Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Şiir Atlası CEVAT ÇAPAN Rafael Courtoisie/ Şiirler/ Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut ‘Ben değilim bu Benden sende kalan anı’ 1 958 Montevideo doğumlu Uruguaylı ozan, Uruguay Katolik Üniversitesi Sinema Bölümünde anlatı ve senaryo öğretim üyesidir. ABD ile İngiltere’de birçok üniversitede konuk olarak çalışmış. Dört romanı, denemeleri, öyküleri ve şiirleri İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Rumence, Türkçe, vb. birçok dile çevrilmiştir. 4. Uluslararası İzmir Şiir Buluşması için mart ayında ülkemizde bulunan ozanın yazın ve eleştiri ödülleri de olduğu gibi, bir romanı da sahneye uyarlanmıştır. gölgeden, dilimlerin cinsiyetinden kabuğundan. Güneşe benzemez, ne de ayı andırır gün batımına benzer, esen yele benzer bunlar kayalardan esen yele, sessizlik dile geldiğinde. Erdemleri de var: çılgındırlar. Tazelik ile acı benzeşir. Aklını yitirmiş portakalların saçı yoktur, sesi yoktur duyguları yoktur. Tazedir portakallar, çılgın ve arsızdır tıpkı düşünce özü gibi. YEMEK VAKTİ Bıçakta eril bir enerji vardır, dimdik ve çatalda katıksız sessizlik. Fazladan eklenmiş bir dişiyle bir yaba, emekçi çatal söyleşir bıçağın sesiyle sözcükler olmadan, bekler onu, kessin diye bekleşir ve düzeltir onu. Sonradan, karanlık gerçeklerle dolu, ağıza ulaşır. Bıçak keser ve çatal direnir. Bıçak ayırır ve çatal aktarır. Bıçak saklar ve çatal ortaya çıkar. Bıçak parçalar ve çatal ele geçirir. Bıçak haykırır ve çatal hıçkırır. Bıçak batar ve çatal süzülür. Bıçak silahtır ve çatal masumiyet. KAHVE “Ölülerin zeytinyağı”, der ona César Vallejo. Yine de kahve gecenin bir parçasıdır, en uyanık parçası, düşlerden uzaklaşan parçası en kasvetli yanıdır. Kara süttür, kahve, gölgenin sütü, canavarların besini sonbaharın saçma sapan şarabı nefretin suyu. Uyanık kalabilmek için, gece ayakta, kendini öldürmek için kahve. Kara sıvı. Gönlünde şansa mutluluğa yer yok. Kahve ile içilir, dimdik uyanıklığı boğuk sesi kara yüreği. Kahve ile içilir, işbitiriciliği. Bir fincan kahve, bir küçücük tiryaki fincanı höpürdetilen bir yudumcuk. Kahve içilir. Bir doz. Kahve. Biraz. Sabah ile, kahvenin çığlığı, kasvetli çığlığı sabah ile, uyanma vakti gelip çatınca kahvenin çığlığı sıvı bir horozdur. Kara ötüşlü. PORTAKALLAR Yuvarlacık yosmalar, top bunlar cinselliğin açlığıyla dolu, belirsiz bir zaman için tutsak alınmış ışıktan, tatlı buruk bir yaşamdan ahmakça tutkudan birkaç andan, bir dakikalık sevgiden CUMHURİYET KİTAP SAYI 965 sert ve şiddet dolu. Kaşık çorbaya sokulur ve onu korkutur. Pirince daldırılır ve yaralar onu, una sokulur ve ısırır unu. Yine de dişleri yoktur. Kaşık duygularını dile getirmez, tıpkı Tanrının yüreği gibidir, uykudadır ve mutludur, kıpırdamaz, serttir ama dokunur, duyumsamaz. Kaşık duyumsamaz. Soğuk ve sıcak onu hiç etkilemez. Gereklidir, evet, insan yaşamı için, ama nadirdir. Hem de, yıldızlardan korkusu olmadığından; ne de sineklerden, ne de sonsuzluktan. Kaşık öteki sofra aletleriyle sürdürür yaşamını, hiç farkında olmadan, keskin bıçakların, kör çatalların yanıbaşında, soğuk fincanların ve şiddet dolu ana babaların yanıbaşında. Kaşıklar zeytinyağıyla dalga geçerler. Kaşıklar bedeni olmayan kadınlardır, duyguları olmayan kadınlar, zamanı olmayan kadınlar. Belirsiz anıların, kaçamak bir bakışın, ölülerin sesinin erkini taşıyan aletlerdir. Kaşıklar ölülerin sesini çaya taşır, çorbaya taşır. Kaşıklar anımsar. Ve korkusuzdurlar. Bir kaşık görürseniz, uzaklaşın. Kendini huzursuz edebilecek kaşıkları olmayan mutlu ve apak ayı düşünün. Kaşık sessizliğin madeni gibidir, sert ve korkunç, sahipsiz. BİR KADEH ŞARAP Şarap tek taçyapraklı camdan bir çiçektir. Dünyayı yer tutmuş onca yaratık arasında, hafif şiddetine borçludur, şarap en dirençli kırılganlığını. Sıvıların açıklı koyulu ülkesinde, hükmü şerbetlerden ağulara uzanan şarap, gizem dolu bir yer tutar. Şarabı tanımlayan özelliklerin gücü ve uyku yükü onu insan kanına benzetir. Canlıdır, evet, ama ağır aksak. Akışkanlık pek zoruna gider. Yoğundur, yeğindir belli belirsiz ve karamsar. Adım adım ilerler taştan bulutlar arasından, dudaklardan kadehin kıyısına, kadehten sıra sıra yıldızlara. Düşünmeden ilerler, kendi içinde, bedeninin sıvıdan yönlendirmesiyle, sanki uykunun güçsüzlüğünü taşırmış gibi. Çoğunlukla kızıldır, yakut tonunda, dingin, ya da düpedüz kıpkızıl. Bazen sulu suludur, sanki içinde uzaklardan taşınmış pırıldayan su damlacıkları vardır. Kimileyin, mavibeyaz ışıltılı kabuğundan bazı üzüm türünün, saydam mayalanır, kan kanseri solgunluğunu anıştırır. Sıvıların ülkesinde uzun boylu yol alırsak, ter, tükürük ve ersuyuyla yan yana buluruz şarabı. Denizin suyuyla da, ağıt gözyaşlarıyla, âdetinkilerle de, pankreas keseciklerinde ayrışan özsularla ve onun koynundaki karaciğerinkilerle de. Ama şarap hepsinden en öne çıkanı, en çok ses verendir. Sesinin katıksızlığı ve karanlıktan gelen gerekçeleriyle gücü daha gerçeklik kazanır. Ama şaraptan bile daha inatçı ve dirençli olan, sessizliğidir, kadehler içildiğinde, bırakıldığında dibinde kalan nem izleridir. Ağzıyla bir dolduğunda kadeh, gerçeğe ulaşılır ve boşaldığında şiddetle dolar içimiz. O zaman uzamda bir soru asılı kalır. Ve uzamın dışında yanıtsız şarap. BİR BARDAK SU Bir bardak suyu dikmek kafaya kusursuz bir eylemdir, şiddet dolu bir eylem. Bir bardak suyu dikmek kafaya saydamlığı öldürmektir katıksız sessizliği içmektir. Sessizliği içmek. İçmek yaşamak gibidir su içmek ölmektir. Bir bardak su zamanın saçma bir parçasıdır gürültüsüz, sessiz, gevşek bir parçası masumiyetin bir yana bırakılmış, aklını yitirmiş. Bir bardak su hüznün taşlarından biridir hüznün parçalanmış halidir, hüznün şarkısı suyun şarkısı, suyun ışığı, bedeni canlı bir gözyaşı. Su birbirinden ayırır anakaraları ırmaklar ıslatır aklı. Bir ırmağı düşünmek beyni sulamaktır acı çeken yaşam kupkuru gönül. Bu su, bardaktaki yaşam söner, bir ışık gibi, dilde. Güzellik sözcükleri nemlendirir Suyu adlandıran sözcükleri. Ve susamak söndürür bir yudumda güzelliği. [Musica para sordos (Sağırlara Müzik) adlı kitaptan] SAYFA 23 AYNANIN ŞARKISI Sen olmadığımı düşün böylece beni düşünmezsin. Öte yana doğru bak denize bak, içe bak. Bana bakma. Gerçek olmadığını düşün bunun en arkada kayaların olduğunu düşün. Kayaları düşün: Bu güzel bir düşünce, dayanıklı, yerleşik. İsteklere benzeyen kayaları, zamanın kayalarını yılları andıran. Yılları düşün. Aynaya bakma. Ben değilim bu. Benden sende kalan anı. Bu ezgi, sana benzeyen imgenin müziği. Ben değilim. Sen değilsin. Kimse değil. Denizin suyunu düşün, devinimini, ağırlığını. Suyu düşün, beni değil, düşünceyi düşün gelip giden düşünceyi, tıpkı bir ayna gibi. Ama aynayı düşünme, aynayı kır paramparça bir taş atarak, kayaların dayanıklı gönlünü düşün kayaları düşün: gereksiniyorsundur onları kuşkusuz dayanıklılıklarıyla, neşeli ağırlıklarıyla gizemli ve ağırbaşlı duruşlarıyla: kayaları düşün. Ayna kırılacak olursa ben değilim, sen değilsin kimse değil, gücü aynada boğulan anının, aynanın duru suyunda, güçten düşmüş güç, sönen ışığı titreyen aynanın ve ben, benim masumiyetim sana seslenen: Sen olmadığımı düşün, beni düşünme. İkisi de madenden iki sözcüktür, ama apayrı: Biri haşin ve şiddet dolu, öteki sessiz duruşlu. İkisi de madenden iki sözcük, ama biri cana kıyar. Çatal mırıldanır ulurken bıçak. Bıçak kurtsa kuzudur çatal. Bıçakta ne vardır bunca korku salan? Ne salar varlığı, düşüncelerinin sırtı? İşleme zamanına gömülmüş alet olarak bıçak neden oluşur? Neyi tasarlar durup dinlenmek bilmeyen çatal? İkisi de aynı madenden yapılmış iki araç ama bıçak daha haşin görünür oysa yarı uyuklamaktadır çatal, daha yeni uyanmış gibi daha tatlı ve yumuşak madenin gizemli etinde daha aklı başında ve derli toplu. Bıçak uyumaz. Yaşamda bu iki sözcük, çatal ile bıçak bıçak ile çatal buluşur ayrılıkla sona ermez onlar: birbirini arar, koklaşır, sevişir nefret eder birbirinden omuz omuza, el ele, sürtünürler sanatsal madenden derileriyle, eril ve dişil. Yatar ölüm döşeğinde marul, paramparça didilmiş et kanlar içinde tabakta. KAŞIK Kaşık dünyanın en tuhaf meyvesidir. Yenmez. Yine de, ağza götürülür, kabuğu da vardır ve bir yanılsama gibidir,