıkla değinirken dünyanın çivisinin nasıl ve neden çıktığını sorguluyor. Ë Ali BULUNMAZ “Bir insan kilitli olmayan ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir” (Ludwig Wittgenstein) PUSULASIZ İNSAN aalouf’un “pusulasız yeni yüzyıl”a ilişkin belirlemeleri dikkat çekici. Kendisini “Aydınlanma yanlısı” olarak tanımlarken, Aydınlanma Çağı’nın bocaladığını ve kimi ülkelerde sona ermek üzere olduğunu da ekliyor. İnsanın şiddet, umutsuzluk ve aşırılıkla çevrelendiğini gören Maalouf, önemli bir kaygı taşıyor: “Tarihte eşine rastlanmayan yeni tehlikelerle karşı karşıyayız ve bunlar küresel çözümler gerektiriyor, bu çözümler bulunamazsa uygarlığımızı büyük ve güzel kılan şeylerden geriye hiçbir şey kalmayacak” (s. 12). Soğuk Savaş sonrası esen “demokrasi” ve “özgürlük” rüzgârları, bugün tartışma ve karşıtlılarla dalgalanıyor. AB ve ABD çok eleştiriliyor, kavram ve uygulamalar da yerli yerine oturtulamıyor. Maalouf’un belirlemesi önemli: “Zengin ya da yoksul, küstah ya da uysal, işgalciler, işgal altındakiler; hepimiz aynı dayanıksız sala binmişiz, hep birlikte suya gömülmek üzereyiz” (s. 19). “Küresel kabileler”, dünyanın geri kalanını “medenileştirmeye” çabalarken korkuyu, yöntem olarak kullanıp ekonomik, siyasi ve sosyal projelerle iktidarını güçlendiriyor. Gerçek işgaller ve sanal zaferlerle göz boyuyor. Ekonomik çıkarlar her şeyin üstünde tutuluyor, sonra da “demokrasi” ve “özgürlükten” söz açılıyor. Maalouf “evrensel değerleri öne çıkaran bir uygarlık modeli” gerektiğini belirtirken, çift yönlü bir eleştiri yöneltiyor: “Arap âleminde bugün eleştirdiğim şey, manevi bilincin eksikliği; Batı’da eleştirdiğim ise manevi bilincini egemenlik aracına dönüştürme eğilimi” (s. 27). Maalouf bunu şöyle tamamlıyor: Bir Doğu sorunu varsa aynı şekilde Batı sorunu da var. Sovyetler’in yıkılışı ve Soğuk Savaş’ın bitişini imleyen “zafer”in ardından dünyanın barış ve refaha kavuşacağı öngörülüyordu ama bu tahmin tutmadı. Maalouf’un da dediği gibi “ekonomik üstünlüğü koruma, silaha sarılmayı sıra dışı gibi gösteriyordu”; ancak Asya’nın yükselişi Batı’nın ekonomik ve toplumsal modelini sarstı, dolayısıyla “silaha başvurmak sıradan bir şey haline geldi” (s. 40). Yaşananlara bakarken, günümüzde yaratılmaya çalışılan DoğuBatı geriliminin köklerine inme gereği de duyuyor SAYFA 4 M Maalouf: “Batılı güçlerin yüzyıllık hatası dünyanın geri kalanına kendi değerlerini benimsetmeye çalışmaları değil, tam tersine, egemenlikleri altına aldıkları halklarla olan ilişkilerinde kendi değerlerine göre davranmaktan kaçınmasıdır” (s. 47). Sömürgeciliğin, işgallerin ve yakın zamanın “demokratikleştirme” hareketlerinin de temel izleği bu değil mi gerçekte? Evrenselliğin sumen altı edilmesi değil mi sorun? Batı’nın, Akdeniz’in öte yakasında diktatörlere “saygı” duymasını ve işbirliğine gitmesini sağlayan da bu değil mi? İşte bu nedenlerden dolayı sal sürekli su almaya devam ediyor. GÜNCEL SORUN MEŞRUİYET İnsanların, toplum ve devletlerin eylemlerine yön veren; edimleri şekillendiren temel ilke meşruiyet. Maalouf’a göre bu kavram “ortak değerlerin taşıyıcısı kurumların gücünün aşırı zorlama olmadan kabul edilmesi” demek (s. 77). Ancak yeni yüzyılın ana krizlerinden biri de bu; yani meşruiyet sorunu. Liderler, EVRENSEL OLANI UNUTMAMAK eylemler, eylemlerin doğruluğu ve yerinMaalouf, meşruiyetlerin yeniden yaradeliği ile yapıp etmeler ne kadar meşru? tılması gerektiğini vurgularken, “nostalMaalouf, M. Kemal öncülüğünde gejik geri dönüşlere” veya “herkes kendi lişen ve uluslaşma çabasını içeren Türk için yaşar” gibi günümüzün yükselen devrimleriyle Mısır’daki Nâsır yönetimideğerine bel bağlamak yerine, çözüm ni meşruiyet ve özgünlük açısından olarak “değer ölçeği yaratmayı” önerir karşılaştırır. Uluslaşma süreci, halklara (s. 140). Ona göre din yokluğu ya da bağımsızlığını verme düşüncesi ve bir aşırılığı sorunu gidermez. Aynı şekilde anlamda meşru bir mücadele örneği kozenginliğe karşı çıkmak veya parayı saynularına değinir. M. Kemal’in “halkın gınlığın tüm ölçütüne dönüştürmek de. haysiyetini kurtardığını” söyleyen Maalouf (s. 82), bunun özellikle Arap ülkelerinde dikkatle izlendiğini belirtir. Nâsır’ın ulusalcı söyleminin kendi ülkesi Mısır’ın yanı sıra diğer Arap ülkelerinde de heyecan yarattığını ifade eder. Bağımsızlık, ekonomik gelişme, ilerleme ve onur, beklentilerin en başta gelenidir. Ancak Nâsır’ın başarısızlığının altında yine Nâsır yatar Maalouf’a göre, çünkü iktidarının sürekli olması için meşru olmayan yöntemlere başvurduğu kanısı yaygındır. Tüm bunların yanında Nâsır, heyecan ve umut yarattığından Arap dünyası için örnektir. Bağımsızlık mücadelesi, Batı’nın ikiyüzlülüğünün ötesinde, Arapların kendi içindeki anlaşmazlıklar ve çekişmelerle sekteye uğradı. Maalouf’un asıl eleştirisi de bu yöne ilişkin. O, “Arap ulusu” düşüncesinin Batı kaynaklı bir “yenilik” olduğunu söyler ve bu düşüncenin aşındırılmasıyla “İsAmin Maalouf, dünyanın tehlikeli gidişini, bir alacakaranlığa sürükleniş olarak lam ulusu” anlayışının ağır niteliyor. lık kazandığını ifade eder (s. 129). Maalouf’un anlattıklarından şu sonuçları çıkarmak da mümkün: Arap dünyasındaki haklı mücadelenin diktatörlük, iktidar kırsı ve çıkar ilişkileri yüzünden haksız hale geldiği ve meşruiyetini yitirdiği söylenebilir. Nâsır’ın başlattığı uluslaşma hareketine karşı, kendi iktidarlarını sağlama alma adına, onun çabalarına direnç gösterilmesi de bu meşruiyet yitiminin kanıtı gibi. Meşruiyet krizi bugün ABD’nin dünyayı yönetme isteği söz konusu olduğunda daha da öne çıkıyor. ABD’nin uğradığı saldırılar onun kendisini hem “mağdur” hem de “haklı” olarak nitelemesini sağladı. Bahaneler ve “gerçekler”, Irak’ın işgali için kamuoyuna pazarlandı. Üstelik uluslararası kurum ve kurallar hiçe sayıldı. Bir başka deyişle, “meşrulaştırılanlar”, meşruiyetin yıkımını da hızlandırdı. Maalouf, kültürü temel alan değerin ağırlığını hissettirmesi gerektiğini savunur: “Bugün kültüre düşen rol, çağdaşlarımıza hayatta kalmalarını sağlayacak entelektüel ve manevi araçları ortaya koymaktır” (s. 142). Bunun yanında bilginin önemine atıf yapar ve onun sonsuz evren olduğunu; insanın ondan ne kadar yararlanırsa o kadar az tüketeceğini de ekler. Bilgi ve kültürün, insanı yurttaş haline getireceğini belirten Maalouf, edilgenliğin ise onu propagandaların eline düşüreceğini söyler. Böylesi bir kişi artık yurttaş ya da birey değildir. Maalouf’un bir sonraki hamlesi Hıristiyanlık ile İslamiyet’i karşılaştırmaktır. İslamiyet’te ruhban sınıfın bulunmayışını anlatırken, iki dinin tarihi hakkında açılımlar yapar. Siyaset ile dinin iç içe geçişini de unutmaz. Buradan doğan bir başka tehlike, cemaatçi yapılanmanın güçlenişidir. Sonuçta her karşıt cemaat de, kör dövüşü şeklinde birbirini uygar olmamakla suçlar. Küreselleşen cemaatçilik içinde aidiyetlerin tapınak haline geldiği düşünülürse, kimlik de bir anlamda “onur”a dönüşür. Maalouf, dünyanın tehlikeli gidişini, bir alacakaranlığa sürükleniş olarak niteler. Dolayısıyla “temel değerlerin evrenselliği ve kültürel ifadelerin çeşitliliği gibi iki dokunulmaz ve birbirinden ayrılmaz ilkeyi zemine alacak bir yeni uygarlık kurulması gerektiğine” işaret eder (s. 188). Çivisi Çıkmış Dünya’yı yazma nedenini tam da burada açıklar: “Geç kalındığını, ama çok da geç olmadığını söylemek, çöküşü ve gerilemeyi önlemek için bütün gücümle harekete geçmemenin bir intihar, bir suç olacağını dillendirmek” (s. 190). Ancak içinde kaygılar da taşır ve bunu şöyle açığa vurur: “Uluslararası ilişkilerde ciddi bir bakışımsızlık egemen; dünya, kimliğe dayalı kabileciliğin ve kutsal bencilliğin pençesinde, büyük bunalımlar herkesi şiddetle kendi çıkarlarını korumaya itiyor” (s. 197). İnsanoğlu uçuruma mı sürükleniyor? Yoksa bir duvarın dibinde fırtınanın geçmesini mi bekliyor? Ya da bir tarihi kapatıp yenisini açarak doruklara mı tırmanıyor? Belki üçü birden yaşanıyor aynı anda. Fakat değişmeyen bir gerçek var: İnsan durmadan başkalaşıyor. Kısacası hep bir evrim halinde. Bu nedenle, evrensel; insanı insan yapan değer ve özellikleri göz ardı etmeden günümüzdekinden farklı bir ekonomik işleyiş, uluslararası ilişki modeli ve yaşam şekli ortaya koyabilir. Maalouf’un dediği ve anlatmaya çabaladığı biraz da bu. ? Çivisi Çıkmış Dünya/ Amin Maalouf/ Çeviren: Orçun Türkay/ Yapı Kredi Yayınları/ 216 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1010