Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K ulki Aktunç, kırk yıl önce yayımlamaya koyuldu öykülerini. Yolun başında daha diliyle, biçemiyle dikkati çekti. Bunların öykümüzde “yeni” olduğu belirtildi. Aktunç’u, salt bu ifadeye sığıştırmak ne ölçüde doğru? Böyle bir ifadeyle geçiştirilebilir mi o? Örneğin dilleri açısından Salâh Birsel’in, Melih Cevdet Anday’ın, Nermi Uygur’un, Memet Fuat’ın denemeleri dikkate alındığında, köpürtücülüğüne bakarak Birsel’le Uygur, sorgulayıcılığına bakarak Anday’la Memet Fuat arasında köprüler kurmak olanaklıdır belki, ama apayrı değil midir yine de bu diller?… Bu çerçevede Hulki Aktunç’un öykülerine bakıldığında da ona geç kalmış bir 1950 Kuşağı öykücüsü gözüyle bakılabilir sanıyorum. Yanı sıra o, 1950 Kuşağının günümüze ulanmasını sağlayan taze bir öykücü olarak da alınmak zorunda kanımca. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Hulki Aktunç; kırk yıllık öykü eşiği... kim çoğulluğu bu. Kaç ömür yaşamış bu Hulki Aktunç diye sorası geliyor insanın… Onun verimlerindeki bilgiler, ansiklopedik eklenti veya kırıntı şişkinleştirmiyor öyküyü; yerleştikleri evrende yayılımını, dağılımını, anlaşılırlığını, berkitilişini, dip kıyı beslenişini sağlıyor öykü kişilerinin. Sonuçta ondaki entelektüalizm öyküye yük olmuyor, öykünün gerekirliğine dönüşüyor. Hemen her öyküsüne farklı dille, biçemle çıkma çabasında bir yazar izlenimi bırakıyor Hulki Aktunç. Nitekim Bir Yer Göstericinin Hayatı’na, “Yazdığının içine bak. Yazılacak ne çok şey vardır onda,” sözüyle girerken, Güz Her Şeyi Bilir’de ise şöyle bir öndeyiyle karşılıyor bizi: “Her yazı, önce iyi bir okuma olmak zorundadır, her okuma da iyi bir yazı.” HULKİ AKTUNÇ DİLİ... Şimdi gelin hep üzerinde durulan dil dünyasından içeri sızalım onun. Rıza Kıraç söyleşisine bırakalım sözü yine: “…Benim temel varlığım bizim dilimizdir ki müthiş bir dil olduğuna daima inandım. Bizim dilimizin daha ileriye götürülebilecek yerleri daima var.” (79). Kıraç, yıllar önce dinleyip not ettiği şu sözünü de aktarıyor onun: “Bizim eserlerimizin yabancı ülkelerde yeterince yayınlanmaması bizim için değil, onlar için bir kayıptır.” (7) Söyleşiyle sürdürelim: “Eğer bu kadar zengin meddah, halk öyküleri, Dede Korkut, Gazavatnameler geçmişi, bu kadar zengin bir nesir (sözlü, yazılı) geleneği olmasa Ahmet Mithat’ın başaracağı şey midir Türk öykücülüğünü başlatmak!” (87) Sonrasında farklı yazınsal türlerde gezinmeye koyulan Aktunç’un dil konusunda yaptıklarına, başkalarının yaptıklarına yönelik değerlendirmeleri: “Romanlarımda, öykülerimde, şiirlerimde dil benim en önemli malzemem olduğu için, geçmişimizdeki dil hazinelerini çocukluğumdan beri yuttuğum, değerlendirmeye çalıştığım için, yazdıklarımı, öykülerimi bu çabaların belirlememesi imkânsız. Yazı dilimi de, biçemimi de elbet. İş ki dil ve anlatım geleneklerini dingin ve edilgin biçimde değil devingen ve etkin yaklaşımlarla değerlendirelim… Onlara teslim olmayalım, onları geliştirmeye çabalayalım.” (153); “ ‘Türkçemanyak’ bir adam… Şunu tabii ki göz önünde tutacaktır: Sosyalisttir, yazmaktadır ve kendi formunu, dilini, biçemini getirecektir. Hazır söyleme yüz vermeyecek, hatta yıkmaya çalışacaktır hazır söylemi… Her derde deva bir dil yoktur. Otu da boku da aynı dille anlatamazsın gibi… Yahut okulla genelevi aynı dille anlatamazsın gibi… Aynı biçemle anlatamazsın. Bu yüzden öykülerimi özünün gerektirdiği yeni bir biçimde yazmaya çalıştım.” (163) Hulki Aktunç, öykülerini dille oluştururken, bunu farklı damarlardan besleyerek gerçekleştiriyor. İlkin, olması gerektiği biçimiyle yazar olarak yer alıyor elbette öykülerde. Dilin bütün dolambaçlarında gezinmeyi, her semtine, sokağına uğramayı, güm güm kapılarına vurmayı ilke edinmiş bir yazar. İnsanları da dillerinden gören biri o. Onları öyküleştirmede, dillerinden yararlanıyor hep. Öyle bir dille ortaya koyuyor ki öykü kişilerini, kahramanlar o zaman belirginleşip kendini gösteriyor, dildeki varlıklarıyla göz kamaştırıyor. Neredeyse hayvanlar, cansız nesneler bile dilleriyle var. Ta baştan bu yana öykülerinde şairliğini de işe koşan bir tutum izliyor zaten Aktunç. Hatta yer yer kimi dizelerle örüntülediği de söylenebilir öykülerini. Hulki Aktunç öyküleri evet, bir dil, söyleyiş şöleni, ötesinde sözcük tayfı, insanı yerinden oynatan atlıkarınca. Kullandığı sözcükler, söyleyiş H İşte tam bu noktadan başlayarak onun öykülerini harmanlamaya girişmek, yazarlığının kırkıncı yılına, gecikmeyle de olsa bir buket çiçek sunmak, yalnız değerbilirlik gereği değil, aynı zamanda bir gerçekliğin altını çizmek anlamına da gelecek! Nitekim Rıza Kıraç’ın, “Edebiyatta 40.Yılında Hulki Aktunç” altbaşlığıyla sunduğu Yoldaşım 40 Yıl (Say, 2008) adlı söyleşi kitabı, bu bağlamda bize kılavuzluk yapmaya aday değerli bir çalışma… KIRK YILLIK YAZIN YOLDAŞLIĞI... Kıraç, Hulki Aktunç’u bir bütün olarak tanımamızın önünü açıyor söyleşisinde. “Bu çalışma(sının), bir edebiyatçıyı anlayabilme çabası olduğu kadar, 68 kuşağının üyesi olan bir entelektüeli anlama çabası” (206) olduğunu belirtiyor. Sorulara geçmeden şu yargısını paylaşıyor bizimle: “Evet, bir ‘Hulki Aktunç edebiyatı’ var. Bu bir dil arayışının, dünya görüşüyle, edebi anlayışıyla kendini edebiyata dikte etmenin, dik durmanın ve ‘buyum ben,’ demenin yöntemiydi. (…) Kırk yıllık edebiyat hayatı boyunca hep adından söz ettiren ama hiçbir zaman okurun sevgisini kazanmak için cıvık duygusallıklara, günün moda edebiyatına ve ucuz iltifatlara yüz vermemiş olması da bunun bir göstergesi ve yine bunun en önemli kanıtı.” (8) Kendisi nasıl bakıyor buna, yazmaya başlamış bir gence yönelik neler düşünüyor? “…Zanaat olmazsa üstüne sanat da koyamıyorsunuz. (…) O zanaat yüzde yüz sağlam olacak ki üzerine sanat denilen şeyi koyalım.” (43, 44); “…Çocuklar öykü yazıyor, Memduh Şevket okumamış, Sait Faik’i bilmiyor, Bilge Karasu okumamış… Ne yapılmış bilmiyor, dolayısıyla ne yapılacak bilmiyor…” (79); “…Zıtmış gibi gözüken yazarları aynı zamanda okumak, bakalım bu niye böyle, bu niye böyle diye onları algılama çabası…” (61); “…Sait Faik okuduğunuzda, ‘Ben ne yazayım,’ dersiniz.” “Etkilenmek son derece doğru, iyi ve güzel ama onu aşmak önemli. (…) …Bir yazar da bir olay belirleyip, ‘Bunu Sait Faik gibi yazsam ne olurdu? Naima yazsa ne olurdu,’ diye sorup elyazı idmanları yapabilir. Yapmalı da.” (188, 189); “Erken başlamışım, büyük bir tehlike aslında erken başlamak. Çünkü oldum zannedersiniz, ben neymişim dersiniz, bu da iyi bir şey değil. (…) …Parlak delikanlılar, parlak genç hanımlar, süper başarılarla çıkmış birtakım arkadaşlar sonra bakarsınız birden sönerler. … Çırak, kalfa, usta sürecini yazdığı her şeyde uygulamalı.” (66, 67) HULKİ AKTUNÇ ÖYKÜLERİNE GİRMEK... Hulki Aktunç’un bugüne dek verimlediği beş öykü kitabı var: Gidenler Dönmeyenler (1976), Kurtarılmış Haziran (1977), Ten ve Gölge (1985), Bir Yer Göstericinin Hayatı (1989), Güz Her Şeyi Bilir (1998). Şimdi bu beş kitap, Yapı Kredi Yayınları tarafından ilk üçü ile son ikisi ayrı ciltlerde buluşturulmuş halde yeniden yayımlanmış bulunuyor: Toplu Öyküler III (2003) Görülüyor ki yayımladığı ilk öyküler bir yana, ilk öykü kitabının üzerinden bile tam otuz beş yıl geçmiş Aktunç’un. Demek pek çok genç öykücü henüz dünyada yokken, yirmilerini süren bu körpe delikanlı ilk kitabıyla öykücülüğümüzde görücüye çıkıyor. Yayımladığı tüm öykü kitapları dikkate alındığında bunların 1970’lerle 80’lerde, 90’larda verimlenmiş öykü dilimleri olarak gruplanabileceği seziliyor. Çok geniş, neredeyse olağanüstü bir birikime, birikim çeşitliliğine dayanarak verimliyor öykülerini yazar. Müzikten resme, dilden düşünceye, kültüre, tarihten toplumbilime, siyasaya, bilimden felsefeye git git bitmeyen, şaşırtıcı bir biri ler için, tadımlık örnek vermekle yetineyim: Tel gün, uyku nemrutu, ditmek, tüktün, koşkun, koşarlanmak, tutaraktutaraklı, film düşüğü, hışılamak, dağıngan, yıkı, yağmur çürüğü, kurmay akıllı, yorumsamak, kıvırcık ses, yardak durmak, uyursürerlik, kokunç, delimsirek sevinç, ırımak, açığın saçığı, ölüm ılısı, tekütenha, ıslacık, kalım vb. YAZINDAN YAŞAMA, YAŞAMDAN YAZINA... Peki, bu öykülere bir bütün olarak bakıldığında neler söylenebilir? Aktunç, yapı olarak öyküyü öylesine kendine ait kılıyor ki, okurken bunları, öyküden aldığımız tadın yanında, bunu kaleme alan bir öykücünün bu yöndeki serüvenini de izliyoruz büyük merak duygusuyla… Bu çerçevede hançerelerinde öykü yerine entelektüalizm gevişleyenlere göre çok ayrı bir yerde duruyor Hulki Aktunç’un öyküleri… Bu yaklaşımlarının ardından, belirlenebileceği üzere yazdıklarını, yaşadıklarından ayırma kararlılığı sergiliyor Aktunç: “Ben yaşadıklarını yazan bir yazar değilim, yani otobiyografik yazarlardan değilimdir, hele hele yaşadıklarını dedikodu bulamacıyla aktaran yazarlardan nefret ederim.” (15); ”Ama… izlenimden yola çıkarak yazmışımdır.” (29); “Ben yaşadıklarımı yazmaktan hazzetmem, hep kurmacayla girişirim, yaşadıklarım mutlaka vardır ama etrafı tamamen kurmacayla sarmalanmıştır.” (64) Onun, geçmişte kısa oyunlar kaleme almasını da öykücülüğünü olumlu etkileyen nedenler arasında saymamız gerekiyor kanımca. Kısa oyun, kısa öykü, kısa film üçlü bir sacayağı oluşturuyor bence. Bunun üzerinde sürekli durduğum için bu çerçevede Aktunç’un dile getirdiği, “De Yayınları tek perdelik oyunlar yayınlıyordu, ben de tek perdelik oyunlar yazmaya başladım…” (65) deyişini özellikle gençler için uyarıcı olması dileğiyle vurgulamak gereği duyuyorum. Ancak o, öyküde yazar yapılandırmasına karşı. İstiyor ki öykü, kendi kendini var etsin. O zaman konusu değil, bütünlüğü önem taşıyor öykünün. Bu yüzden öykü kişilerinin, zamanın, doğanın, olaylarla ilişkilenişlerin bakışından sızdırılmış düşünüler, yaklaşımlar, imler, sorular, kuşkular, ünlemler vb. sökün ediyor yazarın peşi sıra… Rıza Kıraç’ın bir sorusu üzerine şöyle diyor örneğin: “Belli parçalardan oluşan bir anlatı ama kimi parçalar eksiltilmiş. Özellikle yapılmış bir eksiltme o, ille okuyucuya, ‘Gel seni burnundan tutayım da gezdireyim, sen ancak bundan anlarsın,’ mantığıyla giriş, gelişme, sonuç bölümleriyle yazan biri olmadım. Bu yüzden beni en çok etkileyen yabancı yazarlar da, daha küçük yaşlarda okumaya başladığım Franz Kafka, Faulkner, Woolf, Joyce gibileri olmuştur. (153, 154) Bu nedenle sözdizimlerine yan anlamlar döşemede, hemen her sözünütümcesini sımsıkı bir art alan temeline yaslandırmada farklı açılımlar sergiliyor yazar. Haftaya Hulki Aktunç öykülerinin derinliklerinde gezinmeye çalışalım biraz daha. Yine Rıza Kıraç söyleşisi eşliğinde… ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1035