05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Filiz Zabcı’dan ‘Dünya Bankası’ Hâlâ sömürülecek miyiz? “Yoksulluğu azaltma”, “kalkınma” ve “sosyal yardım” gibi maskelemelerle sömürgeciliğe yeni bir boyut getiren; siyasal, kültürel ve ideolojik bir kurum olan Dünya Bankası’nın hegemonik yapılar içindeki gücü nedir? Filiz Zabcı’nın Dünya Bankası adlı kitabı temelde bu soruya yanıt arıyor. Ë Ali BULUNMAZ ünya Bankası (DB) ve kardeş kuruluşu Uluslararası Para Fonu (IMF), nerede bir toplantı düzenlese hemen protestolar yükseliyor. Sömürüye karşı çıkan gruplar sesini gürleştirdikçe gazla, copla ve gözaltına alınarak “ödüllendiriliyor.” Tıpkı yakın zamanda İstanbul’daki gösterilerde olduğu gibi. Şehri gazkent haline getiren DB ve IMF kuşatması, açıktan görüşülenlerin yanında, yakın gelecekte etkisini gösterecek kapalı kapı ardı buluşmalara da ev sahipliği yaptı. “Yoksulluğu azaltma”, “ihtiyacı olanlara sıcak para sağlama” ve “yatırımları destekleme” gibi görevler üstlenen iki kardeş, bugüne kadar aslında gelir düzeyi düşük insanların geleceğiyle oynamaktan başka hiçbir şey yapmadı. Filiz Zabcı Dünya Bankası kitabıyla, parayla oynayıp destek çıkar gibi yaparak, sömürgeciliğe hız ve yön veren bu iki kuruluştan DB’ye yoğunlaşıyor. Mabutu, Filipinler, Endonezya ve Türkiye. İşbirliğinin doğal sonucu ise yıllar sonra patlak verecek krizlerdi: Meksika, Güneydoğu Asya, Rusya, Arjantin ve Türkiye. 1980’den itibaren bütçe açıklarını kapamaya doğru dümen kıran DB (ve ikiz kardeşi IMF), istediği “yapısal reformların” gerçekleştirilmemesi durumunda Zabcı’nın işaret ettiği gibi “borç vermeyi keseriz” tehdidini savurur. Dolayısıyla “yapısal reformlar” için gerekli alt yapının kuruluşu da gecikmez; hemen “yönetişim” kavramı geliştirilir. Bu, bir çeşit toplum mühendisliğidir; yani, uluslararası sermayenin ilgili ülkeye akışını güvence altına alacak ve yatırım yapmasını sağlayacak bir yapı oluşturmak amacıyla, üzerinde çalışılan ülkeye biçim verecek bir program oluşturmadır. “Yönetişimin” sihri, “şeffaflık”, “aşağıdan katılım” ve “hesap verme” gibi sözcüklerde yatıyor. Alengirli kelimelerin altındaki tek gerçek ise küresel yönetişimle küresel pazarı talan etmek. Bunun için hangi ülkede çalışma yürütülüyorsa ayağı yere basan muhalefet törpülenir, yapısal uyum programına uydurulur. Bu süreçte DB’nin ilişki kurduğu kesim sivil toplum örgütleridir. “Yapısal reformların” ve kredilerin olumsuz sonuçlarını belli bir noktaya kadar kabul eden DB, bu açmazları azaltmak adına adım atar ve Sivil Toplum Örgütleri’yle (STÖ) yakınlaşır. Zabcı’ya göre DB, STÖ’lerin yoksulluk ve gelir adaletsizliği karşısında ekonomik yaşama katılımını zorunlu görür. Özellikle eylem yanı güçlü ve kendisine sıcak bakan STÖ’leri kullanan DB, bu kuruluşları proje döngüsü içine sokar; en az on yıl sürecek döngünün her aşamasında söz konusu kuruluşları görmek ister. DB’nin STÖ’lerle kurduğu ilişki tamamen araçsal. DB’nin “yoksulluğu azaltma” stratejisindeki “kalkınma programlarında” STÖ’lerin kullanılması esas alınan bir nokta. Daha da ötesi, topluluk temelli ya da taban örgütlerinin yoksul halka yakın olması, Banka’nın bu kesime ulaşmasını kolaylaştırır nitelikte. Bu yüzden STÖ’lerin, DB projelerine katılımının sağlanmsı hayati önem taşıyor. DB için “sivil kültür”, “aşırıya kaçabilecek kitlesel eylemleri sınırlandırmak ve ‘yoksulların gereksinimlerinin sağ D BORÇ SÖMÜRÜLENİN KAMÇISIDIR! DB’nin kullandığı kalkınmakalkındırma kavramlarının arkaplanında, İkinci Dünya Savaşı sonrası 1929 krizine benzer bir çalkalanmanın yaşanmasını engelleyecek ve sömürgeler ile sömürgeciler arasında yeniden yapılanmayı sağlayacak kalkınma bankası kurma projesi yatıyordu. Kurulduğundan bu yana ABD güdümünde çalıştığı göz önüne alınırsa, bankanın ne tür bir kalkınma programı izlediği de rahatça anlaşılabilir. DB’nin ilk yıllardan başlayarak geliştirdiği “kalkınma” programı, yeni sömürgecilik anlayışının bir yansımasıydı. Mesele, kapitalizmle tanışmamış kitleleri sisteme göbeğinden bağlamaktı. Zabcı, bunun üzerinde ısrarla dururken, aynı zamanda DB’nin kuruluş ilkesini de açıklıyor: Gelişmekte olan ülkelerle ilgili bilgiveri toplamak, bu ülkeleri sınıflandırmak, en sonunda da söz konusu ülkeleri dünya ekonomik sistemine dahil etmek. İyi de nasıl? Yanıtı çok basit: Krediler, borçlandırma taktikleri, borç krizi yaratma, yatırım ve yoksulluğu azaltma adı altında kaynakları sömürme. Tüm bunlar DB’nin kurduğu “paradigma”nın yapı taşlarıydı. Bu “paradigma” içinde Üçüncü Dünya’nın siyasal yaşamı da şekillendirildi elbet. Zabcı’nın hatırlattığı birkaç örnek, DB ile diktatörler arasındaki girift ilişkiyi göz önüne koyuyor: Şili’de Pinochet, Brezilya’da Goulart’ın devrilmesiyle göreve gelen askeri yönetim, Nikaragua’da Somoza, Zaire’de SAYFA 14 Filiz Zabcı, örneklerle DB ile diktatörler arasındaki girift ilişkiye de dikkat çekiyor. lanması’ sürecinde siyasal rejimler üzerindeki baskıyı azaltmak” demek. DB ile STÖ’ler arasında kurulan pragmatik ilişki de buna işaret ediyor. Banka’nın oluşturduğu ağ, önünde sonunda krizle sonuçlansa da buna verilen tepkiler farklı. Örneğin Arjantin’de başgösteren ve sokak gösterileri ile yağmaya kadar varan olaylar çıkartan krizin benzeri, 2001 yılında Türkiye’de de yaşanmıştı. Sosyal patlamaların önüne geçmek için Banka, “Sosyal Riski Azaltma Projesi” geliştirdi. Buna uydurulan kılıf “eşitsizliği” ve Banka’nın, “önce ayakları kesip sonra pedikür önerdiği” krizin etkilerini “azaltmak”tır. Yoksulların sesini çıkarmaya başlaması, DB için “patlama”nın ilk işaretidir. Banka’ya göre bu bir risktir ve o nedenle mümkün olan en kısa sürede tepkilerin giderilmesi zorunludur. Kişilerin zaten hakkı olan hizmetler, bu projelerle “yardım”a dönüşür. Zabcı, DB’nin bağımlılaştırıcı politikalarına ilişkin örneği Türkiye üzerinden verirken, önce belirli bir kabulün varlığından söz açıyor: “Herhangi bir siyasi iktidar kendi başına karar alabilecek bir yapıdadır.” Ancak DB ve IMF gibi kuruluşlarla içli dışlı olan bir iktidar nasıl özerk kalabilir? “YARDIM ELİ” Zabcı’nın burada vurguladığı en önemli nokta, “Ülke Yardım Strateji si”nin Türkiye üzerinde nasıl uygulandığı. “Ülke Yardım Stratejisi” dört aşamadan oluşan bir plan: İlk aşama kamu varlıklarının özelleştirilmesi, ikinci aşama sermaye piyasasının serbestleştirilmesi, üçüncü aşama DB ile IMF arasında gidip gelen iyi poliskötü polis oyunu (krizler ve “çözüm” üretme) ve dördüncü aşama ise serbest ticaret. 1990’lardan başlayıp bugünlere gelene kadar Türkiye için iki tane Ülke Yardım Stratejisi hazırlanır. “Yapısal reform” adı altında dört alana müdahale edilir: “Kamu açıklarının ‘azaltılması’ ve kamu kurumlarının özelleştirilmesi, emeklilik sisteminin açığını denetleme adı altında memur ve kamu işçilerinin kazanılmış haklarını tırpanlama, tarımda fiyat desteklerini kaldırma ve devlet bankalarının borç ödeme yeteneklerini sağlama” (s. 132). DB, yukarıda sıralananlardan ilk üçü üzerinde müdahalesini meşrulaştırırken kullandığı kavramlar da hiç yabancı gelmiyor; popülist politikaların “kamu hesaplarında dengesizliğe ve yüksek enflasyona yol açtığını” iddia ediyor. Zabcı’ya göre 1980’de başlayan ticaretin serbestleştirilmesiyle sağlanan “hızlı büyümenin” önünde bu politikaların engel oluşturduğunu belirtiyor. Bu noktada Türkiye örneğinde, DB ve IMF’nin güçlü ortaklığı göze çarpar. IMF vergilerle, DB de kamu harcamalarıyla ilgilenir. İşte “yapısal reform” denen şey, DB’nin ilgilendiği kamu alanına ilişkindir. Makroekonomik istikrar da “yapısal reformların” temel direğidir; bu ise AKP iktidarında en keskin biçimde görülen devletin yeniden yapılandırılmasıdır. Devletin yeniden yapılandırılması, kamu hizmetlerini ortadan kaldırıcı düzenlemelerle bezenip AKP tarafından “Acil Eylem Planı” adıyla piyasaya sürülür. Kim ne derse desin DB ve tek yumurta ikizi IMF, “kalkınma”, “yoksulluğu azaltma” ve “yönetişim” gibi kavramlarla kriz yaratan ve sömürüyü derinleştiren bir yapıya sahip. Üstelik “yapısal reform” ve “kredi yardımı” benzeri açılımlarla ülkeleri “şeffaflığa” davet ederken, Banka’da kararlar kapalı kapılar ardında alınır. Yine DB’nin tüm atamaları ABD tarafından gerçekleştirilir ve üretilen “demokrasi” masalları, kuruluşun işleyişinde asla geçerlilik kazanmaz. DB’nin ürettiği projelere aktarılan paralar, çokuluslu şirketlerin kasasına girer. Zabcı tüm bunların ardından Eduardo Galeano’nun sorusuyla sonlandırıyor kitabı: “Yoksul ülkelerin, sayıların söylediklerinden çok daha yoksul olduğu ve DB’nin verdiği serbest pazar mutluluk hapını yuttuğundan beri daha da yoksullaştığı ayan beyanken, Banka’nın ‘kalkınma’ hem de ‘insani kalkınma’ için çalıştığına inanmak hâlâ mümkün mü?” (s. 147). Bunu bir soruyla daha tamlamak olanaklı: Her şey bu kadar açıkken, hâlâ sömürülmeye devam edecek miyiz?.. ? Dünya Bankası/ Filiz Zabcı/ Yordam Kitap/ 160 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1035
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear